“Çocuk Pozu” (Pozitia copilului), yaşı ne kadar büyürse büyüsün, sorumluluk almaya yanaşmayan bir insanın, hep çocuk pozu verdiğini anlatıyor, annesine savaş açan bir ana kuzusunun, hepimizin başına gelebilecek bir talihsizlik karşısındaki sınavı bu, kesinlikle bir bedel ödenecek, elbette maddi ve manevi bir ceza yüklenilecek, ancak affedilmek ve yetişkin pozu vermek, en nihayetinde yüzleşmeyle gelecek.
63. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanan, geçen sene memleketin film festivallerinde gösterimi yapılan Çocuk Pozu, yeni yılın ilk ayında nihayet izleyiciyle buluşuyor. Romanyalı yönetmen Calin Peter Netzer’in üçüncü uzun metraj kurmaca filmi olan Çocuk Pozu’nun başrollerinde Luminita Gheorghiu, Bogdan Dumitrache, Ilinca Goia ve Nataşa Raab var. Romanya sinemasının yükselişi malumunuz, hayli güzel filmler çekiyorlar, Demirperde’nin ardından yaşananları gayet iyi resmediyorlar ve her şeyden önemlisi öykülerini anlatmasını biliyorlar. Olay örgüsü, kurgusu, senaryosu, akıcı diyaloglar, oyunculuklar, sanki olayın içinde bizleri de sokan kamera kullanımı ve müthiş bir final. İnsan bir filmden başka ne ister ki, Çocuk Pozu mutlaka seyredilmeli… Evet, zenginler, fakirler, anneler, babalar ve çocuklar üzerine bir film bu, gündelik hayat kadar gerçek, ateşinin düştüğü yeri yakması kadar acıklı… Ötesi zaten, tepeden tırnağa vicdan azabı… Bükreş’in zengin sınıfından cerrah ve mimar-dekoratör bir çiftin, tek bir çocukları vardır, artık 32 yaşına gelen oğul, baskıcı ve dediğim dedik annesinin sayesinde, resmen sorumluluk üstlenmeyen bir birey olmuştur ve son sürat kullandığı arabasıyla, yoksul bir ailenin 14 yaşındaki oğlunu öldürmüştür. Kazanın hemen ardından filmi de çekip çeviren anne devreye girer, tanıkların ifadelerini değiştirmekten, yetkili kişileri bulmaya, parayı devreye sokmaktan, oğullarını yitiren ailenin kapısına gitmeye dek. Hayatta en değer verdiği şey oğludur, tüm gücünü onu kurtarmak için kullanmaya kararlıdır. Silik bir karekter olan baba, annesine isyan eden ama yine de ondan medet uman sorunlu bir oğul ve başkasının çocuklarını doğurduğu için kabullenilmeyen ‘gelin’… Filmin ana mevzusu, oğul ve anne arasındaki ilişkidir, kopmak üzere olan bir birlikteliktir bu, oğul, hayatına sürekli müdahale eden ve duygu sömürüsünü iyi beceren annesine karşı öfke doludur, anne için ise bu talihsizlik, son bir şanstır aynı zamanda… Onu kurtaracak bir kahraman olacak ve kayıtsız ve hastalık hastası oğul, kendisine minnet duyacaktır, alt metinde bu vardır. Filmi izlerken, bu nefretlik ve antipatik ana ile oğulu sopayla kovalama ihtiyacı hissediyorsunuz, sonra ‘düşman’ diye bir kelime duyuyorsunuz, evet, Rumenler ile aynı kelimeyi kullanıyoruz, düşman, insanın düşmanının önyargı, insanın düşmanının fakirlik, insanın düşmanının kendisi olduğunu anlıyoruz. Hangimiz cezadan kurtulmayı, bela bir işten sıyrılmayı, ardına bakmadan kaçmayı istemez ki… Dürüst olalım, hepimiz. Finale doğru bu ikiliye duyduğumuz nefret bir parça azalıyor, empati ise haliyle çoğalıyor. Olan yine ölene oluyor, yaşayanlar, yırtmanın bir yolunu buluyor.