Yılın ilk film festivali olması sebebiyle takipçileri için büyük önem taşıyan !f İstanbul bu sene 13. kez düzenlendi. 13 yıldır Toronto’dan Venedik’e, Sundance’den Cannes’a, dünyanın önemli festivallerinde büyük ilgi görmüş filmlerin Türkiye galalarının yapıldığı festival, bu sene de merakla beklenen filmleri vizyondan önce seyircilerle buluşturdu.
Çok daha fazla sayıda film seyretme planıyla yola çıkmış olsam da !f İstanbul benim için az ama öz bir programla tamamlandı. Ölmeden Michel Gondry’i çıplak gözle görmek, Bencil Dev ve Çocukluk gibi şimdiden senenin en iyileri arasında yer alacak iki filmi herkesten önce seyretmek, Derinin Altında ve Öteki gibi sıra dışı filmleri deneyimlemek ve tabii ki 31 Mayıs akşamını bize tekrar yaşatarak içimizdeki biber gazı aşkını ortaya çıkaracak belgesellerden haberdar olmak paha biçilemeyecek bir deneyimdi. Üstelik günler geçtikçe Salon 1’deki anlamsız “cızırtılara” ve 4’teki havasızlığa dahi alıştığımı söyleyebilirim.
Genel olarak özellikle büyük şehirlerde yapılan uluslararası festivallerdeki filmlerin kalitesi her geçen sene artıyor. Özellikle İstanbul Film Festivali ve Filmekimi’yle çıta iyiden iyiye yükselirken bağımsız filmler festivali, !f de bu konuda bu iki festivalden aşağı kalmıyor. Bu seneki filmleri değerlendirirken öncelikle “Açılış Filmi” başlığıyla sunulan Sınırsızlar Kulübü (Dallas Buyers Club)’nden başlayalım. Cafe de Flore ve C.R.A.Z.Y ile beğeni çıtamızı bir hayli yükselten Jean-Marc Vallée’nin son filmi Sınırsızlar Kulübü, 1986 yılında HIV enfeksiyonu kapan Ron Woodroof’un yaşanmış hikayesini konu alıyor. Açıkçası Oscar Ödülleri’nde de oyuncu kategorilerinde ödüllendirilen filmin birçok açıdan abartıldığını düşünüyorum. En azından festival boyunca çok daha iyi filmler seyrettiğimizi açıkça söyleyebilirim. Bu filmlerden bir tanesi hatta en önde geleni hiç kuşku yok ki bir Dostoyevski uyarlaması olan Öteki (The Double). İngiliz yönetmen Richard Ayoade tarafından beyazperdeye uyarlanan film, ne tam anlamıyla bir uyarlama ne de başlı başına özgün bir yapım. Ayaode Dostoyevski’nin eserinden beslenirken yarattığı distopyayı masalsı bir anlatıyla harmanlıyor.
Oscar Wilde’ın Bencil Dev’inde çocukların bahçesinde oynamasına izin vermeyen bir bencil devin öyküsü anlatılır. İngiliz yönetmen Clio Barnard’ın aynı isimli bu filminde hikaye çok farklıyken dünyasına bahar gelmeyen dev değil, çocuklardır. Kanımca festivalin en iyi filmi olan Bencil Dev (The Selfish Giant)’in etkisinden çıkmak için üzerinden uzun süre geçmesi gerekiyor. Dünyasına bahar gelmeyen çocukların hikayesinin anlatıldığı bir diğer film ise Kısa Dönem 12 (Short Term 12). Geleceği belli olmayan çocukların içinde bulunduğu belirsiz durumu incelikle işleyen Destin Cretton senenin en iyi bağımsızlarından birine imza atmış. Kısa Dönem 12 ile birlikte 2013 yılında senenin en iyi bağımsızlarından biri olarak gösterilen diğer film ise hiç kuşku yok ki Şuan Muhteşem (The Spectacular Now)’di. Kısa Dönem 12 kadar başarılı olmasa da senenin öne çıkan bağımsızlarından olan filmin gerçekçi anlatımı seyirciyi etkilemeyi başarıyor.
