Bu hafta vizyona giren Yav He He filminin güzel oyuncusu Başak Daşman televizyon ve sinema endüstrisinin baskılarına karşı ayakta kalmak istediğini söyledi…

Birçok komedi filmi ard arda vizyona giriyor. Dizilerde ünlenmiş yeni isimlerle tanışıyoruz. Bir de emekçiler var. İşte bunlardan biri Başak Daşman. Genç oyuncu bu endüstride kendini özgür hissetmek istediğini söyledi. Sinemanın ve televizyonun ticari bir meta olduğunu kabul eden Daşman, sanatsal yönünü bu kadar es geçersek elimizdekinin bir çöp olabileceğini hatırlattı. İşte Başak Daşman’ın söyledikleri.

Filmleriniz var, dizilerde oynuyorsunuz. Bütün bu yoğunluğun içinde bu senaryonun belirli bir farklılığı olması lazım ki projenin içinde yer aldınız. Bu neydi?

Volkan. Volkan Özgümüş’ü yani yönetmenimizi çok seviyorum, daha önce de beraber İntikam projesinde çalışmıştık. Bana gelip brşey yapmak istiyorum, bana destek olur musun dedi. Ben de gözümü kırpmadan, olurum, dedim. Daha sonra hikayeyi yazdılar. Baktım, evet, hikaye de çok güzel olmuş. Çok samimi bir hikaye. Tüm tiyatro kökenli insanlar da bir araya geldiler filmin içinde. Çok samimiydi, gerçekti ve en çokta bu kadar iyi karakterler olması etkiledi beni. Ama o eskiden bildiğimiz gibi, Kemal Sunal’ın oynadığı gibi iyi karakterler. Son zamanlarda yaratılan iyi karakterler gibi değiller, bunlar gerçekten saflar ve bu saflıklarıyla koyunlarını satmak için İstanbul’a geliyorlar. İstanbul’da başlarından bir sürü şey geçiyor. İstanbul’un garip yüzleriyle karşılaşıyorlar. Buradaki kötü karakterler bile o kadar kötü değiller. Hani ben filmde onu sevdim.

Peki sizin rolünüz nedir?

Ben İpek diye bir karakteri oynuyorum. İstanbul’da babam koyun almak istemiş, internete ilan falan koymuş fakat tam alacağı gün ölmüş. Karakterim de bunu biraz absürd bir şekilde yaşıyor. Aslında bu kadar.

Daha başka komedi filmlerinde de oynadığınızı biliyoruz. Komedi aslında görüldüğü kadar kolay birşey değil. Komedi filmlerine yaklaşımınız nedir?

Bence şöyle birşey var, evet, yönetmen oyuncu ilişkisi tamamen oturmalı ve aynı zamanda da tüm oyuncuların ilişkisi birbiriyle uyumlu olmalı. Çünkü komedi filmlerinde senaryo çok önemli ama o senaryoyu nasıl işlediğin, senaryonun kendisinden daha önemli hale geliyor. Çok kısa zamanda birbirine çok iyi adapte olup hemen birşeyler üretip yaratabilmelisiniz. Bu yüzden de oradayken egoları, kompleksleri, hırsları ve kaygıları bir kenara bırakabilen karakterler bir araya gelmeli ki o samimiyetle birşey ortaya çıksın. Çünkü samimi olmayan hiçbirşeyin gerçekten güldürdüğüne ben inanmıyorum. Yani ben gülmüyorum en azından. Biz bu filmde bu samimiyeti yakaladık diye düşünüyorum. Çünkü Volkan, haydi biraraya gelelim ve bir film çekelim, demiş. Tüm diğer kaygıları bir kenara bırakmış ve destek olmaya gelmiş insanlar.

Son dönem komedi filmleri çoğunlukla absürd komedi. Halbüki Yeşilçam’ın komedisi daha dramaya yakın. Daha trajikomik. Kötü karakterleri bile kendi içerisinde bir saflık taşıyan karakterlerdir. Siz hangisini tercih ediyorsunuz? Bu tercihiniz oyunculuk bakımından mı, yoksa Yeşilçam’ın, eskilerin sizde bıraktığı etki nedeniyle mi?

