Bu hafta vizyona giren Mutlak Adalet filminin başrol oyuncuları Bihter Dinçel ve Ozan Akbaba filmlerinin izleyiciyi şaşırtacağını söylüyor. Sinema projelerinin genelinde ise hazırlık süresinin kısalığından yakınıyorlar…
Türk sinemasının üretim bolluğuna söylenecek fazla bir şey yok. Bir de şartlar daha profesyonel olsa herşey daha iyi olacak. Bu hafta vizyona giren Mutlak Adalet filminin başrol oyuncuları Bihter Dinçel ve Ozan Akbaba oynadıkları filmin sürprizlerle dolu bir hikayesi olduğunu, seyirciyi tatmin edecek bir yapım olduğunu söylediler. Tecavüze uğrayan bir kadını canlandıran Bihter Dinçel böylesi önemli projelerde daha iyi sonuçlar almak için yapım safhasının daha profesyonel bir hale gelmesi gerektiğini belirtti.
Senaryoda sizi etkileyen şey neydi?
Bihter Dinçel: Hikâyenin gerçek ve sade bir akışının olmasıydı. Süslemek ya da etkilemek için yapılmış bir şey yoktu. Senaryodan önce çok kısa bir sinopsis gördük ve bunun üstüne bu filmi yapmaya karar verdik. Çok etkili bir finalinin ve çok sade bir dilinin olmasıyla alakalı. Hikayedeki roller de çok gerçekti ve zevkle o karakterleri var etmeyi istedik.
Ozan Akbaba: Karakterleri çok beğendim, çok hoş bir konusu vardı. Bülent’le (Çolak) biz o dönem Bir Hikayem Var filmini çekiyorduk. Ona gösterdim senaryoyu o da çok beğendi. Onun gibi birinden de “Evet, iyiymiş” onayını alınca daha da sıcak baktım.
Psikolojik gerilim, ya da aksiyon tarzı film bizde çok fazla yok. Nedense sinemamız böyle tür filmlerine çok sıcak yaklaşmıyor. Bunun sizin için bir çekiciliği var mıydı?
Bihter Dinçel: Evet tabii ki, bir de o kadar az iyi film yapılıyor ki. Bunların çoğundan haberdar bile olmayabiliyoruz. O yüzden böyle bir şeyin içinde olmak, destek olmak istedik. Bunu ukalalık yapmak için söylemiyorum ama sonuçta İstanbul’da yaşayan bir yönetmen değil, yönetmenliğe yeni başlayan bir arkadaşımız olduğu için sadece destek olmak için değil, kendimiz için bir şey yaptık aslında.
Ozan Akbaba: Sonuna kadar katılıyorum, destek olmak için yapsaydık film çıkana kadar bu kadar peşinden koşmazdık “Şunu yapalım mı, ne gibi bir yardımda bulunabiliriz” diye işlere girişmezdik, sadece oynardık oyuncu olarak da üzerimize düşen görevi yapmış olurduk. Senaryonun albenisi çok fazla olduğu için bırakamıyorsun. Ben mesela müziklerini yaptım, çok büyük zevkle yaptım.
Bunun dışında da müzik çalışmalarınız oldu. Bir filmin müziklerini yapabilmek için oyunculuğun dışında başka bir tür içselleştirme gerekiyor. Bunun da hikâyesini anlatır mısınız?
Ozan Akbaba: 2001 yılında bilgisayarımı aldım. benimsinemalarim.com diye bir site vardı, tabiri caizse Türkiye’ye kısa filmi tanıtan bizim sitemiz oldu. Selçuk Aydemir, Burak Aksak, Murat Serezli, Ali İlhan, Sadi Celil Cengiz gibi şu anda popüler olan isimler hep bizi orada, o sitede tanıştık. Birisi film yapardı, ben müziğini yapardım, dublajını yapardım, ben film yapardım arkadaşım görüntü yönetmenliğini yapardı. Böyle imece usulü gittik ve bu sayede birçok şeyi öğrendik. Ben yaklaşık 20’ye yakın kısa filme müzik yaptım. Dolayısıyla artık senaryoyu okuyabildiğimi öğrendim. Hüseyin’in (Eleman) senaryosuna bakınca bu kadar güzel senaryoya çekilecek filmi hayal ettiğimde de mutlaka müziklerini yapmak istediğimi anladım. Hüseyin de yaptığım müzikleri kaliteli ve filme yakışır bulunca da böyle bir paslaşma oldu.
