2000’lerin başlarından itibaren adeta bir furya haline dönüşen yerli ürünü korku filmlerine, bu ay vizyona girecek yeni bir film ekleniyor: İblis’in Oğlu 13. Vahşet. Gelin, İblis’in Oğlu 13. Vahşet vizyona girmeden hemen önce 2000’ler sonrası Türk korku sinemasına bir göz atalım.

Türk korku sinemasının ilk örnekleri oldukça eskilere dayansa da birkaç denemenin dışında 2000’lere kadar özgün bir örnek getirememiş olması türün bu tarihten sonra yapılan denemelerle anılmasına sebep olmuştur. Aydın Arakon’un yönettiği Çığlık birçok kaynak tarafından ilk Türk korku filmi olarak kabul edilse de hiçbir kopyası ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır. Yine türün ilk örneklerinden Metin Erksan’ın yönettiği Şeytan filmi de çekildiği zamana göre değerlendirilecek olduğunda bazı sahneleriyle yetersiz kalsa da dönemin sıra dışı filmlerinden bir tanesi olarak anılmaktadır.

Boşa geçen yıllara inat!

Bu denemelerin ardından uzun bir sessizliğe bürünen yerli korku sineması 2000’lerin ardından boşa geçen yıllara inat yaparmışçasına büyük bir patlama yaşadı. 2004 yılının hemen başında vizyona giren Okul kendisinden sonra çekilecek birçok korku filminin öncüsü olmayı başardı. Yakın dönemin popüler korku filmi Çığlık (Scream) ile benzerlikler içeren ve klasik bir “teen slasher” olarak değerlendirebileceğimiz filmin yönetmenliğini Taylan Biraderler üstleniyordu. Okul ait olduğu türün ender örneklerinden biri olarak kalırken aynı sene vizyona giren Büyü, gelecek için ümitlenmemizi sağlamıştı.

Ancak korku sinemasına dair asıl atılım Hasan Karacadağ ile tanışmamızdan sonra başladı. %99’unun Müslüman olduğu iddia edilen ve ateistlerinin bile %61’inin Allah’a inandığı varsayılan ülkemiz insanının nelerden korktuğunu, kültürümüzde nelerin büyük yer kapladığını fark eden Hasan Karacadağ 2006 yılında kısa zaman içinde birçok devam filmi gelecek Dabbe’nin başlangıcını yaptı. Kuran’dan alıntılar yaparak sırtını dini referanslara dayayan film, “korkunç” görsel efektlerinin yanı sıra oyunculuklarıyla da son derece zayıf bir işti. Aynı yıl vizyona giren bir diğer korku filmi Araf ise tamamen islam mistizminden beslenen “peşine düşen günah araftan geliyor” sloganıyla da özellikle gençliği etkileyebileceğini düşünen lakin, umduğunu bulamayan bir yapım olarak akıllarda kaldı. Oysa günümüz hükümeti bu filmden haberdar olsa kamu spotu olarak yeniden vizyona sokmayı planlayabilirdi.

Korku türü için işler kötü giderken ümitlenmemize sebep olan, son derece başarılı bir filmle tanıştık. İlk denemeleriyle başarılı olamayan Taylan Biraderler bu kez Küçük Kıyamet ile o zamana kadar çekilen en başarılı korku filmine imza attılar. Herhangi bir Hollywood yapımından etkilenmeyen, tamamen bizim kültürümüze ait , bu topraklarda yaşanmış bir faciayı konu alan film, “şimdi ne olacak” hissiyatını sonuna kadar yaşatan ve sürpriz finaliyle seyirciyi mest eden sadece türün değil sinemamızın en sıra dışı işlerinden biri olmayı başardı. Oyunculuklarıyla da benzer yapımlardan ayrılmayı başaran film bugün hala türün elle tutulur en iyi iki filminden biri olarak göze çarpıyor.

Sinemalarda cin dönemi hem de gerçek cinler!

