Çağın en büyük ve en ölümcül hastalığı kanser ve uyuşturucu bağımlılığı üzerinden sistemin, bireyleri kolayca öldürmek yerine önce yeterince nasıl süründürdüğünü anlatan Breaking Bad başladığı 2008 yılından bitişi 2013’ün sonuna kadar sayısız ödül ve tüm dünyadan milyonlarca seyirci kazandı.
Popülaritesi henüz azalmayan ve hatta izlenme rekorları kırmaya devam eden yapım, bilimin iyilik için değil kötülük için çalıştırıldığında nasıl kazanca dönüştüğünü de anlatıyor. Zaten öyle olmuyor mu hep ve her yerde? Ayrıca Kafka’nın ‘Dönüşüm’ünden, Copolla’nin Joseph Conrad’ın Heart of Darkness kitabından uyarlama Apocalyps Now’a oradan Brian De Palma’nın Scarface filmine dağılacak kadar fantastik, absürt, bilim kurgu ama yine de sonuna kadar gerçekçi bir hikayesi var. İç ve dış çatışmaları son derece güncel ve iyi-kötü aksiyona sebep olan her durumun bir açıklaması var. Yani Walter White ne yapıyorsa bir sebebi var! Var da var, yok yok bu dizide.
Nietzche ‘nedenselliğin anlamı arttığı ölçüde ahlaklılığın alanının kapsamı daralır: Çünkü insan gerekli etkileri kavrayıp, bütün rastlantılardan ve buna ilişkin sonra olacaklardan ayırarak düşünmeyi öğrenince, şimdiye değin törelerin temeli olarak kabul edilen birçok fantastik nedenselliği tahrip eder’ der. 50 yaşında kimya öğretmeni Walter White (Bryan Cranston) ailesinin geçimini sağlayamadığı için araba yıkamacısında çalışmak zorundadır. Bir gün akciğer kanseri olduğunu öğrenir ve koltuk değneklerine bağlı yaşayan engelli oğlu ve hamile karısı için yüklü bir banka hesabı bırakmaya karar verir. Bir nevi Tony Montana’ya dönüşüm sürecini andıran değişimin çok haklı nedenleri her episode ile heyecanı arttırırken işler karıştıkça seyirci bir sonraki bölümü sabırsızlıkla bekler. Pek çok farklı türün iç içe eridiği anlatının epik kahramanı muhteşem bir performansla kimi insanüstü durum ve pozisyonları bile geçerli kılar. Çünkü anlatının dili Walter White’ın her yaptığına haklılık kazandıran destansı öğeler taşıyan açılımlarla doludur.
Her şeyden önce oyuncunun yüzü ve karakter öyle derin örtüşüyor ve yakışıyor ki dizinin yapımcıları Bryan Cranston seçiminin büyük katkısını şöyle açıklıyorlar; ‘Rol aynı zamanda hem sempatik, hem nefret edilesi bir karakter olabilecek bir aktör gerektiriyor ve Bryan bunu yapabilecek tek aktör, bu hileyi yapabilecek tek kişi.’ Cranston’un birçok objeyi ve kıyafeti kendisinin seçtiği ve bolca doğaçlamayla karaktere artı sempati kazandırdığı bilinen bir gerçek, ve tabii oyuncunun rolü ne kadar içselleştirdiğinin küçük ispatları olarak da değerlendirilebilir elbette. Yine de neden Walter White bu kadar çok sevilmiş olabilir, onu diğer dizi karakterlerinden ayıran nedir gibi sorular kafa kurcalıyor? Fanları arasındaki tutkulu tartışmalar, buluşmalar ve yeniden tüm sezonları izleyip bir tür farklı akrabalık bağları kurulmasına neden olan anlaşılmaz formül nedir? Elbette gizem, gerilim ve dramanın denge ayarında senaryo neredeyse kusursuzdur. Teknik olarak sinema filmi kalitesinde ve çoğu kere üstünde görsellikler yakaladığı da açık ancak yine de Walter White’ı vazgeçilmez yapan nedir? Belki tek cümleyle özetlenebilir aslında; Walter White yaptığı rutin işlerden memnun olmayan, ailesinin ihtiyaçları nedeniyle pekte sevmediği ve hiç hak etmediği bir işte çalışan, onu zamanla ve çevresindeki tüm diğerleriyle yarıştıran bir sistemden kurtulamayan ve belki de Samsa kadar böcek gibi hisseden milyonlardan biridir. Walter açıktan ve örtük gürlemeler halinde varoluşçu sorular herkes gibi! Dizi insan varlığının ve yok oluşunun yani doğum ve ölüm saçmalığının ve çıkışsızlığının içinde başlar ve biter . Tüm bu süreçte farklı karakterler başka tonlarda varoluşçu göndermeler yapar. Karısının doğumu da kendi ölümü de izinsiz ve aniden girmiştir hayatlarına. Kendi doğumunu seçemeyen herkes gibi bir şekilde var olmaya çalışan insanoğlunun zavallı girdabında boğulmadan önce büyük dalgalar yaratmaya çalışır Walter ve başarır. Ölmeden iyice bir çırpınma, hakkıyla teslimiyet ve muhteşem bir isyan çıkarır.