Bazı filmler için özel bir hazırlık yapmak gerekebilir ama sizin filminiz böyle hazırlık gerektirmeyenlerden, ancak filmde tecavüz sahnesi, şiddet ve ağır dram var. Buna nasıl hazırlandınız?
Bihter Dinçel: Buna hazırlanmak için biraz haber dinlemek, biraz etrafa bakmak yeterli. Ruhumuz böyle şeylere o kadar hazır ki ne yazık ki… Bunun içinde olmak benim açımdan duygu olarak zor bir şeydi ama ona hazırlanmak çok da zor bir şey değildi. Yakınımda bile aklıma gelebilecek isimler vardı, birebir böyle bir şey değil de sonuçta şiddete dair bir sürü şey yaşayan insan var etrafımızda ve bunu yaşadığımı düşünmek çok zor olmadı. Sonrasında kadında gelişen o apatik durum, sosyalleşememe, ilişki kuramama, böyle bir şeyi yaşadıktan sonra duvar olma halini oynamaya çalıştım. O duyguyu düşündüğüm zaman bunu yapmak çok zor değildi ama düşünmesi bile gerçekten çok acıklı.
Ozan Akbaba: Karakter çok zor bir karakterdi. Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey geliyor. Sadece karısının ve kızının böyle bir duruma maruz kalmasıyla etkilenmiyor. Çıkış noktası o oluyor. Çok travmatik bir şey yaşıyor ve ondan sonrasında karakter değişmeye başlıyor. O değişimi vermek çok zor oldu. Film ilk başladığında biraz daha kendinden emin, evin kredisine yoğunlaşmış, memuriyet hayatı var, üvey kardeşine bakmak zorunda hissediyor kendisini. Bunları yaparken biraz daha dik duruşlu bir insan ama o olaydan sonra özellikle hapisten çıktıktan sonra adamın fiziksel anlamda da yıkıldığını görebiliyoruz. Burada yönetmenimizin yönlendirmeleri çok önemliydi ama aynı zamanda böylesine tecrübeli oyuncularla da çalışınca “Ben acaba bunu ne kadar doğru yapıyorum? Bu yakışıyor mu bu karaktere? Böyle mi götürmeliyim?” diye kendi kendine soruyorsun.
Bihter Dinçel: Ozan’ın oynadığı rol o kadar güzeldi ki, ben hiç oyuncu koçluğu yapmadım ama böyle bir erkek rolü oynayamayacağım için bir daha bu film çekilse ben Ozan’ın koçu olmak isterdim. Ozan kötü oynadığı için söylemiyorum, Ozan çok güzel oynuyor ama o kadar lezzetli ki yanında olup “Şöyle oynasana, bir de bunu yapsana” demek isterdim.
Yurtdışında bu tür roller için bazı yardımlar alınır. Suç ve Ceza Filmleri’ni düzenleyenler de filmlerde cinayet, tecavüz kullanılıyor ama bu filmler yapılırken hiç kimsenin profesyonellerden yardım istemediğini söylüyorlar. Belki burada yapımcı ve yönetmenlere de iş düşüyor ama siz bu tip rollerde bir hazırlanma alışkanlığı edindiğinizi düşünüyor musunuz?