Alper Mestçi’nin korku türündeki ilk uzun metraj denemesi Musallat bu yeni dönemin tartışmasız en başarılı filmi. Bir aileye musallat olan bir varlığı merkezine alarak Müslümanlığın tüm ürkütücü taraflarını seyirciye aktarmayı başaran Musallat, hem konusuyla hem de görsel efektleriyle “İşte sonunda oldu, yoksa yeni bir dönem mi başlıyor?” sorusunu sormamıza, hatta bir adım daha ileri giderek umutlanmamıza sebep olsa da tam tersi ardı arkası kesilmeyecek bir musallata öncelik etmiş oldu.
Önce Semum’u “Türkiye’nin ilk yaratık filmi” ilan eden ardından gerçek bir hikayeden uyarlanma olayını bir adım ileri götürerek Dabbe: Bir Cin Vakası filminde “gerçek cin”lerle çalıştığını iddia eden Hasan Karacadağ bir müddet sonra akla mantığa sığmayan çalışmalarına devam etti. Filmlerinin gişede başarılı olmasına güvenerek, ara vermeden korku filmleri çekmeye devam eden yönetmen yanına cinleri de alarak pazarın neredeyse tek hakimi olma yolunda ilerlemeye devam ediyor.

3 Boyutlu korku filmimiz yok demek bize yakışmaz!

 Yukarıda da bahsettiğim gibi türün 2000’ler sonrası öncülerinden olan Araf’ın yönetmeni Arkın Aktaç uzun bir aradan sonra türün üç boyut olarak çekilen ilk örneğine imza attı. Cehennem isimli film, seyircisi için, boşa harcanan vaktine mi yoksa sinema salonlarının üç boyutlu gözlük için aldığı ekstra ücrete mi yanacağına karar veremediği tam bir eziyet oldu. Ne yazık ki “ilk üç boyutlu Türk korku filmi” sloganına güvenerek gişeye oynayan film, korku türünde hatırlamak istemeyeceğimiz bir filmin daha aklımıza kazınmasına sebep oldu.

Tüm bu denemelerin bir şekilde gişede başarılı olması ve belirli bir kesimin türe ilgi duyması sebebiyle bir furya haline dönüşen yerli korku filmlerinin sayısında özellikle 2010 yılından itibaren ciddi bir artış yaşanmaya başladı. Ses, Eksik Sayfalar gibi kısmen başarılı sayılabilecek denemelerin yanı sıra birçok genç yönetmen bu türde şansını denemeye devam etti. Musallat filmiyle başarı yakaladığından bahsettiğim Alper Mestçi devam filmiyle geri döndü. Hasan Karacadağ Dabbe’yi bir seri olmaktan çıkarıp neredeyse bir sezon süren televizyon dizisi kıvamında uzatmaya devam etti. Türe yeni bir soluk getirmeyi deneyen Murat Emir Eren ve Talip Ertürk ise hem ilk yerli zombi filmini çekti hem de korku komediye göz kırptı. Kısaca Shaun of the Dead’in yerli denemesi olarak görebileceğimiz Ada: Zombilerin Düğünü eksilerinin, artılarından fazla olmasına rağmen, bu kadar başarısız denemenin yanında en azından farklı bir iş olarak anabileceğimiz ender yapımlardan olmayı başardı. Kısacası üretilen film sayısında artış olsa da seyircisini memnun eden film sayısı bir elin parmaklarını geçmeyi başaramadı.

Ve tabii ki 2000’ler sonrası korku filmlerinden söz ediyorsak DVD olarak piyasaya sürülen, genelde hüzünlü filmlerin yönetmeni olarak anılan ancak buna rağmen birçok filminde ürkütücü sekanslara yer veren Çağan Irmak’ın “Kabuslar Evi” serisini atlamamak gerekiyor diye düşünüyorum. Korku türüne ait birçok farklı denemeye sahip olan bu serinin içinde gerçekten ürkütücü ve sıra dışı bölümler yer alıyor. Korku filmlerinde görmeye alışık olmadığımız derecede başarılı ve kariyerli oyuncuların yer aldığı Kabuslar Evi tür adına kesinlikle sağlam bir alternatif.

Gelelim son olarak bu ay vizyona girecek İblis’in Oğlu 13. Vahşet’e. Üniversitenin gazetecilik bölümünde eğitim gören bir grup öğrencinin bitirme tezleri için sır perdesi aralanamayan ve 8 dağcının kaybolmasından şüphe edinilen bir olayı araştırmayı karar vermelerini konu alan film, kült korku filmi Blair Cadısı’nın izinden yürüyor. Bunu yapmak için biraz geç kalınmadı mı sorusunu akla getiren film şansını deneyecek. Ne diyelim ya daha öncekiler gibi birçok çöp filmin yanına adını yazdıracak ya da bir elin parmağını geçmeyen yerli korku filmleriyle birlikte anılacak. Seyredelim ve görelim.

UTKU ÖGETÜRK

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.