Cennetten Kovulmak filminin yönetmeni Ferit Karahan ve aynı zamanda filmde de oynayan eşi Gülistan Acet filmlerinin hikayesini, Kürt-Türk dengesini, bunların evlerine yansımasını konuştular…

 Türk sinemasının belki bir alt dalı olan Kürt sinemasının bir çok örneğini seyrettik. Bu ay da vizyona Cennetten Kovulmak filmi girdi. Yönetmen Ferit Karahan ve oyuncu eşi Gülistan Acet’in ilk uzun metraj film denemeleri hem tartışma yarattı hem de yurt dışı dahil bir çok festivalde ilgi gördü. İki ayrı hikayeyi bir potada birleştirerek Türk Kürt çatışmasını sosyal bağlamda odağına alan filmle ilgili önemli saptamalar yaptılar. Ama en ilginci evli olan çiftin evlerindeki paylaşımlarını tartışmalarıydı. Dürüst ve keyifli bir röportaj oldu…

 İlk uzun metraj filminiz yönetmen olarak. Bunun hikâyesini anlatır mısınız? İlk film olması nedeniyle herhalde kendinize özgü kişisel bir takım gerekçeleri vardır.

Ferit Karahan: Evet esasen benim ilk senaryom değil, yani daha önce çöpe attığım bir beş, on tane senaryo var. Ama filmi çekilen senaryo bir anda değere biniyor. Filme çekmediğiniz zaman senaryo bir anlam ifade etmiyor. Bir roman değil okunacak bir şey değil senaryo. Ve bu anlamda ilk senaryo diyebiliriz buna. Kişisel öğeler barındırıyor. Daha otobiyografik şeyler barındırıyor; benim ve çevremdekilerin hikâyeleri. İlk baştan beri paralel geçişleri olan, matematiği olan bir hikâye tasarladım.

On tane senaryo yazdım çöpe gitti bu senaryoyu filme çektik dediniz ya, niye bu oldu acaba?

Ferit Karahan: Deneyimlerimizle ilgili, ben 2005’ten beri sinema yapmaya çalışıyorum ve on sene geçti. Kısa film çekmeden önce senaryo yazmıştım ama filmi çekilen senaryolar yazmaya başlayınca, kısa filmler festival falan dolaşınca “Ha bu böyle değil şöyle, bunu böyle yapmayayım, şöyle yapayım” demeye başladım. Bunun üzerinden işte bunu yazmaya başladım.

Sizin senaryoya etkiniz ne oldu?

Gülistan Acet: Tanıştığımızda zaten senaryo yazılmıştı ama sonraki süreçte, filmin başlangıç aşamasıyla birlikte ben de hem kamera arkasında, hem kamera önünde başladım. Sonraki iki senelik bir süreçte hemen her gün filmin içindeydim. Özellikle çok uzun bir kurgu süreci oldu, iki yıla yakın.

Oyuncu olarak da filmde varsınız, bunun hikâyesini de almak istiyorum. Çünkü aslında zor bir tecrübe.

Gülistan Acet: Tiyatro eğitimleri alıyordum zaten öncesinde, üniversitede başlayan bir meraktı, oyunculukla ilgili. Demek ki o zamandan düşündüğüm, tasarladığım bir şey varmış alttan alta. Çok itiraf etmemişim kendime de. Sonra sinema eğitimleri almaya başladım. Bir üç yıl kadar sinema eğitimleri devam ediyordu, o ara Ferit’in film çektiğini duydum. Ferit’i kısa filmlerinden tanıyorum sadece. Kürt olduğu için, Kürtçe filmler yaptığı için tanıyorum biraz da yoksa iki tane kısa film çekip herkes tarafından tanınan insanlar olmuyor ne yazık ki, ilginiz varsa tanıyorsunuz. Ben kısa filmlerinden ötürü tanıyordum. Kürtçe bilen, genç kadın oyuncu aradığını duydum.

Filmdeki iki ana hikâye var. Bu iki ana hikâyenin de gerçekliği var sanırım.

Ferit Karahan: Gerçeklik değil benim deneyimlerimden. Okuldan mezun olduktan sonra inşaatta çalışmaya başladım mühendis olarak. Oradaki deneyimlerimle ilgili. Aslında öyle bir kız yok, aslında öyle bir durum yok. Benim kurguladığım bir şey. Köydeki durum da öyle. Bir sürü parçanın birleştiği bir kolaj düşünün. Zaten sinema doğası gereği bir kolajdır, felsefeyi, sosyolojiyi, şunu bunu katarsınız ve bir kolaj yaparsınız.