Bihter Dinçel: Bu alışkanlığı edinebilmek için böyle koşullarımızın olması gerekiyor. Mesela bize bir senaryo geldiğinde “İki hafta içinde çekime başlayacağız” bizim duyduğumuz en iyimser cümledir. Genellikle “Haftaya başlıyoruz” ya da “Üç gün sonra başlıyoruz” gibi şeyler duyduğumuz için öyle bir lüksümüz yok. Gönül ister ki ben bugün bir senaryo alayım ve 2015’in Haziran ayında başlayayım, bu söylediklerinizin hepsini yapmak arzusuyla yanıp tutuşuyorum ama öyle bir lüksümüz yok. Öyle filmler de çekiliyor ama onlar çok büyük prodüksiyonlu filmler oluyor. Cast en baştan belli oluyor ve oyuncuların da çok üzün süre hazırlanma vakti oluyor, o sırada da bunları yapmayacak bir oyuncu olduğunu zannetmiyorum. Artık Türkiye’de çok iyi oyuncular var, çok bilinçli oyuncular var. Öyle fırsatı olan oyuncuların hepsi de bunu yapıyor. Bu sene örneğini gördük zaten; Uğur Yücel’le Beren Saat. O filmin öyle bir zamanı vardı, çok uzun süredir planlanmış bir filmmiş zannediyorum ki o yüzden onlar da üzerlerine düşen her şeyi yaptılar. Keşke bizim de öyle bir fırsatımız olabilseydi. Zaman, para, film sektörü, Türkiye bizim bütün bunları yapamamamızın sebebi.
Sizin kariyerinize baktığımız zaman daha çok diziler var, bu ikinci uzun metrajlı filminiz. Bu bir kariyer planlaması mı?
Bihter Dinçel: Şans. Sinema filmi görüşmesi yaptım ama bir derdi olan film yapmaktı meselem. Hüseyin’le aynı dönemde mesela çok yüksek bütçeli bir film reddedip Hüseyin’in filmine gitmeyi tercih ettim çünkü onun bir meselesi vardı, yapmak istediği bir şey vardı, sadece film yapmıyordu yani. İyi bir şey olsun istiyorum. Komedi de olabilir dram da olabilir ama bomboş, sadece kendimi göstermiş olmak için, artı bir film daha yapmış olmak için yapmak istemiyorum. Film zaten artık para için yapılan bir şey değil. Diziden para kazanıyoruz, sinema filminde bari keyifle içimize sine sine, yıllar sonra dönüp baktığımızda “İyi ki oynamışım” diyebileceğim bir şey yapmak istiyorum o yüzden de bekliyorum. Çok iyi senaryolar gelmiş olsaydı yedi, sekiz tane filmim olurdu. İnşallah olur.
Sizin de 2012’ye kadar filminiz yok, 2012’den sonra dört tane uzun metraj filminiz var. Bu değişim nasıl oldu?
Ozan Akbaba: Ben iç mimarlığı bitirdim Akdeniz Üniversitesi’nde. Çocukluğumdan beri oyunculuk yapıyorum. Kimse bilmez ama Kars’ta Serhat TV diye bir kanalımız vardı. 6-7 yaşındayken çıkmıştım, playback yapmıştım. Bizim halalarımız, amcalarımız Almancıydı her geldiklerinde bir tane kamerayla gelirlerdi. Bir şeyler çekerdik. İç mimarlığı bitirdiğimde yapmak istemediğimi anladım an İzmir’de bir dizi yapmıştık Cennetin Sırları diye. O diziyi bitirdikten sonra ben İstanbul’a taşınma kararı aldım. 2011’de taşındım ve buradaki bütün fırsatları değerlendirmeye çalıştım. O yüzden böyle bir patlama olmuş olabilir.
Türkiye’de Türkan Şoraylar’ın dönemi gibi sinema oyuncusu kalmadı. Artık bir oyuncu var, şans kader kısmet ne getirirse tiyatro, dizi, sinema hepsinde oynuyor. Bunun oyuncular açısından bir dezavantajı olduğunu, kendinizin bu dezavantajlardan etkilendiğinizi düşünüyor musunuz?
