Ringu’yu hatırlarsınız. İzleyen hemen herkesi bir şekilde etkilemeyi başaran Ringu, korku dünyasına bomba gibi düşmüştü desek hiç de abartmış olmayız sanırım. Kôji Suzuki’nin romanından sinemaya uyarlanan 1998 tarihli filmin senaristi ve yönetmeni Hideo Nakata’nın da verdiği röportajlarda belirttiği gibi, Ringu’nun devasa başarısı, ne yapımcıların, ne de teknik ekibin beklemediği büyüklükte bir başarıydı.
Ringu’nun araladığı uluslararası kapıdan geçmek isteyen Japon yapımcılar, hız kesmeden benzer korku filmleri üretmeye yöneldiler. Japonya’dan bütün dünyaya servis edilen bu korku filmleri, artık dünyanın hemen her yerinde bilinen ve kabul gören J-Horror (Japanese Horror) diye ayrı bir kategori altında yer almaya başladı. Kısa sürede belli bir hayran kitlesinin oluşması ise gecikmedi. Ringu’nun yolundan ilerleyenler arasında en çok öne çıkanı, şüphesiz ki Takashi Shimizu imzalı Ju-On ve Ju-On 2 oldu ki daha sonra bu filmlerin de, aynı Ringu örneğinde olduğu gibi, Hollywood remake’leri yapıldı.
Takashige Ichise, J-Horror dünyasının en bilindik isimlerinden biri. Bugüne kadar elliden fazla korku filminin yapımcılığını üstlenen Ichise’nin filmografisinde Ringu ve Ju-On serisi de var. Bu ay sizlere aynı yapımcının ‘J-Horror Theatre’ başlığı altında piyasaya sürdüğü altı filmlik bir korku serisini tanıtmak istiyorum.
Önce seride yer alan filmleri sıralayalım:
* Kansen (Infection, 2004)
* Yogen (Premonition, 2004)
* Rinne (Reincarnation, 2005)
* Sakebi (Retribution, 2006)
* Kaidan (2007)
* Kyofu (The Sylvian Experiments, 2010)
İlk üç film, resmi olarak ‘J-Horror Theatre’ başlığı altında piyasaya sürüldü. Ancak dört ve beşinci filmler (Sakebi ve Kaidan), ilk piyasaya çıktıklarında aynı başlık altında yer almıyordu. Ancak altıncı ve son film Kyofu, piyasaya çıktığında yapılan tanıtım reklamlarında, bu iki filmi de seriye katarak, “J-Horror Theatre’ serisi altıncı film ile devam ediyor” ibaresiyle sunuldu. Büyük olasılıkla tecrübeli yapımcı Ichise’nin bir hinliği bu karışık durumda rol oynadı. Eski tarihli filmlerini yeniden gündeme getirmek ve yeni bir paket altında tekrar satışa sunmak için böyle bir yola başvurmuş olması kuvvetle muhtemel. Neyse, dedikoduyu kısa kesip serideki filmleri kısaca tanıtmaya başlayalım.
Kansen (Infection, 2004)
Yönetmen: Masayuki Ochiai
Senaryo: Masayuki Ochiai
Masayuki Ochiai’nin filmografisi, daha çok televizyon için üretilen korku antolojilerinde yer alan bölümlerden oluşur. Ancak Saimin (The Hypnotist, 1999) ve seçkimizde yer alan Kansen, yönetmenin adını önde gelen Japon korku sinemacıları arasına yazdırmaya yeter de artar bile. Bu arada Ochiai’nin, Tayland yapımı bomba korku filmi Shutter’ın, ABD yapımı zayıf remake’inden de sorumlu olduğunu notlarımıza eklemekte fayda var.
Kapatılmak üzere olan bir hastaneyi kendine mekân olarak seçen Kansen, atmosfer yaratmada fazla sıkıntı yaşamayan bir yapım. Zaten Kansen’in en önemli kozu, filmin her anına sinmiş olan tedirginlik ve gerilim duygusunu vücuda getiren başarılı mekân seçimi denebilir. Yanlış ilaç seçimi dolayısıyla ölen bir hasta, olayı sahte bir rapor düzenleyerek kapatmaya karar veren doktor ve hemşireler, garip bir yeşil sıvı ve hastanede yaşanan salgın paniği, Kansen’in hikâyesinin köşe taşlarını oluşturuyor. Serideki favorim olan Kansen, Uzakdoğu Korku Sineması’na düşkün bünyelere ilaç gibi gelecektir.