Kürt Sineması içinde birçok örnek gördük. Sizin yaptığınız filmde bir arayış var. İki ayrı hikaye, iki ayrı toplum ve bunların bir şekilde karşılaşması, birbirlerine teğet geçmeleri… Bu film beraber olmanın imkânsızlığını mı anlatıyor yoksa beraber olabilirler umudu mu var filmin içinde?

Ferit Karahan: İkinci dediğinize katılıyorum, bu film birlikte olma umudunu taşıyor. Bazı gerçeklikler bazı insanları rahatsız etmiş olabilir, bu çok doğal. Bu benim baktığım bir perspektif sadece. Ama en başından beri savaşa karşı duran, barışı, kadını, birbirini anlamayı önceleyen bir yapı kurmaya çalıştım. Ama arayış sadece bununla bence sınırlı değil filmde. Filmin görsel arayışta olduğunu düşünüyorum. Bunun biraz da imkanlarla ilgili olduğunu düşünüyorum kafanızdaki filmin yüzde yüzünü hiçbir zaman çekemezsiniz. Ama ben mesela İtalya’da kurgudayken, kurgucuma ortak yapımcım “Bunun bütçesi ne kadar” diye sorsam herhalde 2 milyon falan vardır diye cevap verdi. Mekan o kadar çok fazla, o kadar çok insan, hepsi birbiriyle ilişki içinde ki… Sadece söylem olarak değil bir görsel arayışta da olduğunu düşünüyorum.

Film sonuna kadar politik bir film. Bu politikliğin üzerine bir de kadın olmanın verdiği bir arayış var. Filmin üstüne bunu koyduğunuz zaman bu filmi nasıl kişiselleştirdiniz?

Gülistan Acet: Herhalde o coğrafyada doğmamış olsaydım ya da çok yakından bilmiyor olsaydım çok bambaşka bakıp kendime de filme de başka şeyler eklemiş olabilirdim, ya da özellikle kendime filmden çok şey eklemiş olabilirdim. Ama o coğrafyada doğmuş biri olarak ve çok yakından tanıyan biri olarak filmin beni çok fazla değiştirip dönüştürdüğünü söyleyemem ama karakter için filmde bir dönüşüm olduğu bir gerçek. Hiçbir şeyden haberdar olmayan, etrafındaki babasının, abisinin diğer erkeklerin ona sunduğu yaşamı kısıtlı da olsa yaşamaya çalışan bir kadının yavaş yavaş bir şeylere artık duyarlılaşması, tepki göstermesi ve bir yerden sonra artık “Benden bu kadar” deyip başka yolu seçmesini anlatıyor. Filmin bende dönüştürdüğü ya da benim filmde dönüştürdüğüm çok bir şey olmadı aslında. Çok yakın bir karakterdi bana. Çok iyi tanıdığımı düşünüyordum en azından. Belki benim aldığım eğitim ya da yaşadığım şartlar çok farklı olabilir ama çok iyi tanıdığımı düşündüğüm bir karakterdi.

Sizde bir tatmin oluşturdu mu bu filmde yer almak, kafanızdaki endişeler politik tartışmalar, yaşamsal tartışmalar anlamında?

Gülistan Acet: Ferit’le çok mükemmeliyetçi olduğumuzdan kaynaklı hiçbir zaman yaptığımız işi “Evet bu sefer iyi” demeyeceğiz. Bu filmde de, benim kısa filmlerimde de, oyunculukta da her işte diyeceğim ki “Bu olmamış, bir dahakine belki.” İlkin senaryo önüme geldiğinde “Çok eksik bir karakter” dedim Ferit’le epey konuştuk, üzerine tartıştık. Şu an önümüze gelen, filmde gördüğümüz karakter belki olması gerekene daha yakın ama senaryoda bayağı eksik bir karakterdi, biz belki deneyimlerimizle yaşantılarımızla onu tamamlamaya çalıştık.

Genelde bu tür filmlerde etnik probleme vurgu yapılır. Aslında etnik problem sınıfsal bir problemle de çok iç içe. Sizin filminizdeki bakış açısı aslında iki ayrı sınıfın çatışması olarak da kabul edilemez mi?