Bihter Dinçel: Ben bu dezavantajdan fazlasıyla etkileniyorum. Komedi dizilerinde oynadığım zaman bir dram teklifi bana gelmiyor mesela, ya da çok az oluyor. Kodluyorlar. Saçı sarıysa, siyah saçlı bir kadını oynayamaz kadar basit bir denklem var aslında. Çünkü çok oyuncu var, nasıl olsa herkes oynamaya çok gönüllü algısı var. İki günde cast yapıp, çarçabuk başlayıp, iki günde bitirmenin telaşında herkes ama bu kadar çabuk başlayan işler de bu kadar çabuk bitiyor işte. Sonra “Vay neden böyle oldu, çok yazık oldu” deniyor. Sonra o insanlar işsiz kalıyor. Dizi de aslında çok kötü bir yerde. Özellikle bu sene bence yaşanan en kötü senelerden biriydi dizi anlamında. Hatta dizilerde şöyle şeyler olmaya başladı, bir işi kabul ediyoruz başlıyoruz, ikinci bölümden sonra “Benim kabul ettiğim iş bu değildi. Ben böyle bir işte olmayabilirdim” duygusu geliyor. Bu da çok acıklı bir şey. Bunlar yeni dönüşümler, biz de içinde yeni yeni yaşıyoruz. Ben şu durumda artık mümkün mertebe beklesem iyi bir dizi yapmak için bu arada sinema filmi ve tiyatro yapabilsem diye düşünüyorum ama hem ekonomik koşullar hem de diğer koşullar buna çok fazla imkân vermiyor.
Ozan Akbaba: “Ozan’ı çağırın bir onunla konuşalım” deniyor mesela. Proje güzel, şu da güzel ama “Benim kendime biçtiğim, insanların bana biçtiği değer budur bunun üzerinden konuşursak iyi olur” diyorsunuz. İşin içine ekonomik boyut girdiği zaman hemen alternatiflerinizi değerlendirmeye başlıyorlar. Sizde ısrar etmemelerinin tek sebebi sektörün tam olarak olgunlaşmamış olması. Eğer sektör gerçekten olgunlaşmış olsaydı insanlar ne istediklerini bilirdi. O yüzden biz de oyuncu olarak sıkıntı çekiyoruz. Keşke sinema filminden para kazanabilen oyuncuların ülkesi olabilseydi burası, herkes para kazanmak için diziye yönelmesiydi bence bu kadar alternatifimiz olmayacaktı; dizi sektöründen bahsediyorum.
Bihter Dinçel: Karşılığı yok dizinin. Dizi vakit geçirmek için yapılan bir çerez. Birçok yabancı dizilerin artık müptelası olduk. “O kadar uzun bir hikâyem var ki size bunu 120 dakikada anlatamam” eşittir dizi. O yüzden iki sezon, üç sezon dizi yapıyor adamlar ve gerçekten çok hikâyeleri olduğu için yapıyorlar. Her bölümü film olan ama uzun hikayeli işler dizi. Ama bizdeki karşılığı bu değil. Biz müzik altında bakışıyoruz uzun uzun.
Türk sinemasında kadın oyuncu olmak çok önemli. Bir toplumun değerini kadının nerede olduğu gösterir, gerek özgürlükler, gerek sanatsal açıdan. Biz 80’lerden sonra 90’ların ilk yarısına kadar feminizmin etkisinin olduğu filmler gördük, bunun faturasını ödeyen kadın oyuncular gördük. 2000 sonrasında ise bu anlamda geriye adım atıldığını düşünüyor musunuz?