Yeşilçam’ın tabi ki de üzerimizde hatrı sayılır bir etkisi var. Ayrıca bu çocukluk anımız olmakla beraber, Türk sineması dendiği zaman kendi içerisinde tutarlı olan aklımıza ilk gelen sinema Yeşilçam Sineması. Hala izliyor ve seviyor olmamızın nedeni de içinde ki samimiyet ve karakterler yaratılırken o dokunun gerçeğe daha yakın olması. Tamam türler birbirinden ayrılır, kara mizah yaparsın, modern dünya sinemasında binlerce çeşit var ama birşey kendi gerçekliinden yeterince beslenmiyorsa sadece şekil olarak kalıyor. Ve o şekil olan şey de sana yabancı duruyor ama birileri hoşlanıyor, birileri hoşlanmıyor, birileri nefret ediyor. Ama Yeşilçam sinemasına baktığımızda hemen hemen ortak bir fikrimiz var. Aynı filmleri defalarca izleyebiliyoruz. O sahnelerden alıntıla yapıyoruz. İzzet Günay birşey dedi, Kemal Sunal onu dedi, o öyle cevap verdi falan diye. Günümüzde birsürü çekilmiş sinema filmi var fakat o samimiyeti yakalayamadıkları için onları biz hatırlamayacağız ilerleyen zamanlarda.

Komedi filmlerimizde çoğunlukla kadın güzel kadındır, hiç komediyle ilgisi yoktur. Fakat yurtdışına baktığın zaman öyle değil. Hem güzel olan hem de filmi taşıyan, gerçekten komedyen olan birçok kadın isim var. Siz bu noktada bu eksikliği hissediyor musunuz?

Yani tabi şöyle birşey var, bu koşullandırmalarla ilgili hep. Bütün sektörün, piyasanın ve bunu ellerinde bulunduranların koşullandırmalarıyla ilgili. Çünkü komedi filmi çekerken çok çirkin de görülebilirsin, çok absürd görülebilirsin. bir oyuncu gerçek bir oyuncuysa her türlü görünebilir ve görünmeyi de istemelidir. Hatta keşke, çok iyi, çok yüksek prodiksyonlu işler yapabilip çok iyi makyajlarla başka birilerine dönüşebilsek. Ama bu piyasada şöyle birşey var, şimdi sen bunu oynuyorsun ya buradan iyi yürüyeceksin, o yüzden sen bunu bozma, yönlendirmeler hep böyle. Menejerler, yapımlar, kanallar falan tamamen bir ticarete dönmüş durumda. Tamam ticari yanı da var elbetteki sonuçta bir iş yapıyorsun, alıcısı da var ve paraya dönmeli, ortada bir emek var ve emeğin karşılığı olmalı ama bunun altyapısında aslında yaptığımız işin sanat olmasından kaynaklı sen rahat olmalısın. Kalkıp bunu yaparsan para kazanamazsın gibi kaygılar gütmemelisin. Ama biz tamamen böyle yönlendiriliyoruz ve bu da sıkıntı tabi. Her oyuncu zaman zaman, ne kadar istemese de, bunu hissediyor. Hani benim açıkçası çok umurumda değil. Çünkü ben onu da yaparım, bunu da yaparım. Ben kendimi hep özgür hissetmek isterim ve öyle de kalmak isterim.

Özellikle, aslında demin ki soruyla bağlı olarak komedide erkek odaklı filmler çekiliyor. “Yav he he”de de bildiğim kadarıyla iki ana karakter erkek ve kadın yan rol. Özellikle komedi filmlerinde bu erkek odaklılık baya sıkıştırıyor. Bu noktada ne hissediyorsunuz?

