2013 Cannes Film Festivali’nde izlemeyi atlamadığım için çok ama çok memnun olduğum filmlerden biri Nebraska! Son zamanlarda bu denli yoğun ve sıcak duygularla çıkmamıştım bir sinema salonundan, diye düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum film bittiğinde..
Alexander Payne, başarılı bir yönetmen. Filmleri, oyuncuları, kendisi, bir çok dalda ödül alıp duruyorlar yıllardır.Nebraska şimdi Oscar’lar için de birkaç dalda yarışıyor. Payne, hayatın gerçeklerini hafif mizahi bir dille anlatmayı seven bir yönetmen olarak karşımıza çıktı hep bence. Özellikle 2002 yapımı Schmidt Hakkında adlı filmini anmak isterim, orada da konu benzerdir aslında; yaşlılık, kuşaktan kuşağa değişen fikirler, anlaşmazlıklar, maddi meseleler… Trajik bir konu olsa da mizah ile öyle güzel kavurmuştur ki yönetmen iki filmi de… Her iki film de yol hikayeleridir aynı zamanda bir açıdan baktığınızda.
Nebraska’nın yönetmenin diğer yapımlarından bir farkı var ise o da filmin siyah beyaz oluşu. Bu da hikayede zaten varolan nostalji duygusunu besleyen bir durum yaratmış. Geniş planlarla başlıyor Nebraska, karlı bir otoyolun kenarında yürüyen epey yaşlı bir adamla açılıyor film. Polis farkediyor bu yaşlı adamı ve emniyete götürüyor, oğlunu arıyorlar alması için ve tanışıyoruz yavaş yavaş bu aileyle. 80’li yaşlarında olan Woody (bu performansıyla Cannes’da ödül alan Bruce Dern) posta kutularına gelen “1 milyon dolar kazanmış olabilirsiniz” başlıklı ilana inanıp, ödülünü almak üzere Nebraska’ya doğru yola çıkıyor. İki oğlundan küçük olan David ( Will Forte) ona bu ilanların sahte olduğunu anlatıp eve geri getirse de buna inanmayan ve ikna olmayan Woody, ne yapıp edip, oğlunu ikna ediyor ve birlikte Nebraska’ya doğru yola çıkıyorlar. Film, işte bu kısımlarda biraz yol hikayesine dönüyor diyebiliriz, baba oğul yolda az da olsa sohbet ediyorlar, pansiyonlarda kalıyorlar, barlarda içiyorlar. Oğlunun amacı aslında babasıyla vakit geçirmek ve onun gönlünü hoş etmek. Kendisi gerçekten “iyi, vicdanlı evlat” rolünü gayet başarıyla canlandırmış, izleyiciyi etkileyen bir karakter David.
Nebraska’ya doğru yoldayken David babasını, eskiden yaşadığı kasabaya uğrayıp akrabalarla birkaç gün geçirmeye ikna ediyor, hem annesi ve ağabeyi de oraya geleceklerdir, herkes orada buluşacaktır. Bu buluşma iyi sonuçlar doğurmuyor, Woody çenesini tutamayıp milyon dolar kazandığını herkese yayınca klasik olarak pay istemek adına ortaya çıkan akrabalar, borcunu öde diyen arkadaşlar ve türlü bela ile karşı karşıya buluyorlar kendilerini. Woody’nin tek isteği ise o parayla bir kamyonet ve daha önce kaybettiği ve yerine koymak istediği bir kompresördür. Geri kalan parasını ise çocuklarına bırakmaktır amacı, gençliğinde iyi niyeti hep suiistimal edilmiş, elinde avucunda bir şey kalmamıştır zira.
Filmi en güçlü kılan şey şüphesiz oyunculuklar. Bruce Dern Cannes ödülünü sonuna kadar hakkederken, eşi rolündeki June Squibb ise hakkı yenenlerden oldu bence, harika bir performans sergilediğini düşünüyorum. Keşke Oscar’larda hakkı olsa diye de geçmedi değil içimden. Filmdeki doğallık, yani hikayenin akışı, oyunculuklar inanılır gibi değil, “too good to be true” denecek cinsten, adeta kamerayla kayda alınmış olduklarının farkında olmayan gerçek insanların gerçek yaşantısını izler gibiyiz. Filmin bir diğer artısı kesinlikle hikayedeki depresif ve mizahi yönlerin dengesi ve dozajı. Bir film beni ağlatmak ya da güldürmek konusunda ekstra çaba sarfetmiyorsa ve beni hem duygulandırıyor hem neşelendiriyorsa işte filmin kurduğu bu dengeye şapka çıkartırım. Yaşlılık, aile bağları, paranın insanları nasıl da değiştirişi, baba-oğul ilişkileri, zaman kavramı, hatalar, pişmanlıklar ve bu tarz melankolik öğelerin hepsini içeren bir senaryo, ancak bu kadar mizahi öğeyi de barındırabilirdi içinde ve beyazperdeye aktarıldığında insanı, o siyah beyazlığa rağmen boğmadan sonuna kadar ancak bu kadar keyifle izletebilirdi. David’in amcasının ikiz oğullarının insanı kahkahalara boğan performansları da gerçekten filmin balı kaymağı gibiydi.
Sıkıcı ve durgun bir Orta Amerika kasabasını, Mark Orton imzalı harika western müzikler eşliğinde sıkıcılıktan kurtaran planlar, Nebraska adlı filmin genel dokusunu oluşturuyor ve Nebraska’yı son zamanlarda izlediğimiz filmlerden ayırıyor, biricik kılıyor bana kalırsa. Filmin en dokunaklı diyaloğu ise bence şuydu:
Kadın: Babanız Alzheimer hastası mı?
David: Hayır, sadece insanların her dediğine inanmak gibi bir huyu var.
Kadın: Ah, çok kötüymüş.
MELİS ZARARSIZ