#Dirensinema

 Bu köşeyi sanatı hiçe sayan, umursamayan, ucube olarak gören ve gittikçe hayatımızdan almaya çalışan bir ‘dikta’ya karşı, ona dikkat çekmek için oluşturmaya karar vermiştim ki 19 yıllık sinema derginsin kapandığının haberini aldık. Her yeri ‘beton’ olarak algılayan bir inşaat firmasının alır almaz kar zarar dengeleriyle kapattığı sinema dergisinin kapatılması sadece sermaye değerleriyle örtüşecek bir hareket değil! Tam da hayatımızı betona gömmek isteyen bir kafanın icraatıdır… Değer vermemenin umursamanın dik alasıdır. Bu yüzden derginin dokuz yıllık çalışanı arkadaşım Müjde Işıl’la yaptığım röportajla açmak istiyorum bu köşeyi… Gelecek ay bakanlığın sinema ödeneklerine getirdiği +18’i anlatmak niyetindeyim, gündem çok hızlı ve vurucu bir şekilde değişmezse…Diren sinema, diren sanat, diren hayat diyerek köşemi açıyorum… J

Banu Bozdemir

 Sinema dergisinde ne zaman çalışmaya başlamıştın, nasıl oldu, dergide o zaman kimler vardı?

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema-TV mezunuyum. Öğrenciyken TRT’deki sinema ve kültür sanat programlarında çalışmaya başlamıştım. İnternetin hızla yaygınlaştığı 2000’lerin başında Porttakal.com’un sinema editörlüğünü yaptım. Nisan 2005’te yani Mehmet Açar genel yayın yönetmeni iken Sinema’da yazmaya başladım. Derginin o zamanki editörlerinden Burçin S. Yalçın, yeni açılan Film +’nın başına geçince Açar da beni Sinema’nın kadrosuna editör olarak davet etti. Zaman içinde başta Mehmet Açar olmak üzere yollarını ayıran yazarlar olsa da derginin çekirdek yazar kadrosu pek değişmedi. Tıpkı bir aile gibi, hemen hemen aynı isimlerle, kapatılana dek yayım hayatına devam etti Sinema.

Sinema dergisinin senin için anlamı neydi?

Öğrenciyken elimden düşürmediğim Sinema, sinema yazarlığını meslek olarak seçmemdeki en büyük etkendi. Dergi, pek çok sinema yazarı gibi benim için de okul oldu. Bir de işin dergicilik boyutu var tabii ki… Televizyon ve internet deneyimim vardı ama dergiciliği ben Sinema’da öğrendim. Mehmet Açar’a bu konuda her zaman teşekkürü bir borç bilirim. Zira vuruş sayısının ve dergi tasarımının ne olduğunu tam olarak bilemeyen ama profesyonelleşmek isteyen bir yazarı, ‘öğrenirsin’ diyerek Sinema’nın kadrosuna kattı. Dolayısıyla hem okul hem ikinci bir aile oldu Sinema hep bana.

Diğer sinema dergileri yurtdışı dergilerin Türkiye ayağı olmasına rağmen açıldıktan kısa bir süre sonra kapandı, sinema dergisi o süreçte yoluna devam etti. Onu farklı kılan neydi sana göre? Misyonu neydi?

Ulusoy grubunun girişimiyle yayımlanan Film +, Sinema ile aynı çatı altında (Ciner Grubu) yayın hayatına başlayan Empire ve Akşam Grubu’nca çıkarılan Total Film hemen hemen aynı dönemlerde sinemaseverlerle buluştu. Diğer grupları tam olarak bilemiyorum ama Ciner Grubu Empire’a, Sinema dergisine yapmadığı yatırımı ve reklamı yaptı. Dolayısıyla bunun karşılığı olarak yüksek satış rakamları hedeflendi. Ancak promosyonlara rağmen o yüksek hedef sağlanamayınca patronlar en ucuz yolu tercih etti; ekiplerin tüm fedakârca çalışmalarına rağmen dergileri kapattı. Bir medya grubuna bağlı olmayan Altyazı bu süreçte yoluna bağımsızca devam etti. Sinema da promosyondan uzak durup salt dergi içeriğine odaklanarak, dolayısıyla büyük kâr etmese de bariz bir zarar da etmeden okuyucularıyla buluşmaya devam etti. Tabii ki Ciner’den TMSF’ye ve Çalık Grubu’na el değiştirmesine rağmen sağduyulu, sanatsever ve muhtemelen Türkiye’de kültür üzerine bir marka yaratmanın ne denli zor olduğunun bilincinde olan kişi ve yönetimlerin, Sinema’nın arkasında durduğu da bir gerçek… Ve internet çağında dergiye sadakatle bağlı kalan okurlarımızın desteği de çok önemli… Keşke sayıları her ne kadar fazla olmasa da sinema yazarlarının, doğrudan mesleklerini icra ederek para kazanabildiği o yıllar devam edebilseydi…