Kılık değiştirmek, tiplere girmek, formu anormalleştirmek, bunlar erkeklere yakıştırılıyor fakat kadınlara yakıştırmıyor insanlar. Bir erkeği her türlü halde görebiliyorsun ve buna gülebiliyorsun. Fakat kadının insanların gözünde belirli bir çizgisi var. Onu korumaya çalışıyor. Kadının gerçek komedisi nasıl çıkar? Psikolojik tarafından çıkar. Yani kadınların birbirleriyle olan o iç ilişkilerinden ve iç dünyalarındaki o absürdlükten aslında kadın komedisi daha çok çıkar. Tipten değil. Çünkü ne yaparsın mesela karadeniz ağzı yapıyorsun ve insanlar gülüyorlar, normal bir muhabbet bile olsa gülüyorlar. Karadeniz ağzı yaptığında bile aslında baktığında erkeklerin ağzı daha belirgin. Kadınların öyle değildir ve onlara yakışmıyor ama adama çok yakışıyor. E tabi bu sefer burada kadınlara ve kadınları anlayan erkeklere de pay düşüyor. Çünkü kadınların birbirleriyle olan ilişkilerinin, bu psikolojik yapılarının derinliğini anlayıp, ortaya koymak gerekiyor. İşte, kadınların olayları abartmaları, büyütmeleri ya da günlük yaklaşımları ve sürekli ağlamaları, duyarlılıkları, absürdlükleri, bunlar aslında çok komik. Ben çok gülüyorum arkadaşlarımla yaptığım muhabbetlerde ama mesela erkekler bundan korkuyorlar. Halbüki birazcık mesafeden dışarı çıkıp baksan, orada korkunç bir mizah var. Bunu görmek gerekiyor ve kadın komedisini biraz bu şekilde değerlendirmek gerekiyor. Hatta bir örnek vereyim size fakat isim vermeyeyim. Dün televizyonda bir film vardı. Açılış planı üç tane kadının komik bir şekilde, absürd denebilecek halde göbek atmaları ile başlıyor baya dört dakika falan. Ama bu arada niçin bu kadınlar göbek atıyor anlamıyoruz. Bu gerçekten üç dört dakika boyunca komik mi? Ama öyle bir hale geldi ki, bu ucuzlukta bu komik ve olabilir diye düşünüyorlar. Ama komik değil ki aslında üç kişi orada göbek atıyor işte… Bu kadar mı gerçekten mizah anlayışımız?

Eskiden oyuncular sinema yaptıklarında kendilerini tatmin ettiklerini, dizi oyunculuklarında da mecburiyet doğrultusunda yaptıklarını söylerlerdi. Son dönemde sinema sizi gerçekten de tatmin ediyor mu sanatsal açıdan? Yoksa dizi ve sinema oyunculuğunun sanatsal anlamda birbirinden pek farkı kalmadığını söyleyebilir miyiz?

Dizilerde çok kısa zamanlarda, yani birşey geliyor önüne ve sen hemen ona birşey uydurmak ve çıkıp oynamak zorunda kalıyorsun. Çok kısa sürelerde hayata geçiriliyor. Çok uzun uzun düşünülmüyor üzerinde. Bir rolde falan… Eğer tatmin noktası buysa… Ama onun dışında bir dizi kalıcı birşey değil, fakat bir snema filmi kalıcı olan birşey. Ve daha özgür derdi olan birşey. Dizi öyle birşey değil. Dizi reklam verenlerle oyuncular arasında olan birşey. O yüzden sen bir reytingi nasıl alırsın? Ben bir diziye başlıyorum. Eskiden bir diziye başlarken de, ne olacak, nasıl olacak, ben bu kararkteri nasıl yapacağım? gibi düşünceler vardı. Fakat son zamanlarda öğrendim ki öyle birşey yok. Çünkü sen istediğin kadar kafanda onu yarat. Onuncu bölümde reytingler şöyle yapınca daha yükseliyor diye, bir anda herşey tepetaklak olabiliyor. O yüzden, sinema filmi dizi ile karşılaştırılamaz ama dizi de sadece ucuz bulduğun veya sadece para kazanmak için yapılan birşey olduğunu düşünmüyorum. Öyle yapılmamalı… Televizyona ait hiçbir şey öyle yapılmamalı. Çünkü çok korkunç bir sosyal gerçekliği var. O yüzden bence çok daha ciddiye alınarak yapılmalı. Hatta üç beş arkadaş bir araya gelip bir film yapabilirsin kendini tatmn etmek için. Ve film milyonlarca kişiye de ulaşmak zorunda değildir. Benim bir sürü çektiğim kısa film var mesela. Kendimi mutlu etmek için, beraber oturup seyrettiğimiz işler. Ama dizi yaptığın zaman çok fazla insana birşeyler anlatıyorsun. Bence dizi yaparken bir çeşit sorumluluk taşımalısın aslında. Özgür olmadığın bir alan, biraz önce bahsettiğim gibi. Sinema çok daha özgür.

