Şimdiye kadar ekranda Seher Vakti’nde alevi bir genç, Kırık Kanatlar’da Rum askeri, Suskunlar’da işkenceci Gazanfer ve son olarak Kaçak’ta mayfa Ertan olarak gördüğümüz Berk Hakman ile televizyon dünyası üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Cine Dergi’den Gizem Kaboğlu’nun sorularını yanıtlayan Hakman’ın hayata bakışı hakkında fikir sahibi olmak ve perspektifine biraz daha yaklaşmak isterseniz şöyle buyurunuz:

Kaçak dizisindeki rolünüzden sizin cebinize kalan nelerdir, rolden arta kalarak hayatınızın geri kalanında taşıyacağınız bazı öğelerden bahsedebilir miyiz?

Hayatımın geri kalanında taşıyacağım bir öğe yok ama oyunculuk reflekslerimle ve düşüncelerimle ilgili olarak değişik şeyler öğreniyorum hala. Rolümden kalanları pek hayatıma taşımam. O zaman rol, oyunculuk kavramları yok olur.

HATIRLA SEVGİLİ GİBİ BİR DİZİYİ ŞİMDİ ÇEKTİRMEZLER

Bugüne kadar oynadığınız rollerde Alevi bir genci, Rum askerini oynadınız, kadın kılığına girdiniz, komünist olarak da ekrana geldiniz. Dizilerde temsiliyeti ve “öteki”ye bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ötekini anlatan işleri seviyorum zaten rol seçimlerim de takip ediyorsanız eğer bu şekilde gider. Başrol almam ben çünkü hiçbir şey anlatmaz o roller… Yandakilerin derdi vardır. Başrol almışsam bile emin olun bir derdi vardır. Saydığınız işlerden üçü Tomris Giritlioğlu projesidir ve bu ülkenin kanayan yaralarıyla ilgili projelerdir. Eskisi kadar naif bakılmıyor şimdi bu projelere… Hatırla Sevgili gibi efsane olmuş bir diziyi şimdi çekemezsiniz, çektirtmezler. Kayıp Şehir diye bir dizi vardı, Tomris Hanım’ın son projelerinden… Çok iyiydi ama yukardan izin vermediler. Bilgi sağlam yerden, emin olun…

Hayatla ilgili sıkıntıları ve dertleri olan biri için oyunculuk bir ifade yolu mudur yoksa kendi kimliğiyle ifade edemediklerini söylemek için bir kaçış mıdır?

İkisi de denilebilir. Eğer kaçış dersek ben o kaçışı müzikte de bulabiliyorum eskiden beri müzikle ilgileniyorum. İfade yolu da denebilir.

Kendi yaşamınızın bir senaryo olduğunu düşünseniz, şimdi o senaryonun neresindesiniz?

Çok yaratıcı bir soru… 🙂 Bilemiyorum ki senaryoya her gün yeni baştan başladığımı söyleyebilirim. Klasik cevap tabii ki senaryonun ortalarında olduğumdur ama bilinmez sonunda da olabilirim… Nasıl bilebiliriz ki…

Peki bu senaryoyu izleyen biri olsanız, bir izleyici olarak “Berk” hakkında ne düşünürdünüz?

Bu çocuğun sıkıntıları çok, garip, tuhaf davranışları var ama iyi bir insan olmaya çalışıyor derdim sanırım.

İnternetteki yorumlarda herkes sizden “karizmatik” sıfatıyla bahsediyor, iltifatlara boğuyor. Bu yorumlar biraz insanı kendisine yabancılaştırmıyor mu?

Yok sadece bana cok yakışıklısın falan dedikleri zaman yabancılaşma biraz oluyor çünkü kendimi öyle görmüyorum. Karizmatik? Olabilir bilemem ama şunu söyleyeyim benim yakışıklı anlayışımla bizim seyircininki bir değil. İnsanlar cok tuhaf. Ben bir şeye hayır cevabı verdiğimde ya da içimden geçeni söylediğimde, bir şeyi umursamadıgımda çok yakışıklı olduğun için böyle havalardasın falan diyorlar. Ben işte asıl o zaman kendime yabancılaşıyorum maalesef.

“TÜRKİYE’DE İYİ SENARİST ÇOK AZ, OLAN OYUNCULARA OLUYOR”

Safi iyi ve safi kötü karakterlere değil de daha hayatın içinden ve realist hikayelere inandığınızı anlıyorum. Bu bağlamda Türkiye’de üretilen senaryolara bakışınızı merak ediyorum?

Bir işe girerken (özellikle dizi için söylüyorum) karakterin 30. bölümde ne yapacağını bilmiyorsunuz ki… Senarist kafasına göre bir şey yazıyor. Hadi bakalım çık içinden çıkabilirsen… Bu noktada sunu söylemeliyim üzülerek. Bizim ülkede iyi senarist çok çok az, 4-5 tanedir belki… Onlar bile başladıkları işleri yürütemiyorlar,olan oyunculara oluyor. Diziler uzayınca karakterimizle alakası olmayan şeyler yazılıyor maalesef.