Ferit Karahan: Esas eleştiri Kürtlere ya da Türklere değil, bir sınıfsal eleştiri içeriyor. Bu “Kimin oğlu asker de ölüyor, kimin oğlu gerilla da ölüyor” sorusunu sormayı içeriyor. Yani filmin temelde söylem bazında iki çizgisi olduğunu düşünüyorum. Birincisi bir sınıfsal problem var, ikincisi etnik bir problem var. Birbirine yakın sınıfların bulunduğu bir toplumda etnik problemleri rasyonel, akla uygun olarak çözmek çok daha rahat, çok daha basit, çok daha insani ama burada Türkiye’de maalesef sınıflar arası uçurum o kadar fazla ki, etnisite problemi de oluyor, kadın problemi de oluyor, eşcinsel problemi de. Bütün problemlere belki de bu potada bakmak gerektiğini düşünüyorum. Yani sınıfsal söylemi çok fazla. “Kürt sorunu” çok popüler bir sorun olduğu için, filme iki tane haksızlığın yapıldığını düşünüyorum, sınıfsal problemi gözler önüne sermesi anlamında bir eleştiri ya da bir değerlendirme olmadığı için, ikincisi üslubu ve biçimiyle ilgili çok fazla bir şeyler yazılıp çizilmediği için. Bununla biraz da politik, popüler politik söylemin altında kalıyor diye düşünüyorum.

Kürt sineması, Türk sineması… Sonuçta politik olduğu zaman tabii ki bakış açısı sınıfsal olmak zorunda. Sizin de yönetmenlik tecrübeniz var, kısa filmde aldığınız ödülleriniz var belki de hangi yolda nasıl gideceğiniz daha çok belli değil. Yönetmen olarak devam edeceksiniz belki oyuncu olarak. Bu anlamda filmi nasıl değerlendirirsiniz?

Gülistan Acet: Ferit’in dediğine ben de katılıyorum özellikle Kürt filmlerine bakış anlamında çok yanlış bir yerde olunduğunu düşünüyorum. Biz en nihayetinde sanat üretiyoruz. Bir sanatsal ürün ortaya çıkarıyoruz. Bir film yapmaya çalışıyoruz ama sanki biz birer siyasetçiymişiz gibi, sanki biz toplumun politik sorunlarını çözmek ya da en azından hepsini bütün açıklığıyla gözler önüne sermek zorundaymışız gibi bir görev yükleniyor bize. Yani evet Kürt’seniz ne yazık ki bu gerçeklerden çok sıyrılamıyorsunuz filminizde, yaptığınız resimde, müzikte. Ama en nihayetinde bunun sanatsal bir boyutu da var ve eleştiri noktasında en başta göz önünde bulundurulması gereken şey bu bence. Biz siyasetçi değiliz, siyasete el atmak ya da çözmek zorunda değiliz. Bundan çok rahatsızım. Benim filmim için de mesela hiçbir zaman bunun senaryosu iyiydi ya da oyunculuk gerçekten iyiydi, ya da başka bir yerden bakmış gibi şeyler konuşulmadı. “Cenetten Kovulmak” için de aynı şeyler geçerli. Türklerle Kürtler eşit anlatılmış mı, aynı mesafeden bakılıyor mu? Türk tarafında şehit olan çocukları hemen kabul ediyor seyirci ama diğer taraftan “evsiz de kaldılar dağa da çıktılar, öldürüldüler de sen eşit duruyorsun” gibi onlarca soru. Evet tabii bunlar sorulabilir ki ben onun da bambaşka bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Türk öldüğü zaman şehit oluyor, evet hepimiz çok üzülüyoruz ama onlar Kürt tarafından ölenler için şehit ya da ona benzer bir kavram kullanmıyorlar. O terörist oluyor ve dolayısıyla ailesinin kaybettiği daha fazla şey var. Aile şehit ailesi, kahraman ailesi olmuyor, aile terörist bir aile oluyor. Ve şehrinden, toprağından, eğitiminden ve ait olduğu her şeyden kopmak zorunda kalıyor.

Peki ama bu söylem sonuna kadar politik bir söylem değil mi? Bu söylemle yaklaşırsanız sanatsal açıdan değerlendirilmediği için mi rahatsızlık hissediyorsunuz yoksa taraflı bakış yüzünden mi rahatsız oluyorsunuz?