Sinema’ın misyonuna gelince… Dergi, popüler sinema ile sanat sineması arasındaki dengeyi hep korumaya çalıştı. Büyük prodüksiyonlar, gişe canavarları kadar özellikle son dönemde ilk filmini çeken yerli-yabancı yönetmenlere de yer vererek hem keşif alanı hem de bilgi kaynağı olmayı hedefledi. Dolayısıyla hem 7. sanatla yeni tanışanlara hem sinefillere hem de o ay hangi filme gidebileceğini en kestirme yoldan öğrenmek isteyen ortalama seyirciye hitap etmeye çalıştı. Bu açıdan yerinin doldurulamaz olduğu bir gerçek…

Dergide çalışma tarzınızdan biraz bahseder misin, sık sık yer değiştirilen binalar, baskı zamanı daha yoğun çalışmalar vs…

2005’ten önce Sinema’nın Nişantaşı’ndan İkitelli’ye, sık sık bina değiştirildiği hep anlatılırdı. Ben başladığımda Ciner Dergi Grubu’nun binası Sefaköy’deki eski penye fabrikasındaydı. TMSF el koyduktan sonra Toprak Holding’in Yıldız’daki binasına taşındık. Yaklaşık son 3 yıldır da Balmumcu’daki Sabah-ATV binasında çalışıyorduk. Her dergi bitiminde toplantı yapılır, tartışılır, konular bölüşülür ve yeni sayıya başlardık. Tüm aylık dergilerde olduğu gibi bizim de baskı tarihine kadar, özellikle her ayın 15-25’i arasında tempomuz tavan yapardı. Çok stresli ama bitirdikten sonra tatlı bir rehavetin çöktüğü zamanlardı…

Dergiyi çıkartırken hiç unutamadığın anıların mutlaka olmuştur, en iyi, en kötü, en şaşılası. Neydi seni bu süreçte etkileyen şey?

Normal bir zamanda olsaydı muzipliklerimi ve mutlu anılarımı anlatmak isterdim ama Sinema’nın kapatıldığı 20 Aralık 2013 Cuma günü yaşananlar, sanırım hem en kötü hem de en şaşkınlık verici anım oldu. Şirketin Çalık’tan Kalyon İnşaat’a geçtiği resmen açıklanmıştı. Biz de Ocak sayımız için hazırlıklarımızı yapıyorduk. Neredeyse derginin 2/3’ü bitmişti. Ve bir anda Sinema, Aktüel ve CosmoGirl başta olmak üzere 7 derginin kapatıldığı; listede başka dergilerin de olduğu ama onların son dakikada listeden çıkarıldığı haberi geldi. Derginin kapatıldığı haberini almak ölüm şoku gibi bir şeydi… Kendimize uzun süre gelemedik. Soğukkanlılığımızı korumaya çalışsak da diğer dergi emekçileri ile vedalaşmak hiç kolay olmadı. Hâlâ hatırladıkça gözyaşlarımı tutamıyorum. O travma anında nasıl oldu da ‘Sinema kapatıldı’ tweet’ini atabildim, kendime şaşıyorum. Bugün olsa o kadar soğukkanlı olabilir miyim, emin değilim.

Sinema dergisinin senin için avantajları neler olmuştur mesela?

Her şeyden önce okul oldu benim için. Daha önce yazarlık tecrübem olsa da profesyonel olarak eleştirmenliği ve dergiciliği Sinema’da öğrendim. Mesleki anlamda beni çok besledi. Pek çok değerli meslektaşımla tanışmama vesile oldu. Muhtemelen yaşamım boyu sürecek dostluklar kazandım. Sinema dergisi, kültür-sanatın toplumumuzda hâlâ geçer akçe olduğunun kanıtıydı benim için.

