“Sanat sırf masturbasyon için bile yapılabilir ama toplumu da orgazma ulaştırmak koşuluyla…” Bu yazımın konusu bir yönetmen (Nuri Bilge Ceylan) ve bir romancı (Orhan Pamuk).

Neden derseniz, aralarında ilginç benzerlikler olduğunu farkettim… Bu yüzden, toplumumuz tarafından nasıl algılandıklarına kafa yorup epeyce araştırdım. Bu arada kendimi bildim bileli tartışılan “sanat, sanat için mi yapılır yoksa halk için mi” adlı sorunun da cevabını buldum sanırım. Kendimce. Keyifli okumalar… Şu ana dair öncelikli tespitim: Nuri Bilge Ceylan’ın bir tek filmini dahi seyretmemiş olup Altın Palmiye aldığı için onu “en büyük yönetmen” olarak gören geniş bir kesim olduğu. Aynı, Orhan Pamuk’un bir tek romanını bile okumayıp Nobel aldığı için “ülkenin en iyi yazarı” diye nitelendirenler olduğu gibi. Bu iki sanatçının eserleriyle haşır neşir olmuş bir kesim daha var ki, her ikisinin de ultra yetenekli değil ama çok çalışkan, araştırmacı ve azimli olduğunu, işlerine büyük emek verdiklerini düşünerek onlara saygı duyuyorlar. Bazıları ise, her ikisinin eserlerini de durağan, uzun ve bir parça sıkıcı bulduklarını, izledikleri ya da okuduklarından fazla bir şey anlamadıklarını söylerken, yine de sonuçta sanatsal bir lezzet aldıklarını, bir şekilde bu adamların yarattığı atmosferden etkilendiklerini belirtiyorlar. “Naif” bulunuyorlar ve tam anlaşılmasalar da bir “büyüleri” olduğu söyleniyor. İkisi de takipçileri tarafından ilk okunuşlarında, ilk seyredilişlerinde yeterince anlaşılmayıp tekrar okunuyor/izleniyor. Her ikisinin de sevenleri ve sevmeyenleri var, ancak hepsinin ortak gözlemi, bu adamların eserlerinin kendi ülkelerinden çok yurt dışında, Avrupa’da rağbet gördüğü. Bir kesim buna sebep olarak snob bir bakış açıları olduğunu, kendi ülkelerine yabancı gözüyle baktıklarını söylüyor, bir diğer kesim bunu sadece bireysel ve dolambaçlı hikayeler anlatmalarına, belirli politik bir duruş sergilememelerine bağlıyor. Bir adım ileri gidip ikisini de “fazla” derin ve elitist olmakla, burjuva bireyselliğini yüceltmekle, halka ulaşamamakla suçlayanlar da var. “Burjuvaziyi karşılarına alan eserler yaratsalardı, apolitik olmasalardı o ödülleri rüyalarında görürlerdi” şeklinde çok sayıda yorum yapıldığına şahit oldum mesela. Dikkatimi çeken bir diğer benzerlik de şu: İkisinin de eserlerinden çok, ödül alırken yaptıkları konuşmalardan bahsediliyor. Bir kesim Nuri Bilge Ceylan’ı “Türkiye hakkında güçsüz ve zavallı bir ülke imajı çiziyor” diye eleştirirken, bir kesim de Orhan Pamuk’u “ülkeyi karalamakla” suçluyor. Her ikisine de “ülkeleri adına umut beslemediklerini ve geleceğe dair halka umut aşılamadıklarını” söylerek antipati duyanların varlığı söz konusu olduğu gibi, bir şekilde milli duyguları okşanarak gururlananlar da var. Ayrıca, her ikisinin de farklı meslekleri hedeflerken sonradan fikir değiştirmeleri dikkat çekiyor. Nuri Bilge Ceylan elektrik-elektronik mühendisi olacakken sinemaya, Orhan Pamuk ressam olacakken edebiyata yöneliyor. Ne yazık ki, bir kesim tarafından her ikisi için de (bugüne kadar asla kanıtlanmamış olan) eser hırsızlığı, amiyane tabiriyle “arakçılık” ithamları dile getiriliyor. Bir kesim, Nuri Bilge Ceylan’ın daha önce Altın Palmiye alan Yılmaz Güney’le, Orhan Pamuk’un da daha önce Nobel adayı olan Yaşar Kemal’le eşdeğer