Gülistan Acet: Ben ikisinin de taraflı olmasından rahatsızım. Çok yönlü objektif, ya da tarafsız bakılmadığı için rahatsızım. Evet o ayrı bir rahatsızlık ama bu da apayrı bir rahatsızlık. İkisi de beni rahatsız ediyor, çünkü biz her ne kadar birbirimizin acılarına çok duyarlıca yaklaştığımızı söylesek de, tarafsız bakmaya çalıştığımızı söylesek de bunun gerçek olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Ne yazık ki. En duyarlımız bile “Ama Kürt’tü onlar” falan diyebiliyor yani yakın zamanda karşılaştığımız on yaşındaki çocuk kafasından gaz fişeğiyle vuruluyor ama Kürt’tü gibi şeyler söyleniyor. Oraya varana kadar binlerce şey var. En baştaki rahatsızlığım sanatsal bir ürün olarak bakılmaması ama onun dışında buna benzer onlarca rahatsızlık var.

Filminizin öyle bir dili var ki bu dil bence normal Türk izleyicisinden daha çok Kürt izleyicisinden tepki alabilir, çünkü ben Kürt’üm diyorsunuz ve bir film yapıyorsunuz. Gelen tepkiler böyle miydi, o taraftan nasıl karşılandı?

Ferit Karahan: Çok fazla bir tepki aldığımızı söyleyemem, film seyircisiyle buluşmamış. Kürtler iyi mi bakar, Türkler iyi mi bakar kötü mü bakar… Böyle sanat yapamazsınız zaten. Bir de Antalya’da çok dar bir çevre seyretti. Bir iki tane gösterim oldu. İzleyenlerin çoğu sizin rakibiniz. Ya da ne bileyim sinema eleştirmenleri, çok da yazılıp çizilmedi üzerine zaten.

Filmin Diyarbakır’da falan bir gösterimi olmadı mı?

Ferit Karahan: Hiçbir yerde olmadı. Festivalde var, Uruguay’da var, İrlanda’da var. Göreceğiz insanlar nasıl bakıyor. Bunlar kızar mı, üzülür mü benim bir kaygım yok.

Sonuçta seyircinin tepkisi de yönetmenin bundan sonraki yolunu çizmekte elle tutulan bir şeydir. Ne kadar kabul etmeseniz bile insan içinden o tepkiden etkilenir. Ben bir çok yönetmende bunu gördüm.

Gülistan Acet: Eğer sanat filmi yapıyorsanız göz ardı edebilirsiniz, vizyon filmleriyse ve para odaklı yapıyorsanız göbek bağıyla bağlısınız. Ama sanat filmleri yapıyorsanız daha çok festival odaklı, daha çok yurtdışındaki başarısı vesaire ilgilendiriyordur aslında. Filmin Türkiye’de vizyondaki başarısı çok da fazla belirleyici değil benim için.

Türkiye’de çok hızlı değişen bir politik ortam var. Aslında her şey sürekli değişiyor ve buna yetişemiyorsunuz. Filminizin yaptığı şu anki güncele ne kadar değdiğini düşünüyorsunuz çünkü sonuçta yaşananlar çok değişti, her şey çok değişti, filminiz geride kaldı mı sizce?

Ferit Karahan: Çok sıcak şeyler üzerine film yapmak çoğu zaman sizi yanıltabiliyor. Onun biraz geçmesini, öfkenizin ya da sevincinizin dinmesini bekleyip daha objektif bakmaya çalışıyorsunuz. 2000’lerdeki söylemle şu andaki söylem değişti, 2000-2006 arasındaki söylem daha farklıydı, 2007 ile 2011 arasındaki söylem tamamen farklıydı. 2000-2006 arasında kimse ölmüyordu ve çatışma falan da yoktu, 2009-2011 ikinci barış sürecinden önceki dönem bizim film çektiğimiz döneme geliyor bir savaş vardı, ben filmi o zaman çektim. Şimdi de yeni bir barış zamanı var, yarın tekrar savaş olabilir. Söylemi Türk-Kürt meselesinden çıkarıp biraz birbirlerini anlamaya çalışan iki topluluk gibi bakarsanız. Ben en azından öyle bakıyorum, filmi yaparken de öyle bakıyorum, evrensel bir dili olduğunu düşünüyorum. Ben ilk gösterimi Roma’da bir teras katında yaptım. Bir sürü insan var, bir sürü etnik ve meslekten insan vardı. Orada aldığım tepki benim filmi buralara taşımama sebep oluyor aslında. Orada olumlu tepkiler aldım.