Yogen (Premonition, 2004)
Yönetmen: Norio Tsuruta
Senaryo: Norio Tsuruta, Noboru Takagi
Norio Tsuruta’nın filmografisine baktığımızda Ringu 0: Bâsudei (Ring 0: Birthday, 2000), Kakashi (2001), Orochi-Blood (2008) ve Masters of Horror 2. sezon 13. bölümü Dream Cruise gibi hikâye odaklı, atmosfere önem veren, ağır tempolu filmlerin öne çıktığını görürüz. Jirô Tsunoda’nın Newspaper of Terror isimli mangasından uyarlanan Yogen de yönetmenin filmografisinden ayrı bir yere konumlanmıyor ve önceki işleri ile benzer özellikler taşıyor.
Karısı ve beş yaşındaki kızı ile arabada seyahat ederken telefon etmek için duran Hideki, yol kenarındaki telefon kulübesine gider. Rehberin altında duran eski, yıpranmış bir gazete sayfası ilgisini çeker. Kızı Nana’nın fotoğraflı ölüm haberinde, saat 8’de öldüğü yazmaktadır. Gayri ihtiyari saatine bakan Hideki, saatin sekize gelmek üzere olduğunu görür. Arabaya çevrilen bakışları, arabadan çıkıp kendisine doğru gelmekte olan karısınınkiler ile kesiştiği anda, hızla gelen bir kamyon arabaya çarpar. Olayın şokunu atlatamayan Hideki, karısından boşanır, kendini tamamen bir gazete sayfası aracılığıyla geleceği gördüğü paranormal olayı araştırmaya verir. Bir yolunu bulup geleceği değiştirebileceğine, dolayısıyla kızının hayatını kurtarabileceğine inancı tamdır. Batıda bir hayli ilgi çeken Yogen, Amerikalı yapımcıların da gözünden kaçmadı ve 2007’de Sandra Bullock’un başrolde oynadığı Premonition isimli remake çekildi.
Rinne (Reincarnation, 2005)
Yönetmen: Takashi Shimizu
Senaryo: Takashi Shimizu, Masaki Adachi
Ju-On ve Ju-On 2 ile dünyaca tanınırlığını sağlayan Takashi Shimizu, Peeping Tom’dan (1960) fazlasıyla esinlenerek sadece sekiz günde çektiği Marebito (2004) ile Ju-On’un Amerikalı kardeşleri The Grudge ve The Grudge 2’nun da yönetmenliğini yaptı. Rinne ise aslen J-Horror Theatre serisi dahilinde çekilmiş olsa bile, 2006 yılının After Dark Horrorfest’inin seçtiği sekiz film arasına da girerek ABD’de gösterim şansı elde etti. Bu sayede hem yönetmenin, hem de filmin daha geniş kitleler tarafından bilinirliği doğal olarak fazlasıyla arttı.
Yeni bir korku filminde oynamak üzere anlaşma imzalayan genç aktris Nagisa, hayalet görüntüleri görmeye başlar. Nagisa’nın oynayacağı film, deliren bir profesörün bir otelde kalan 11 konuğu öldürmesi ile sonuçlanan vahşi cinayetleri anlatmaktadır ve çekimler olayların gerçekleştiği otelde yapılacaktır. Rinne aslında Uzakdoğu’dan çıkan diğer hayalet filmlerinden çok da farklı bir matematiğe sahip değil. Buna rağmen, Shimizu’nun her seferinde seyirciyi korkutmayı başaran akılcı sahneleri nedeniyle çağdaş türdeşlerinden birkaç adım öne çıkabilmeyi başarıyor.
Sakebi (Retribution, 2006)
Yönetmen: Kiyoshi Kurosawa
Senaryo: Kiyoshi Kurosawa
Kiyoshi Kurosawa, Japon sinemacılar arasında önemsediğim yönetmenlerden bir diğeri. (Merak edenler için, usta sinemacı Akira Kurosawa ile bir akrabalığı yok.) Çıkış filmi Cure (1997), başarılı olmasının yanı sıra bir o kadar zor ve izleyiciyi içine almakta problemler barındıran bir film. Farklı izleyici profillerinden farklı tepkiler almasına rağmen, gerek atmosferi, gerek anlatım dili ile ilgiyi hak ediyor. Sonrasında çektiği Korei (Seance, 2000), Kairo (Pulse, 2001) ve Dopperugenga (Doppelganger, 2003) ile sağlam bir çizgi yakalayan Kurosawa, özellikle atmosfer yaratmadaki becerisi ile kendine özgü bir sinema dili yarattı. 2008 tarihli Tokyo Sonata ile korku türünün dışına çıkan Kurosawa, başta Cannes ‘Un Certain Regard’ Jüri Özel Ödülü olmak üzere birçok festivalden ödülle dönerek herkesin haklı övgüsünü kazandı.
