Aşık Veysel film oluyor. Ünlü ozanı canlandıracak olan ise Bezat Ç.’nin Hayalet’i İnanç Konukçu. Farklı bir deneyim yaşayacak oyuncu ile yeni sınavını konuştuk.

SERDAR AKBIYIK

Türk sinemasının en zayıf tarafı bu topraklardaki zenginlikleri değerlendirememesidir. Mesela Tasavvufun doğduğu bu toprakları anlatamamak ne büyük bir acıdır. Ozanlarımızı erenlerimizi ve kendi öz kültürümüzü paylaşamamak. Durum böyle olsa da hala bir umut var. Mesela Aşık Veysel filme çekiliyor. Daha sete girilmedi ama Aşık Veysel’i kimin oynayacağı belli. Behzat Ç’nin Hayalet’i İnanç Konukçu bu zor yükün altına girmeye istekli. Biz de genç oyuncuya sorularımızı sorduk. Cevaplarını özetlersek “Uzun ince bir yoldayım” oldu.

Öncelikle bu proje size nasıl geldi, nasıl bu filmle buluştunuz?)

İlk film olmasından ziyade Aşık Veysel filmi olması nedeniyle özel bir tarafı var. Projenin bana ulaşmasından önce oyuncular arasında zaten bir dedikodu vardı “Aşık Veysel filmi yapılacakmış” vesaire gibi. Onu zaten duymuştum ve menejerim vasıtasıyla benimle görüşmek istediklerini söylediler. Ben de gayet memnun olarak onların yanlarına gittim. Herkesin oynamak isteyeceği bir roldü. Kim oynayacaksa kolay gelsin, umarım bana nasip olur dedim ve sonra da proje bana geldi zaten.

Peki Aşık Veysel’in hayatının belirgin bir bölümüne odaklanıyorsunuz. Senaryo geldiğinde düşündünüz mü “Bunu ben yapabilir miyim acaba” diye.

Evet, bir de biz Veysel’in şöyle bir hikayesini anlatacağız aslında biz Veysel’in Veysel olan hikayesini anlatacağız. Yani Aşık olana kadar ki bölümü anlatacağız. Tabi ki oyunculuk malzemesi olarak zor bir malzeme. İddialı olmanız gerekiyor. Zaten ilk görüşmede dedim ki, bunu oynayacak arkadaşa kolay gelsin gerçekten çünkü zor iş. Fiziksel olarak oyuncunun girmesi gereken bir durum var zaten. Onun dışında bu karanlık dünyanın içinde çok acayip bir ışıkta var yani, ona yaklaşmakta zor. Bilal abiye çok içten bir şekilde bunu oynayacak arkadaşa çok kolay gelsin dedim ve ben de oynayacaksam telefonunu susturmam dedim. Çok fazla sorum vardı. O yüzden biraz zor bir iş diye düşünüyorum.

Aşık Veysel çok içsel dönüşüm yaşamış bir insan. Hazırlanırken neler yapıyorsunuz? Bunu nasıl açıyorsunuz?

Bunu nasıl açıyoruz, şimdi süreç tabi devam ediyor ama şöyle bir yardımcım var benim; bağlama diye bir alet var mesela ve hani aşığın çok fazla görüntüsü var. Ne kadar kendisini anlattığı ve ne kadar samimi olduğunu anladığınız yerler var. Bazen bunları gördüğümde kendimden utanıyorum ya, aşık ismini bu kadar hakkedebilecek bir adam olabilir mi acaba. Yani “ben öldükten sonra, mezarımın üstünü taşla kapatmayın diyen bir adamdan bahsediyoruz. Bunu ne kadar canlandırabileceğiz bilmiyorum valla, kameranın dili de bana yardımcı olacak inşallah yoksa ayvayı yedik.

Günümüzde değer yargılarını görüyoruz, her şey çok sertleşti. Bizim kendi insanımızın hikayesinden kopuyoruz. Bu sadece bir şehirle ilgili bir şey değil, Türkiye’nin geneliyle ilgili bir şey. Her şey de böyle bir sertleşme var. Aşık Veysel’de bunun karşıtı olan, manaya tutunmak isteyen bir yapı var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Film itibari ile insanların Aşık Veysel’i nasıl algılayacağını düşünüyorsunuz?

Bunu aslında başta konuştuk, Aşık Veysel sadece sazdan, sözden, türküden ibaret bir adam değil. Bunu nasıl aşmayı planlıyoruz gibi bir şey söylediniz. Biz Veysel’in Aşık hikayesini anlatacağız. Bunu nasıl yaşadığını anlatacağız ve o popülist taraftan kaçınacağız, bu şekilde aşacağız. Bizim yolumuz uzun ince bir yol evet ama bizim hikayemiz sadece bir aşığın hikayesi değil, aynı zaman da bir adamın hikayesi. Bunun evreleri, aşkı, kendi türküsünü dile getirebilmeye kadar o pişme dönemini anlatacağız.

Peki şimdi bir oyuncu olarak dizilerle başladınız, sinema ile devam ediyorsunuz.

Aslında tiyatroyla başladım.

Tiyatroyla başladınız tabi ama biz sizi daha çok dizilerden tanıdık. Bu film sizin üçüncü filminiz yanlış bilmiyorsam değil mi? Bu tür projelerle fazla karşılaşılmaz, çok azlardır. Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?