Hiç kuşku yok ki !f İstanbul Uluslararası Film Festivali’nin en sıra dışı deneyimi Derinin Altında oldu. Özellikle ana akım sinemanın getirdiği alışkanlıklar sebebiyle birçok izleyici tarafından sıkıcı bulunabilecek Derinin Altında, son yıllarda beyazperdede yaşadığımız en sıra dışı deneyimlerden biri oldu. Hipnotize edici bir güzelliğe sahip olan film kısaca, bir uzaylının, kadın bedenine bürünerek “yalnız” erkekleri avlamasını konu alıyor diyebiliriz.
Ülkemizde vizyona girmesi yasaklanan Lars von Trier’in son filmi İtiraf (Nymphomaniac) ise iki bölüm halinde gösterildi. Her ne kadar filmi iki bölüm olarak değerlendirmek yanlış da olsa ilk bölüm Trier’e yakışır, ikinci bölüm ise vasat olarak tanımlanabilir. Sonunda yarattığı hayal kırıklığı da cabası olurken her şeye rağmen filmi beyazperdede seyredebilen şanslı seyirciler bu ayrıcalığı tatmış oldu.
Altın Portakal SİYAD En İyi Uluslararası Film ödülünün sahibi Tuhaf Kedicik (The Little Strange Cat) en az ismi kadar tuhaf bir deneyim olurken isminde kedi geçen bir başka yapım, Balık ve Kedi (Mahi va Gorbeh) ise birçok sinemasever tarafından festivalin en iyi filmi olarak anılıyor.
Geride bıraktığımız yıl 31 Mayıs akşamı başlayan Gezi Parkı eylemleri sebebiyle “Direniş” temasının hakim olduğu festival dünyanın dört bir yanında benzer olaylara sahip olan film ve belgesellere de seçkisinde yer verdi. Otoriteryan Rusya’da sisteme karşı eylemler düzenleyen “Pussy Riot” isimli feminst aktivist grubun üç üyesinin Putin’i ve kiliseyi hedef aldıkları gösteriler nedeniyle demir parmaklıklar arkasına gönderilişlerini beyazperdeye aktaran Pussy Riot: Bir Punk Duası yaşananların gerçek yüzünü gösterirken; Hüsnü Mübarek’in devrilip yerine önce askeri baskıcı rejimin, sonrasında ise ihtilalden faydalanarak iktidara gelen Müslüman Kardeşler’in faşist yönetiminin hikayesini anlatan Oscar adayı Meydan, yakın zamanda yaşadıklarımıza o kadar yakın bir anlatı sunuyor ki salondan ürpererek çıkıyorsunuz.
Son olarak festivalin en güzel sürprizi Kapanış Filmi Çocukluk (Boyhood)’u atlamamak gerekiyor. Richard Linklater’ın 13 seneye yayarak çektiği film, bir çocuğun küçüklüğünden üniversiteye girene kadar ki macerasını konu alıyor. Toplamda dört ana oyuncuyla çekilen Boyhood, akıp giden yılları öyle güzel özetliyor ki seyirci bir yandan iç geçirirken bir yandan da film süresince bir çocuğun büyüme sürecini birebir tanık oluyor. Berlin Film Festivali’nde en iyi yönetmen Gümüş Ayı ödülünü kucaklayan Linklater aldığı ödülü sonuna kadar hak ediyor.
Çoğu filme kavuşabilmenin tek yolu olan festivaller için emeği geçen herkese teşekkür etmek gerekiyor. Umarım ki on dördüncü festivalde daha fazla film, daha fazla sinemasevere, çok daha fazla şehre ulaşır.
Festivalin En İyi 10 Filmi
- Bencil Dev
- Boyhood
- Balık ve Kedi
- Derinin Altında
- The Double
- Short Term 12
- Meydan
- Filth
- Night Moves
- Nymphomaniac
Utku Ögetürk