Evet buyurun Walter White’ın dayanılmaz cazibesinin sırlarına…
- Özünde sevgi dolu bir eş, iyi bir bilim adamı ve ilgili bir babayken adeta ‘grand theft auto’ ya da benzeri oyun kahramanlarına dönüşen karakter, izleyiciyi sık sık ters köşeye oturtup tüm tahminleri boşa çıkarmayı becerir.
- En baştan iyilerin iyi, kötülerin kötü olduğu karakterler yerine kahramanın yolculuğunun ve bu yolculuk sırasındaki değişimin öyküsü verildiği için seyirciye içindeki şeytan ve melekler arasında kalınabileceğinin çatışmasını kusursuz bir inandırıcılıkta sunar.
- Hayatın zorlu ve öngörülemez yolculuklarında en çok bilen bilim adamının da yine en çok yanılan olabileceğini gösterdiği için sevilir. Walter White’ın gelişmeleri kontrol edemeyip her duvara çarpışında, haklı yanılgıların yaşamın aslını oluşturduğu gerçeği seyirciye de çarpar. Yani evdeki hesap çarşıya uymaz. Aslında Andre Gide’nin dediği gibi ‘bilge kişi, her şeye şaşan kişidir.’ Walter şaşırır, seyirci şok olur.
- Kimyager olarak hakkı olan ilgi, para ve saygıyı bulamadığı gibi oto yıkamacı da çalıştığı için alay konusu olan Walter, uyuşturucu işiyle kendisinin kıymetini bilmeyen sistemi zehirleyerek tüm ezilen ve yenilenlerin intikamını aldığı için keyifli bir katharsis sağlar. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste dedirtir zevkle!
- Elementlerin birleşiminden doğan değişim etkenlerin oluşmasıyla tamamen değişen insanların formülleri gibi haklılık ve geçerlilik kazandığı için seyirci herkese hak vererek iyi ve kötülere bağlanır. Böylece Breaking Bad hem iyiler hem kötüler için yeterince özdeşleşecek ve her özdeşleşilen karakteri aklayacak açıklamayı yapar. Şartlar böyle gerektirmese çalmazdım, vurmazdım, aldatmazdım, öldürmezdim, sevmezdim, nefret etmezdim diyen herkesin periyodik cetveldeki elementlerin olmadık bir araya gelmesinden kaynaklanan yaşam şartları var.
- Walter özünde vicdanlı, dürüst ve temiz bir adam aslında. Ancak sistem önce hücrelerini virüsleyip kanserle yakalıyor, sonra yavaş yavaş kanunları ile sıkıştırıp ruhunu zehirliyor ve daha sonra sistemin kendisinden daha kötü olmayı başarınca da saygı duyuyor. Yani haklı ve iyi olan değil güçlü olan kazanıyor. Güçlünün dediği doğruya dönüşüyor. Her şeyin değişmesi, dönüşmesi hiçbir acının bile durağan ve ilelebet kalmayacağını da müjdeliyor. Kanser bile yetmiyor trajediye, katil olmakta kalıcı bir dert olmuyor, babasız kalacak doğmamış çocuğa sıra gelmiyor bile, felçli oğlanın dürüst isyanları duyulmuyor, sadık sevgilinin akıl almaz ihanetleri de oturup uzun uzun kahrolmaya yetmiyor. Çünkü dünya durmadan dönüyor. Her an yeni bir şey oluyor. Hayat oturup tek bir derde kapılıp kahrolmanıza izin vermiyor. İşte bu koşturma tam da bu yüzyılın fast-motion yaşam pratiklerine birebir denk düşüyor. Seyirci üzülmek için vakit bulamadığı o kadar çok dramatik an yaşıyor ki kendi hayatında da Walter’ı çok iyi ve derinden hissediyor.
Özetle yaşam Walter’ı çizgiyi aşmaya zorlar ve çizgiyi aşınca artık tüm bastırılmış hisler volkanik bir öfke ile patlar. Kötü kader kötüleştikçe Walter’da kırılma noktalarını yıkarak fena dağıtır. Breaking Bad ismi ile cismi müsemma bir yapım olarak da bu anlama gelir zaten. Adı üstünde ‘breaking bad’ işte ve Walter maharetiyle, zor oyunu bozmuştur. En azından kendisine yazılan kadere epeyi bir çizik atmış, feleğin tekerine çomak sokmuştur…
Şenay Tanrıvermiş senayt@windowslive.com