Tam bir yasaklar dönemine girmişiz de haberimiz yok… Özgürlük vaat ettiğini söyleyen, özgürlüğü sadece yaptığı yol, köprü, havalimanı, AVM, TOKİ, gökdelen, rezidans yani kısaca betona bağlayan bir zihniyetle karşı karşıyayız! Aslında bir inatlaşma hali mevcut da diyebiliriz. İnsanlar ölüyor, yaralanıyor, mutsuz, yasaklamalar var diyoruz beton diyorlar…

Her yeri beton yapacağız, yol yapacağız diyorlar. Mutluluğu oralarda aramamızı istiyorlar. Onlar yapıyor bize de isyan ederek, konuşmak, isyan edip sokaklara taşmak kalıyor. Karşımızda gerçekten de duyguları alınmış, beton gibi bir iktidar var! Hiçbir etkilenmeye kapılmadan, duygusal tökezlemeye düşmeden, duymadan, görmeden, hissetmeden sadece vura kıra ilerleyen bir algı var! İşimiz gerçekten de zor!

Son olarak internet yasaklarıyla karşı karşıya kaldık. Twitter kapandı, yasaklandı. Engelleme değil bu basbayağı TİB’in kılıfına uydurduğu bir yasaklama. Sebepler bakla gibi çıktı çok geçmeden ağızlardan… İktidara, başbakana hakaret var, porno kasetler yayınlanıyor, ses kasetleri düşüyor ve insanlar kafasına göre yorumluyor. Önce işin sunum tarafına değinmek istiyorum. Yolsuzluk kasetleri beni daha çok ilgilendirdi açıkçası. Hortumlanmış onca para, insan emeği ve yapılan işin pisliği elbette çıldırtıcıydı ve herkes ağzına geleni söyledi. Sonra tape beklentimizi artırmak çeşitli şeyler sürüldü ortaya. Buna kızıyorum işte. Birileri tape sürecek, biz de elimizi açmış bekleyeceğiz öyle mi? Yok böyle olmamalı. Bizim yolumuz daha ayrı, başka olmalı ama gerçekten de oraya buraya saçılmış bireyler olmanın çaresizliğini yaşıyoruz. Bir yandan hepimize bir güç geldi, yasaklara göğüs gerecek kadar gözü karayız ama bir yandan da bizi çektikleri küçük dünyanın içinde debeleniyoruz. Burak Erdoğan’ın sevgilisiyle yaptığı konuşma sonrasında tehlikeli bir noktaya çekiliyor ve bizden ‘ahlakçı’ olmamız bekleniyor adeta. O konuşmaların bizi ilgilendiren tek yanı, nikahsız kadınla erkeği yan yana koymaktan kaçınan, hatta buna yasak getirmeye çalışan zihniyetin rezilliği olabilir ki, onların yaptığı şey bizi ahlakçılık noktasına taşımaya zorlamak oluyor. Kaset çıkacak ve biz de ona ağzımıza geleni söyleyeceğiz kıvamına geldik, nedir bu ya! Biz birilerinin yaptıklarına karşı durmalıyız elbette ama bir yandan da kendi yolumuzu belirlemeliyiz… Hep yapılan ve karşı durulan şeklinde ilerliyoruz bir süredir! Gerçekten tatminsiz, mutsuz ve çıkışı olmayan bir yolda gibiyiz. Bu yazıyı seçim öncesi yazıyorum, seçimden sonra neler değişir bilemiyorum, değişeceğine dair umut da taşımıyorum açıkçası. Demiştim çok da değişmedi sonuçlar yani ben buna yasaklara devam gözüyle bakıyorum, sinemada bundan nasibini fazlasıyla alacak…

Birkaç yıl öncesine kadar sosyal medyaya mesafeli yaklaşıyordum, yıllar boyu yazmış etmiş biri olarak sosyal medyanın gücünün farkında değildim. Zaten yazıyorum, bloğum var, internet siteleri var, oradan ulaşsın insanlar bana diyordum. Ama yasaklanınca ona ulaşmak için nasıl da çabaladık, bu anlamda kurduğumuz yardımlaşma, dayanışma, birbirimize sahip ve arka çıkma durumlarını çok seviyorum ve sonuna kadar destekliyorum. Hepimiz deneye yanıla bir şekilde girdik twittera, birbirimizin hayatına… Ama şu an hala yasak biliyorsunuz değil mi? Ben bu yazıyı yazarken Ankara İdare Mahkemesi, Twitter’a erişimin engellenmesine dair TİB’in idare kararının yürütmesini durdurdu. Ama bunlar yaşadıklarımızı silip götürdü mü, götürecek mi? Hayır! O zaman bu yazı da dursun!

Yasaklar çıkış yaratır her zaman!

Derviş Zaim’le yapılan bir röportajdan yasaklarla ilgili bölümü paylaşmak istiyorum… İnsanın yapmaması gerekenler manzumesi artmaya başlayınca insan söylemeye başlayacağı şeyleri nasıl söylemeye başlayacağını düşünmeye başlıyor diyor Zaim… İspanyol sinemasının en yaratıcı dönemi Franco dönemiyken, Sovyet ve Polonya sineması da despotik rejimler altındayken baskıya alternatif yöntemlerle filmlerini sembollerle çektiler diyor. Sanatın önünde herhangi bir engelin olmaması gerektiğini de ısrarla vurguluyor ve yasaklamalar daha çok artarsa romanlarda ve sinemada bilimkurgu ve fantastiğin patlayacağını da söylüyor. Hadi bakalım, yasaklar dursun sinema sürsün!

 

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.