İlk filmi “Uzak İhtimal”le çoğu izleyiciyi tatmin eden, kendine has insanları zor bir konu etrafında buluşturan Mahmut Fazıl Coşkun’dan umutluyduk. Belli bir seviyenin üstünde filmler çekeceği, hem eleştirmenleri hem de izleyiciyi mutlu edeceği aşikardı. Yanılmadık. “Yozgat Blues”la da bunu başardı. Katıldığı festivallerde seyircinin filme gösterdiği yerinde tepkiler bunun en büyük kanıtı.
Ercan Kesal, Ayça Damgacı, Nadir Sarıbacak ve Tansu Biçer gibi ‘festival’ filmlerinin vazgeçilmez oyuncularının performanslarını adeta yarıştırdıkları “Yozgat Blues”un kısaca konusu şöyle… Yavuz, belediyenin açtığı müzik kursunda hocalık yaparken, AVM´lerde eski Fransızca şarkılar söylemektedir. Kurstan öğrencisi Neşe ise marketlerde ürün tanıtımı yapmaktadır. Yavuz, aldığı bir iş teklifi üzerine Neşe’yle birlikte Yozgat’a gider. Sabri ve radyocu arkadaşının destekleriyle çok uğraşsalar da yaptıkları müzik pek ilgi çekmez. Zaman geçtikçe ilişkileri beklemedikleri yerlere gider.
Burada tek tek oyuncuların başarılarını dile getirmenin manası yok. Zira filmi izlediğinizde hepsine ayrı ayrı şapka çıkaracaksınız. Mahmut Fazıl Coşkun için birkaç cümle etmeli diye düşünüyorum. Büyükşehrin kaybeden insanı ile taşranın -bir nebzede olsa- kazananlarını muazzam bir ahenkle karşı karşıya getirmeyi başarmış. Coşkun, insan ruhunun hezeyanlarını peliküle yansıtırken sadeliğin gücünü yanına alıp, seyirciye verdiği minik yemlerle de merakı ayakta tutuyor. “Yazı Tura”, “Çoğunluk” ve “Bal” gibi filmlerin görüntü yönetmenliğini yapmış olan Barış Biçer’in atmosfer yaratmada yönetmene katkısı da es geçilemez.
Tam olarak ne bir taşra filmi ne de büyük kentin yalnız insanlarının dramasını izliyoruz. “Yozgat Blues” insanoğlunun nerede ve hangi şartta olursa olsun kaybolmuşluğunu, çaresizliğini, mecburiyetlerini ve derdini anlatamayışını simgeliyor. Filmde etrafınızda gördüğünüz, hatta kendi yerinize koyabileceğiniz o kadar esaslı, hayatın içinden karakterler var ki! Aşık olduğunuz kadına açılana dek onun sizin karşınıza gelip de, ben falanca adamla evleneceğim/sevgili olacağım deyişini acıyla dinlemişsinizdir. Hislerinizi belli etmemeye çalışarak kendisini tebrik edersiniz. Tıpkı Yavuz gibi… Büyük şehirde karnınızı doyuramayıp güzel umutlarla birinin peşinden sürüklenip gittiğiniz taşrada, karşınızda çıkan ilk fırsatta -kendinize göre haklı sebepleriniz de mevcuttur- o kişiyi ardınızda bırakmışsınızdır. Tıpkı Neşe gibi… Alt tarafı mutlu bir evlilik ve kendinize ait bir ekmek kapısı hayaliyle yanıp tutuşurken karşınıza çıkan en olmadık imkanı değerlendirmişsinizdir. Tıpkı Sabri gibi… Kapalı ve dar görüşlü dünyaları olan insanların arasında kültür-sanatla ya da başka formlarla kendinizi özgür hissetmeye ya da en azından özgür olduğunuzu kendinize inandırmaya çalışmışsınızdır. Tıpkı Kamil gibi…
Başlığı merak ediyorsunuzdur. Ercan Kesal’in başarıyla canlandırdığı Yavuz karakteri, konu geçiştirme ustası. Söylemeye dili varmadığı çoğu anlarda hislerini bastırmanın yolunu bulmuş. Gündelik hayata dair sıradan lafların ardına adeta bir gölge gibi saklanıyor. Seni seviyorum ya da bu günü birlikte geçirelim diyemiyor da, fakat peynir çok güzelmiş, diyebiliyor. Kimi zaman çoğumuzun yaptığı gibi. O değil de, fakat film güzelmiş!
Fırat Sayıcı
twitter.com/firatsayici