Kariyer kaygısı sadece Türkiye’de ki oyuncular için değil aynı zamanda dünyada ki her meslek için var olan bir şey. Üniversitelerde başka bölümler okuyup çok başarılı olan arkadaşlarım da var ve onlarda da aynı kaygı var. Bana gelirsek benim de kariyer kaygım var. Herkes ister iyi projeler de oynamayı. Geçenler de sinemanın içinde ki sorunu konuşmuştuk. Sinemada maddi bir sorun zaten var. Onun dışında bir yazar sorunumuz var bence. Türkiye’de neden karakter oyuncusu çıkıyor sadece diye. Çünkü Türkiye’de yalnızca karakter yazarı var. İlk önce yazar aramak lazım ki oyuncu ara. Ondan sonra tarihsel kahramanlar ne kadar objektif işleniyor mesela? İşin popülüst tarafından kaçınmamız gerekiyor dediğim oydu. Biz tarihsel bir kahraman işleyeceğiz ama bunu ne kadar gerçek ne kadar istediğimiz gibi işleyebileceğiz. Veya halk bunu ne kadar kabul edecek?

Şimdi tarz olarak ben oyuncuları şöyle ayırırım, biri vardır gerçekten karakteri olduğu gibi üstüne giymek ister, profosyonel bir tarzı vardır ondan sonra geçer başkasıyla devam eder ama biri vardır herşeyi dert eder. Yani siyasal derdi vardır, yaşamsal derdi vardır. Bu tür insanlar demin dediğiniz gibi yazma konularına mutlaka bulaşırlar. Çünkü bu tarz şeyler yaparak kendini tatmin etmek zorundadır. Siz hangisindensiniz?

Ya projeye göre değişiyor desem? Bilmiyorum ki, ikisini de o kadar güzel anlattınız ki kendimi bir o tarafta bir bu tarafta buldum.

Ama öyle gözükmüyorsunuz, sanki daha dertlerle haşır neşir olmak isteyen, daha elini taşın altına koymak isteyen birisi gibisiniz.

Biraz daha ona yakınım diyelim.

Var mı peki yazı vesaire?

Yok, öyle bir iddiam yok. Çok iyi senarist arkadaşlarım var, bulaşamam döverler beni.

Peki tiyatro için ne düşünüyorsunuz? Dizi, sinema; tiyatro nerde kaldı?

Tiyatro Ankara’da kaldı. İstanbul’a geldiğimden beri oyun izlemekten başka hiçbir şey yapamıyorum. Bir de buraya geldiğimden beri çok yoğun bir tempoda çalıştım. Seneye filmden de fırsat bulabilirsem tiyatro yapmak istiyorum.

Peki bu projeden önce Aşık Veysel’le diğer aşıklarla, erenlerle ilginiz nasıldı? Bu tür Anadolu hikayelerini sever misiniz? İlginiz var mıdır?

Severim. Bu bir Aşık geleneği, geleneğini severim. Sözleri severim, türkülerin hikayelerini severim çünkü türkülerin hikayelerini bilince çok farklı yerlere gidiyorum. Mesela günlerle geçen bir türkü var Erzurum yöresinde. “Bugün günlerden salıdır, Salı”ben bu türküyü duyduktan yıllar sonra hikayesini öğrendim. Arkadaşım anlattı bana. Bir çobanın hikayesi, hikayesini bildikten sonra çok daha kıymetli oluyor. Vay diyorsun, vay .bu nasıl… nasıl yaptın bunu ya?” çok saygı uyandırıyor bende.

Şimdi maddesel bir durum var, sonuçta Aşık Veysel kör. Kör bir insanı oynamakta… son zamanlarda gerçekten kör filmleri baya bir arttı Türkiye’de. Sizin kendinize ait bu tür bir hazırlığınız var mı?

Var, nasıl var abimin çok yakın bir arkadaşı vardı, Ercan. Onun yanında çok vakit geçirdim ben. Ve davranışlarını biliyorum gibi. Gelecek hafta da Ankara’ya gideceğim o zaman arayacağım “Ercan abi böyle böyle bir durum var, ben Aşık Veysel’i oynayacağım. Nasıl olacak bu iş?” yani azıcık biliyorum gibi, tabi ki de bunun hazırlığı yine de olacak.

Peki şimdi, Türkiye’de ben de dahil herkeste her şeyi katogorize etme hastalığı vardır. Özellikle de söz konusu sinema olduğu zaman. Behzat Ç. Falan derken bir anda çok farklı bir rolle izleyici karşısına çıkacaksınız. Bu tür farklılıklar sizin için ne anlam ifade ediyor ve bu tür farklılıkların üzerine gitmek istiyor musunuz?

Dizi sektöründe şöyle bir şey var, ne yaparsan yap ne olursa olsun kendini tekrarın önüne geçemiyorsun. Çünkü haftada yüz sayfa senaryo geliyor önüne ve yılda 39 bölüm çekiyorsun. 3900 sayfa demek, ve bence gerçekten bir yazar kadrosu oluşturmalı. Bence tek kişinin yazması haksızlık. Ve bu kadar uzun olması da haksızlık. Ne yaparsan yap bir zaman sonra hiç kimse gelmeyecekti. Ne zaman bir film senaryosu elime geçse, oo aaaa ne kadar değişik, lan müthiş falan diye kalıyoruz. Dizi belli bir süre sonra kendisini tekrar eden bir şey.

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.