 Derginin kapanmasıyla / kar edememesi vs… ilgili sık duyumlar size yansıyor muydu? Ya da bu dokuz yıllık süreçte neler değişti sana göre?

Her ay yapılan tiraj toplantılarında kâr-zarar durumları konuşuluyor, tiraj buna göre hesaplanıyordu. Yayımcılık sektörünün ‘kendi yağında kavrulan’ dergilerindendi Sinema… Biz editöryal kadro olarak kıt olanaklarla kalitemizi korumaya çalıştık. Üzerine yatırım yapılmayan, reklam almak için proje üretilmeyen, gelen reklam önerilerinin bile doğru düzgün değerlendirilmediği bir ortamda Sinema dergisini hazırladık yıllarca. Eğer yatırım yapılmıyor ve dergicilik sadece prestij olarak görülüyorsa o zaman kârdan-zarardan bahsetmek beyhude… Yok eğer her şey kazanç üzerinde dönüyorsa o zaman hiçbir yatırım yapılmayan, maddi açıdan desteklenmeyen bir mecradan kâr beklenmesi mantığa aykırı. Önce bunun dengesinin kurulması lazım.

İnternet çağına hızla girdiğimiz günlerde basılı dergi çıkartmak nasıl bir duyguydu?

Ben de geçmişte internet editörlüğü yaptım. İnterneti kişisel olarak hiçbir zaman engel olarak görmedim. İnsanlara fikirlerini paylaşma ortamı yaratması açısından kolay ulaşılabilir ve verimli bir mecra internet. Artık eski usül olarak görünen dergicilik ise geçmiş ile gelecek arasındaki bağı simgeliyor. Ve kaynak olarak önemli bir görev üstleniyor. Sinema sitelerinin, bloglarının ve bloggerlarının Sinema’dan alıntı yaptığı bilinen bir gerçek. Klasik sinema anlayışı demode görülse de nasıl hâlâ varlığını ve önemini koruyorsa, internetin egemenliğindeki günümüz yayıncılığında Sinema dergisi de toplumda sinema kültürünü yerleştirmeye, büyütmeye devam etti hep; kaynak niteliğini muhafaza etti. Ben her şeye rağmen basılı dergi kültürünün asla ölmeyeceğine inanıyorum, inanmak istiyorum.

Hızla tükenen gündeme uyum sağlamak için özel olarak yaptığınız içerikler nelerdi?

Derginin doğumgünlerinde (100. 150. sayı gibi) ve özel sayılarla içeriğimize dinamizm getirmeye çalıştık. Değişen gündeme göre içeriğimizi ayarladığımız gibi gündemden bağımsız, eğlenceli ve kolaj niteliği taşıyan dosyalarla, özel röportajlarla dergiyi hep canlı tutmayı hedefledik. Yakın zaman önce okurlarımıza anket yaptık ve onların önerilerine, eleştirilerine göre dergide değişiklikler yapmayı planlıyorduk.

Dergi kapandı bir anda, hem de yeni sayının hazırlıkları tamamlanmışken… Duyguların, duygularınız nedir?

Yayıncılık deneyimi olmayan şirketlerin medyaya el atmasına neredeyse alışır hale geldik. İşin siyasi boyutu hayli endişe verici. Ancak elindeki markaların değerini bilmek için illa da yayıncı aileden gelmek gerekmiyor. Ama kültür-sanata negatif mantıkla yaklaşanlara Sinema’nın değerini anlatmak ne mümkün… Daha birkaç ay önce onca eyleme rağmen Emek Sineması yerle bir edildi. Yaşananlar korkunç bir domino oyunu gibi… Kişisel olarak tek bir tesellim var. İnsanlar da markalar da adları anıldıkları sürece yaşamaya devam eder… Dolayısıyla üzerine ne kadar beton dökülürse dökülsün, nesilleri büyüten Emek Sineması da Sinema dergisi de hep yaşayacak.

Ne yapmayı düşünüyorsun / düşünüyorsunuz bundan sonra?

Mevcut Türkiye şartlarında geleceği öngörmek pek mümkün değil ne yazık ki… Dergi başka bir kuruluşun bünyesinde devam eder mi, bilemiyorum. Kendi adıma sinema yazarlığını devam ettirmeye çalışacağım ama illa bu sektörde kalacağım diye de bir ısrarım yok… Hayatın getirdiklerine göre hareket edeceğim.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.