Her ikiniz için de bu soru geçerli. Press’in yardımcı yönetmeniydiniz, sizin kısa filminiz var üstüne Cenetten Kovulmak var. Belirli bir filmografiniz var. Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz? Aynı konularda üretmeyi mi düşünüyorsunuz yoksa daha genele yayılacak mısınız?

Gülistan Acet: Benim için biraz durum farklı galiba, evet Kürt filmleri yapmaya devam edeceğim ama ben biraz daha bireysel hikâyeler anlatmayı seviyorum galiba. Politik tabii ki, çünkü bundan kaçmak mümkün değil. Hizbullah meselesini ya da 90’lar Doğu’da yaşanan vahşeti anlatmak için küçücük bir çocuğu seçmek belki senin yolun olabiliyor, Hizbullah’ı da birebir anlatabilirsin ya da onun mağduru olmuş ölen, kaçırılan ya da yaralanan birkaç kişiyi de seçebilirsin. Ama bir çocuğun gözünden de anlatabilirsin. Benim bir sonraki filmim de öyle olacak. Şimdi kurgu aşamasında olan bir kısa film var. Onun hikâyesi de daha farklı o da politik. Bir annenin gözünden bu defa. Sonraki filmimin senaryosu hazır o da üç dört tane küçük çocuğun gözünden anlatacak mesela. Çok direkt politik bir şeyden anlatmaktansa onun izlerini taşıyan çok uzağında olan insanları anlatmak benim tercihim.

Ferit Karahan: Ben 1916’da geçen bir hikaye üzerine çalışıyorum. Bir parçası Western bir parçası belgesel gibi. Çok güzel bir hikâyesi var. Yol hikâyesi. Türkiye’nin biraz eksikliği var, sanat filmi dendiği zaman ya da günümüze ait filmler oluyor. 1. Dünya Savaşı’yla bizim tam hesaplaştığımız söylenemez. Osmanlı’yla tam hesaplaştığımız söylenemez.

Belki biraz cinsiyetçi bir bakış açısı olabilir bence kadın problemlerini kadın yönetmenlerin anlatması başka. Erkeğin doğru ve pozitif yaklaşması bence çok zor, varoluşsal bir problem olduğunu düşünüyorum bunun. Yönetmen olarak mı devam edeceksiniz?

Gülistan Acet: Ben Türkçe öğretmeyim aslında. On beş sene okuyup beş sene atama bekleyip Türkçe öğretmeni olamayan Türkçe öğretmeniyim, ama bir gecede yönetmen olmuş biriyim. Bir gecede aynı zamanda oyuncu da olmuş biriyim. O yüzden çok garip bir ülke, yarın bambaşka bir şey, bir mühendis olabilirim bilmiyorum. Ama benim gönlümde yatan oyunculuktan da, öğretmenlikten de her şeyden öte yönetmenlik. Senaryolarımı yazıp bir şeyler üretmiş olmak beni herhalde her şeyden mutlu edecek. Oyunculuk da buna benzer derdi olan ve ben olmasam başka türlü olacak diyebileceğim filmler olursa herhalde dünyanın en mutlu insanı olurum. Birçok rolü birçok insan oynayabilir, ama bazı roller vardır ki bazı filmlerde o kişiler olmazsa o rol bambaşka bir şeye dönüşür. Umarım bana da öyle roller gelir, ben olmazsam o film öyle olmayacak derim.

Ferit Karahan: Antalya Film Festivali’nde şöyle bir şey oldu, jüri üyelerinden bazıları “Yahu bu köylü kızına niçin üzüleceğiz ki?” demiş, hakikaten köylü kızı zannetmişler.

Yönetmenlik aslında çok da egoist bir iş. Bütün derdinizi ona aktarıyorsunuz, yapıyorsunuz. Siz ikiniz de yönetmensiniz. Üstüne üstlük de evlisiniz. Burada birbirinizi nasıl etkiliyorsunuz? Bu etkileme olumlu mu yoksa önünüzde engel oluşturuyor mu?