Sakebi, yönetmenin önceki işleri gibi, içine girmekte bir parça zorluk yaşanabilecek türde bir film. İşlenen seri cinayetler, cinayeti araştıran tecrübeli bir dedektif, kırmızılar içinde gizemli bir kadın, cinayetlerle bağlantılı geçmişe gömülmüş hatıralar ve tabii ki her şeyi daha da karmaşık hale getiren bir hayalet gibi birbirleriyle alakasız gibi görünen başlıkların bileşiminden oluşuyor.
Kaidan (2007)
Yönetmen: Hideo Nakata
Senaryo: Satoko Okudera
J-Horror salgınının başlangıcı olarak kabul edilen Ringu’nun yönetmeni Hideo Nakata, verdiği röportajlardan birinde, aslında korku filmi yönetmeyi hiçbir zaman düşünmediğini söylemişti. Tamamen tesadüf eseri başına geçtiği Ringu’nun çok başarılı olmasının ardından Ringu 2’yu çeken Nakata, daha sonra korku dışında birkaç film çekmeyi denemiş, ancak hiçbiri seyirci nezdinde başarılı olamamıştı. Herkes ondan yeni bir korku filmi bekliyordu. Ringu’nun da yazarı olan Kôji Suzuki’nin bir başka romanından sinemaya uyarlanan Dark Water (2002), Nakata’ya bir kez daha uluslararası başarı getirecek ve belki de bir daha hiçbir zaman kurtulamayacağı ‘korku filmi yönetmeni’ sıfatı üzerine hiç çıkmamacasına yapışacaktı. Nakata, gerek Batı’da, gerekse ülkesi Japonya’da korku filmleri üretmeye devam ediyor. Ancak hiçbir filmi, ne Ringu’ların, ne de Dark Water’ın başarısının yakınına dahi yanaşamadı. Belki serimiz dahilindeki Kaidan bu genellemenin dışında tutulabilir.
Hayalet hikâyesi anlamına gelen Kaidan, birbirine âşık iki genç ve onlara musallat olan intikam peşindeki bir hayaletin öyküsünü anlatıyor. Uzakdoğu hayalet filmi klişelerini başarılı bir şekilde uygulayan Kaidan, hayalet hikayelerinden bezginlik geçirenler için sıkıntı yaratsa bile izlenmeyi hak ediyor.
Kyofu (The Sylvian Experiments, 2010)
Yönetmen: Hiroshi Takahashi
Senaryo: Hiroshi Takahashi
Hiroshi Takahashi, Japonya’nın en önemli korku senaristlerinden biri. Meşhur Ringu üçlemesinin (Ringu-1998, Ringu 2-1999 ve Ringu 0: Bâsudei-2000) yanı sıra Hakkyousuru kuchibiru (Crazy Lips, 2000) ve Orochi-Blood (2008) gibi filmlerin senaryosu da ona ait. Kyofu, zaman zaman kamera arkasına da geçen Takahashi’nin yönettiği az sayıdaki filmden biri.
Dr. Hattori ve kocası, eski bir hastanenin bodrum katında bulunmuş, insan denekler üzerinde uygulanan beyin ameliyatı deneylerini resmeden, 16 mm arşiv görüntülerine ulaşır. Dr. Hattori, deneylerden çok etkilenir. Aradan seneler geçer, çiftin iki kızından biri olan Miyuki ortadan kaybolur. Diğer kardeş Kaori ve Miyuki’nin erkek arkadaşı Mitujima, kaybolan kızı aramaya başlar. Olayların seneler önce Hattori’lerin izlediği görüntüler ile ilgili olduğunu fark etmeleri uzun sürmez. İnsanlar üzerinde uygulanan deneyler, beynin yapabileceklerinin kapasitesi ve sınırları gibi ilgi çekici bir konu üzerine inşa edilen hikâye, problemli aile donesi ile birleştirilerek, klasik korku filmi klişeleri çerçevesi içerisinde sunuluyor.
Murat Kızılca