Tiyatroyla ilgili düşünceleriniz nedir?

Tiyatrocuyum ben zaten. Bu sene bir oyunumuz vardı, kalktı. Bir komedi koyacağız şimdi.

Peki ilk başta, oyuncu olmak nasıl çıktı? Bir çocukluk hayali miydi yoksa rast mı geldi?

Yok ya, çocukluk rüyası falan değildi. Ben liseye giderken, on beş yaşımda, hazırlıktaydık ve canımız çok sıkılıyordu. İngilizce dersinden başka bir ders yoktu. Ne yapalım, ne yapalım, ne yapalım diye düşünürken, oyun yazalım dedik. Aslında ne büyük cesaret. Yani şimdi uğraşıyorum altı aydır bir oyun yazmaya, daha 4 sahne yazdım. Sonuçta öyle bir oyun yazdık ki, komedi ama içinde siyasi taşlamaları olan, aşk olan, böyle abuk subuk birşey çıktı. Sonra tüm arkadaşlara tek tek gidip, oynar mısın? Sen oynar mısın? falan diye sorarak insanlar bulduk, yönetecek birisini bulduk. Bir abla işte, o dönem Kadıköy Halk Eğitim Merkezinde öğretmenlik yapıyordu. Geldi, oynadık. Ben de oynadım aynı zamanda, sonra işte, “Hazırlık C sizinle gurur duyuyor!” falan diye böyle sloganlar attılar. Ben de , “ay ne güzel birşeymiş sahneye çıkmak”, dedim. Ondan sonra ben de gittim Kadköy Halk Eğitim Merkezine, liseye gidiyordum zaten. 2 sene de orada tiyatro eğitimi aldım. Okul bittikten sonra da devam ettim.

80ler 90ların ortalarına kadar Türk Sinemasında feminizmin çok etkisi vardır kadın oyuncularda ve birçok kadın oyuncu bunun faturasını ödemiştir. Fakat ikibin sonrası bunun geriye gittiğini söyleyebiliriz. Artık ne bunun faturasını ödeyebilecek cesarete sahip kadın oyuncular var, ne de o hikayeleri yazıp o filmleri çekecek yönetmenler, senaristler var.

Yani şu yaşadığımız dönemde yaptığın herhangi birşeyden içsel tatmine ulaşmanın imkanı yok bence. Çünkü zaten herşey birbirine bağlı ve korkunç bir kaos durumu var. İnanılmaz bir otokontrol, hani geçiyorum sansürün kendisini, böyle bir otosansürle hareket eden ve bu kadar korku ve tedirginlikle yaklaştığımızda ne istediğimizi yaptığımızda ne de aslında karşıda alıcı olan kişinin görmek istediğini verebiliyorsun. Aslında tarafların hiçbiri mutlu değil bence. Böyle birşeyden memnun olunamaz. Çünkü kendini özgür hissetmeden herhangi birşeyi tam anlamıyla yaratamazsın. Böyle konuşamıyorsun bile. Çünkü her cümleye girerken, bu şimdi yanlış anlaşılabilir diye düşünüyorsun. Sosyal medya, internet üzerindeki tüm o siteler, birşey söylüyorsun ve üzerine milyonlarca yorum yapılıyor hiç düşünülmeden. İnsanlar eskiden karşı karşıya gelirlerdi ve fikir telakisinde bulunurdu şimdi öyle değil, biri bir cümle söylüyor, oraya yazıyor ve orada kıyamet kopuyor. Yani… Ne dedin? Ve ne oluyor? Bu kadar baskı altında hissederken insanlar, bir de bu siyasi düzlemde, ülke bu haldeyken mümkün değil tatmin olmak. Sadece tahmin ediyorum ama, gerilediğimizi düşünüyorum ben toplumsal olarak, eskiden şartlar çok iyiydi ve çok demokrattık falan demiyorum. Her zaman ağır şartlardan geçti bu ülke ama bazen işte Yeşilçam sinemasında olduğu gibi birşeyin önüne geçip, korkusuzca, cesurca birşeyler söyleyen ve birşeylere yön veren, sanata yön veren toplum şartlarına yön veren oyuncular vardı. Şimdi bunlar aşağı çekildikçe ve günü kurtarma derdine düşüldükçe biz yerimizde sayıyoruz. E bu da geriye gitmek demek. Bizim bu yüzden baya bir işimiz var,