Sinemada durum nasıl?

Sinemada senaryo yazımında ise bazı umut verici hareketler var ama burada kendi filmlerini yazan yönetmenlerden bahsedebiliriz sadece. Bakın orada bile senarist diyemiyoruz, yok çünkü… Orjinal dizimiz de yok gibi nerdeyse. Zaten adaptasyon moda oldu çıktı son 3-4 senedir…

Hayata müzikal merakla bakan bir oyuncu olarak hayatınızın fon müziği ne olabilir diye sorsam şarkı ismi verebilir misiniz?

Birden fazla şarkı var ama bir Nick Drake şarkısı veya Beatles’ın son dönemlerine ait bir sound olabilir.

“SEVGİ HER ZAMAN KURTARIR”

Felsefe, neospiritüalizm ve fizik gibi konulara merakınız dikkat çekici… Bu tip meraklar “Bu konuyu hiç böyle düşünmemiştim” sorgusunu sıkça yaptırır insana… Sizin herkes bunu bir düşünmeli dediğiniz, böyle takıldığınız bir nokta var mı?

Ben hiç böyle düşünmemiştim değil de, ne kadar anlamlı ben de aynen böyle düşünüyordum, birileriyle aynı hissi paylaşmak güzel şeklinde oluyor. Herkesin bir düşünmesini istediğim şey, Tanrı’nın bizleri cezalandırmak için bekleyen, her yaptığımıza bir değer biçen, bizi ödüllendiren, kendisine tapınmadığımız için çok kızıp bizi cezalandıran, biz insanların kullandığı kavramlarla açıklayabileceğimiz bir olgu olmadığı… Bizim alemimizde, bu konuda yapılacak tek şeyi asırlardır filozoflar, sanatçılar söylüyor zaten. Bu yüzyılda onlardan çok az ama neyse ki beatles vardı. 67’de söylemişler zaten: “All you need is love”. Bazı konularda yapabileceğin bir şey yok ama sevgi her zaman kurtarır.

Neden menajeriniz yok, kolay kolay röportaj vermiyorsunuz… Bu bir şekilde popülerliğin veya  sistemin dışında kalma tercihinin sonucu mu?

Ben sistemin dışında mıyım ya da popüler miyim bilmiyorum ki. Ben sadece işimi yaparım diğerleri onu takip eder. Ona da ben karışamam. Menajerle çalışmama nedenim çok da bir şey kaçırdığımı düşünmemem bu ülkede. Sanki büyük şeyler mi oluyor burda? New York ya da Londra’da değiliz… Tuhaf bir ülkedeyiz. Hele kendi sektörümüzle ilgili hiç konuşmayayım… İş konusuna gelince; sağ olsunlar arıyorlar bugüne kadar da hep iş geldi, çalıştım.. Bir de zor güvenirim. Her şeyi kendim öğrendim. Bu saatten sonra da gerekmiyor ama yorulursam neden olmasın. Bizdeki menajerler senin galada ne giyip nerede gözükmen gerektiğinle ilgilenirler çünkü.

Röportaj: GiZEM KABOĞLU

www.twitter.com/gizemkaboglu

 

Gizem Merve Kaboğlu
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldum. atv haber merkezi’nde ve Radyo Marmara’da yaptığım stajlarla deneyim kazandım. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda “Eleştirel haber okuryazarlığı” eğitimi, İstanbul Film Akademi’de Filmlerle Psikoloji Sinematerapi Atölyesi ve Gümüşlük Akademi’de Ümit Ünal’la Senaryo Bakışı atölyelerine katıldım. One Dergi’de başlayan yazın kariyerime Televizyon Gazetesi.com’da ve Dipnot.tv’de muhabir, yazar ve editör olarak devam ettim. 2008 yılından bu yana televizyon üzerine yazılar yazıyor ve röportajlar gerçekleştiriyorum. Süre zarfında 2. ve 3. Antalya Televizyon Ödülleri’nde “önjüri üyesi” sıfatıyla görev üstlendim. 4 yıl boyunca Dipnot Tablet Dergi’de okurla buluştum, şimdilerde Cine Dergi’de yazı ve röportajlarımla yer almaya devam ediyorum. Kariyerimin bir diğer ayağı olan e-ticaret alanında sektörün lider şirketlerinden birinde 3 seneyi aşkın süre Editör ve Pazarlama İletişim Uzmanı olarak çalıştım. 2016 yılında atv ekranlarına gelen Kaçın Kurası adlı dizinin senaryo ekibinde yer aldım, dizi ve film senaryoları yazmaya devam ediyorum. Gizem Kaboğlu yazıları www.gizemkaboglu.com adresinde arşivlenmektedir.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.