Gülistan Acet: Ferit’i bilmiyorum ama benim açımdan çok olumlu anlamda bir değişim olduğunu söyleyebilirim. Hatta “Her” diye bir film var onu izlerken ben üç dört yıl önce yazdığım bir senaryoyu hatırladım. Bir cansız mankene aşık olan bir adamın hikayesi. Bukowski’nin bir öyküsünden uyarlama. Yazmıştım ve çok sevmiştim, “Her”ü de izlediğimde düşündüm acaba tekrar çeksem mi diye. Ferit’e anlattım dedi ki “Gülistan benim annemle babam hala köyde tandırlı bir evde yaşıyor, hala tuvaletleri yok dışarıda yapıyorlar tuvaletlerini sen nasıl böyle bir hikaye anlatırsın?” Evet dedim, ben böyle bir hikayeyi anlatamam. Baskı değil de sen bir şeylerden rahatsızsın zaten. “Yapsam mı acaba?” derken bir şeylerden rahatsızsın o ismini koyuyor. Daha başka bir yerde duruyorsun, daha önemli dertlerin var diyor. Benim de onu yönlendirdiğim zamanlar ve kısımlar oluyordur mutlaka ama senin yolundan sapmanı engelliyor galiba.

Kadınlar çok açık. Erkekler bu kadar her şeyi açık söyleyemezler. Sizdeki etkisini mesela çok merak ediyorum.

Ferit Karahan: Bunun filmini yapacağım dediği zaman “Gülistan seni severim ama bu fikri hiç sevmedim” diye çok rahatlıkla söyleyebiliyorum. Deneyim olarak da ben ondan daha deneyimliyim. Bizim ev bir atölye gibi esasen, ben bir hikâye yazıyorum, Gülistan başka bir hikâye yazıyor. Bir de Gülistan benden daha titiz ve daha iyi senaryolar yazıyor senaryo anlamında hastalık derecesinde titiz. Ben de ondan daha iyi bir yönetmenim galiba.

Gülistan Acet: Benim değiştirip dönüştürdüğüm hiçbir şey yok senin hayatında anladığım kadarıyla.

Ferit Karahan: Çok şey var. Ben yazdığımda ya da o yazdığında mutlaka karşıdakinin eleştiri süzgecinden geçiyor ama çok sert bir eleştirici süzgecinden geçiyor. “Ya iyi olmuş” değil. Neredeyse kelime kelime onun eleştirisi yapılıyor. On sayfa yolluyorum bir ekliyor yanda bir on sayfa daha var.

Film vizyona girmeden ödüller aldı. Bütün bu ödüllerin filme bir etkisi olacağını düşünmüyorum çünkü Türkiye garip bir yer. Sizin sinemaya bakış açınızda bu ödüllerin bir etkisi oldu mu?

Ferit Karahan: Jüri denen oluşum, kendi fikriyle kendi beğenisiyle hareket ediyor. O yüzden film seçilmiş mi seçilmemiş mi o çok başka bir değerlendirme. Bu ödüllerle hareket etmek çok zor.

İnsanın kendine güvenini arttırmıyor mu?

Ferit Karahan: Tabii ki, haliyle. Çok hoşunuza gidiyor, çok seviniyorsunuz. Ama çok bizim yaşamımızda bir etkisini henüz görmedik.

Gülistan Acet: Bana göre seni var eden ya da seni sinemaya biraz daha bağlayan şey bu ne yazık ki. Sen buna bağlısın, bir yerlerde ödüllendirilmiyorsan, fark edilmiyorsan, zaten vizyonda da para kazandırmıyor, zaten çok fazla izleyiciyle de buluşmuyor nasıl tatmin olacaksın? Seni tatmin edecek tek mecra yurtiçinde veya yurtdışında festivaller, aldığın ödüller. Şu demek değil yani ödül almadınız, festival dolaşmadınız diye bu film kötü film deyip bırakmakla olmaz. Bir dahakine çok daha iyi yapacağım da diyebiliyorsunuz. Olumsuz anlamda belirleyici değil ama olumlu anlamda belirleyici olduğunu düşünüyorum.

İki ödül aldınız bir oyunculuk bir yönetmenlik. Bunun hangisinden daha çok tatmin oldunuz?

Gülistan Acet: Yönetmenlik tabii ki.

Benim size sormadığım ama filme gelecek seyirci için söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Ferit Karahan: Filmi izlesinler. Bir kere önyargısız filme girsinler, ben öyle yapıyorum. Bir film seyrettiğim zaman onun hakkında bir şeyler okuyup, duyup o filmi seyretmek istemiyorum. Bende çok ters etki yapıyor.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.