Şimdi, normalde bu tür dertleri en iyi ifade edebilmek, ve en iyi birşekilde mücadele edebilmek için kamera arkası bence oyunculuktan daha önemli. Senaryo yazımı, yönetmenlik. Hatta yapımcılık. Sizin de senaryoyla ilgili bir tecrübeniz var ve bir isteğiniz var. Bu durumda, senaryo yazımında bu konuştuğumuz dertler nerede duruyor sizde?

Ya ben şöyle bir durumla karşı karşıya gelmek istemiyorum hani, sana birşey verirler ve onu yazman gerekir veyahut onun birkaç basamak üstünde birşeyler yazmak istersin. Onu kabul edecek bir yapımcı veya kanal bulman gerekir ki hepsi çok zor şu aralar. Bu işi televizyona yapıyorsan elinden geldiğince dengede tutmak istersin. E sinemada ne oluyor? Dağıtımcısı var, salon sahibi var. Bunlar diyor ki, bu olmaz, burdan belirli yerleri çıkarmamız lazım filan. İşin kaynağında senin ikna etmen gereken kişiler var yani. İşin içine büyük miktarlarda para girdiği zaman bu çok zor. Görsel sanatların hepsi için bu geçerli, çok büyük paralar söz konusu olduğu zaman, baskı altına girersin ve iş artık özgün sanat olmaktan çıkar. Bu konuda yapacak birşey yok. En azından şimdilik. Bu söylediğim bağımsız sinemada olabilirdi fakat bizim bağımsız sinemamız da bağımlı bir sinema. Herşey bağımlı yani. O yüzden tiyatro yaparsın, söylemek istediklerini daha iyi söyleyebilmek için. Yazarsın. Ama dizi değil, sinema değil.

Şu ana kadar söylediğiniz herşey, projeleri değerlendirirken sizin için ne kadar etkili oluyor?

Eskiden çok fazla didik didik ederdim, bir dizi çekecekken de. Ama şimdi mesela, o kadar yapmıyorum. Bu sene bunu farkettim. Dedim ki bu sadece bir dönem. Kendinin de dışına çıkmadan kesinlikle idare edilmesi gereken bir dönem. O yüzden çok fazla sıkmıyorum. Ama beni rahatsız edecek, ideolojim veya düşüncelerim dışında söylemleri olabilecek şeyleri de kesinlikle kabul etmiyorum.

Şimdi “Yav He He”ye de geri dönelim. Sonuçta izleyici sinemaya giderken eğlenmek, gülmek beklentisi ile gidiyor. Yav He He bu konuda izleyicinin beklentilerini karşılayabilecek mi?

Bence Yav He He, çok değişik bir film oldu. Samimi bir film olduğunu zaten söyledim. Bir de ben senaryoyu ilk okurken Ender ile konuşmuştum. “Ya ne kadar garip bir senaryo olmuş!” demiştim. Çünkü garip bir dokusu var hikayenin. Bence insanlar eğlenecekler. Her sahnede kahkaha atılması gerektiğini düşünmüyorum. Tüm filmi tebessümle izleyecekler. Çünkü güzel akan, samimi, sıcak bir hikayesi var, o da güzel giden oyunculuklarla, samimi giden oyunculuklarla sağlanmış. Bence tatmin olacaktır seyirciler de.

Peki, benim size sormadığım ama sizin izleyiciye filmle ilgili söylemek istediğiniz birşey var mı?

Son zamanlarda gidip, birbirini tekrar eden filmlerden sıkıldıysalar ve farklı birşey arıyorlarsa Yav He He’yi tercih etsinler bence.

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.