görülmesine ciddi tepki duyuyor. Yılmaz Güney ve Yaşar Kemal’e halk tarafından duyulan sevginin niteliği çok farklı görünüyor. Nuri Bilge Ceylan ve Orhan Pamuk ise “halktan böylesine kopukken yaptıkları işin evrensel olduğu söylenemez” şeklinde eleştiriler alıyor. Bu arada her ikisinin de yakın zamanda aldıkları farklı ödülleri “Soma’daki madencilere” adaması, dikkatimi çeken başka bir benzerlik. Her ikisi de bir kesim tarafından söz konusu “maddi-manevi değeri yüksek” ödülleri alabilmek için “lobicilik” yapma ve çeşitli menfaat ilişkileri kurma iddialarıyla suçlanıp küçümsenirken, bir diğer kesim de bu iddiaları onların yükselişine duyulan kıskançlığa bağlayıp “Türk, Türk’ün kurdudur” yorumunu yapıyor. Bu arada, ikisinin de ateşli hayranları olduğu aşikar. Elit bir kesim, yönetmen ve romancı olarak onları “Türkiye’nin en iyileri” olarak görüyor ve etkileyici yorumlar yapıyor: “Onlar halka ulaşmak zorunda değil, onlar saygın bir biçimde idealist davranıyor, popülizm peşinde koşmuyor. Zaten buna ihtiyaçları da yok, çünkü aldıkları para ödüllerinin izlenmekten/okunmaktan daha çok getirisi oluyor. Onlar halkı değil, halk onları anlamaya çalışmalı ve basit, sığ zevkler peşinde koşmamalı. Sanatçı net bir hikaye anlatmak, toplumsal ve somut konulara parmak basmak zorunda değildir, kendine özgü bir yöntem izleyerek belirli bir “etki” yaratması yeterlidir. Sanat, halk için yapılmaz, sanat için yapılır ve halka ithaf edilir…” Bir başka kesim de bu sanatçıların aslında snob olmadığını, sadece “kendileri” için eser ürettiklerini, kendilerini sevmek ve onaylanmak arzusuyla varlık gösterdiklerini söylüyor. Bu da bana göre anlaşılabilir bir bakış açısı. Anlayacağınız üzere, bu yazıda sadece toplumumuzun Nuri Bilge Ceylan ve Orhan Pamuk gibi dünya çapında üne kavuşmuş iki sanatçısını nasıl algıladığını araştırarak, ortadaki tabloyu anlamaya ve anlatmaya çalıştım… Fakat bu konuya ve özellikle “sanat, sanat için mi yapılır, halk için mi” sorusuna dair kendi görüşlerimi de dile getirmek isterim: Ödül organizasyonlarında jüri subjektif davranma özgürlüğüne sahiptir, birine ödül vermek için kendince sebepleri vardır ve bunu sorgulamak pek de anlamlı değildir bence… Çünkü sanat, sanatçının eser üretirken izlediği yöntemler açısından gözleme, deneye ve analize dayansa da, pozitif bir bilim dalıymışçasına değerlendirilemez. Zevkler ve renkler tartışılmaz, tartışılsa dahi bir jüri (atıyorum) En İyi Oyuncu ödülünü ille de (yine atıyorum) Anglosakson-Protestan olan bir oyuncuya verme eğilimindeyse mesela, buna engel olunamaz. Bu tür şeylerden rahatsız olanların da sonuçta o organizasyonlara katılmama özgürlüğü vardır ve bu gerçekten o kadar önemli bir mesele değildir, olmamalıdır. Ödül organizasyonlarının her birine “orada ne dolaplar dönüyor” şeklinde şüpheyle yaklaşmaktansa sahip olduğumuz eforu yapıcı eleştirilere ve fikir/sanat eseri üretmeye harcamak çok daha akılcıdır. “Sanat ne için yapılır” sorusuna gelince… Bana göre, istediğiniz her şey için sanat yapabilirsiniz. Hatta bir sanatçı, sadece masturbasyon için bile sanat yapma özgürlüğüne sahiptir… Toplumu da orgazma ulaştırmak koşuluyla… Çünkü başarı böyle bir şeydir. Yaz mevsimi, güneşiyle hepinize umut getirsin.

DENİZ UĞUR

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.