Bihter Dinçel: Rahmetle andığımız, sevgiyle andığımız büyük yönetmenlerimiz var kadın filmleri yapan, kadın hikâyeleri yapan, tam da söylediğiniz dönemlerde. 70’lerin sonu, 80’lerde başlayan ama 2000’lerde son bulan… Onlar da hep talihsiz filmlerdir. Orada da damgalanmıştır o kadın oyuncuların hepsi ama ondan sonra gişeden para kazanma sevdasıyla erkek hikâyeler yapma peşine düşüldü. Gerçi dünyada da erkek hikâyeleri her zaman daha fazladır. Baktığımızda çok konuşulan ve unutulmayan birçok film aslında kadın hikâyesidir. Baba filmini dışarıda tutuyorum ki onda da bir kadın meselesi vardır, ya da bir kadın vardır. Ama bizde kadın rolü bile yazılmıyor. Ben ya birinin karısı olarak, ya birinin sevgilisi olarak var olabiliyorum ama normal hayatta da Türkiye’de böyle. Tanışırken bile “Bilmem kimin karısı” ya da “Bilmem kimin kızı” demek. Ya da ben kendimi öyle tanıştırmıyorum ama yanındaki üçüncü bir kişi “Biliyor musun o bilmem kimin kızı” diyor. Bu ne kadar fena bir şey. Hayır önce ben Bihter’im, bir kadınım ve bir derdim var. Dediğiniz şey çok doğru bence 2000’lerin ortasından sonra da “Biz gişe filmi yapıyoruz dönemi başladı. Gişe filmi, festival filmi ne demek ben bunları da anlamıyorum. Film filmdir. Bahaneleri de var, “Bu filmi yapıyoruz ama bilmem kimin hayatını yapacağız onun için para biriktiriyoruz.” Hiç de o filmler yapılmadı. Para kazandıkça o filmlerin devam filmlerini yapmaya devam ediyorlar. Sonra diyorlar ki “İnsanlar bunu istiyor. Biz de bunu yapıyoruz.” Öyle bir şey yok. Siz bunu veriyorsunuz insanlar da onu seyrediyorlar. Kendi hatalarını başkalarına hakaret ederek kapatıyorlar.
Film 10 kopyayla girdi, bunların çoğu da İstanbul dışında. İzleyici ile buluşamama problemi var. Sözleşme yaparken veya projeleri tercih ederken bunları göz önüne alıyor musunuz?
Bihter Dinçel: Hayır. Biz vizyona girip girmeyeceğini bile bilmiyorduk filmin. Böyle lükslerimiz yok. Yeter ki bu senaryo çekilsin, bir şekilde yolu bulunur, işte o yol iki sene sonra bulunabildi zaten. İki yıldır bu çocuk bunu bekliyordu ve şimdi nerede, Çemberlitaş’ta, Suadiye’de ve Üsküdar’da İstanbul’da. Sinema seyircisi Beyoğlu, Kadıköy’de sinemaya gidiyorlar daha çok. Ancak bu filmin varlığından haberdar olacak, internetten takip edecek, o gününü ona ayıracak, kalkıp oraya gidecek de bu filmi seyredecek. Bu biraz “İyi aferin çocuklar filmi yaptınız, hadi bakalım seyreden gelsin” gibi bir şey oldu.
Ozan Akbaba: Bir de benim ricam olacak, lütfen Ocak’tan beri hala sinemada olan filmlerini geri çeksinler ki, yeni filmler de gösterime girme şansı bulabilsin. Çünkü hali hazırda Spiderman, Captan America gibi Hollywood filmlerine ilgi çok büyük, onlar da zaten yeni girdi, Ocak’tan beri gösterimde olan filmler yüzünden maalesef bizim filmlerimiz gösterim şansı bulamıyor. Salonlar “Bu filmler bana para kazandırıyor, ben senin filmini ne yapayım2 diyor ve aslında içten içe para kazandığı sektörü aşağılıyor.
Bihter Dinçel: Keşke o büyük sinemaların bir opsiyonu olsa. Haftanın belli günlerinde böyle bağımsız filmlere bir gün ayırsalar, ya da her akşam dokuz seansı bir bağımsız filmin seansı olsa, onlara da şans verilse. O zaman her şey daha güzel olur. Bu film İzmir’de çekildi, İzmirli oyuncular oynadı, İzmirli bir yönetmen çekti ve İzmir’de vizyona girmedi bu film.
Benim size sormadığım sizin bu filme gidecek izleyiciler için söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Ozan Akbaba: Şaşırmaya hazır olsunlar. Gerçek anlamda ama çünkü çok uzun zamandır şaşırtan filmler çekilmiyor Türkiye’de.