Sinema bazen üzerine aldığı konunun ağırlığını, büyüsünü yansıtamıyor, aslında sinema demek yanlış yönetmen diyelim biz ona…
Semir Aslanyürek Sovyetler Birliği’nde aldığı sinema eğitiminin disipliniyle film çekmeye çalışan ama günümüz sinema anlayışının biraz uzağına düşen deneyimli yönetmenlerden. Gerçi genç yönetmenlerin de çağı yakaladığını ama sinemayı ıskaladığını söyleyebiliriz. Bu başka bir tartışmanın konusu!
Lal Yılmaz Güney’i görme, onunla fotoğraf çektirme hayali kuran iki çocuğun yani Cemal ve Süleyman’ın peşine düşen bir film. İkisi de Yılmaz Güney hayranı ve onu görmek için her şeye razılar. İki tane sevimli çocuğun yolculuğu kimi zaman masalsı kimi zaman da gerçek görüntülerle Adana’ya kadar uzanıyor. Fikir çok güzel ama işlenişinde sorunlar var ve o yüzden güzelim fikir yeterli etki sunamıyor. Çocukların yolda karşılaştıkları kişilerin Yılmaz Güney’i anlatması herkesin kafasında, yüreğinde bir yerlerde bir Yılmaz Güney algısı, sevgisi olduğunu gösteriyor. Ama masalsı etkiyi kıran başka bir etki de karakterlerin hikayenin içine oturmaması oluyor.
Özellikle de çocukların karakolda sorguya alındığı hatta işkenceye uğradığı yerler o masalsı anlatının üstüne geçiyor ama filme yerleşemiyor, hatta fazla karikatürize duruyor. Yani gerçeklik ve masal dengesi sorunlu… Tabii bir de filmin yıllara yenik düşen, gerileyen sinema algısı var ki, filmden yeni bir duygu beklemek neredeyse anlamsız hale geliyor.
Oysa sinemanın duygularımıza tatmin edici bir şekilde eşlik etmesini bekliyoruz, Yılmaz Güney gibi sinemanın gerçekliğinden yola çıkmış bir adama sağlam adımlarla ulaşmak istiyoruz. Çocukların kararlı dünyasıyla filmin içine girmek istiyoruz ama nafile!
Bu da sinemanın çağını yakalaması gerektiğin altını ısrarla çiziyor ve ben filmin güzel bir konudan vasat bir anlatı çıkardığını düşünerek üzülüyorum.