Aşk Ağlatır filminin yönetmeni Mehmet Taşdiken Dostoyevski’nin hayata bakışının kendisi için hep örnek olduğunu söyledi. Filmin oyuncuları Ceyda Ateş ile Melih Selçuk da yönetmenih istediklerine cevap vermek için çok çaba sarf ettiklerini belirttiler…

Sinema sezonu açıldı ve ardarda Türk filmleri vizyona girmeye başladı. Atalay Taşdiken’in kardeşi Mehmet Taşdiken de uzun süredir uğraştığı film Aşk Ağlatır’ı vizyona soktu. Dostoyevski’nin Ezilenler adlı romanından serbest bir uyarlama olan filmin yönetmeni Mehmet Taşdiken, oyuncuları Ceyda Ateş, Melih Selçuk konuğumuz oldular…

Bu ilk uzun metraj filminiz, bu açıdan senaryo önemli. Bu senaryoyu tercih etmenizin sebebi neydi?

Yönetmen Mehmet Taşdiken: Çok eskiden ta lise yıllarından beri çok beni etkilemiş bir romandır. Sadece hikayesiyle değil, aynı zamanda hayata dair ölçeklerle etkilemiş. Bir insan nasıl bu kadar sabırlı, nasıl bu kadar vicdanlı, egosunu tetikleyen bütün aykırılıklara rağmen kendisine nasıl bu kadar hakim olabiliyor? Bu beni çok etkiledi ama sonradan Dostoyevski’nin diğer romanlarını okuduğumuz zaman gördük ki Dostoyevski esasen kendisi öyle bir adam, hayata öyle bakıyor, insanlara öyle bakıyor. Bütün olumsuzluklara rağmen içindeki o insana karşı olan sevgisini, hayata dair umutlarını hiçbir zaman yitirmiyor. Bütün romanlarında varolan bir şey bu. Demek ki Dostoyevski benim hayatımın bir ölçeklendirmesinde çok önemli bir yer işgal ediyor. Dostoyevski’nin kitaplarını ben çok kere “kutsal kitap” gibi düşünüyorum, o kadar etkili. Bunca senedir okunuyor olması, bunca senedir dünyanın her tarafında hala basılıyor olması da onun eskimediğini gösteriyor. Hz. Adem’den günümüze kadar insanın temel özellikleri üzerinde durduğu ve onlara çok olumlu bir yorum kattığı için herhalde. Dinler de öyle. Müslümanlık olsun, Hıristiyanlık olsun, Budizm olsun baktığınız zaman biçimsel yanlarının dışında özleri birbirine çok yakın. Onlar da aynı şeyleri insanlara telkin ediyorlar. Çok etkilendim ve yıllardır hep kafamdaydı, kısmet bugüneymiş. Biraz geç kaldı ama…

Peki senaryo size geldi, senaryoyu okudunuz, senaryonun içeriğini de biliyorsunuz, yönetmen için önemini de. Ne düşündünüz, neden bu projede yer almak istediniz?

Melih Selçuk: Benim adıma en çok dikkatimi çeken, en çok üzerinde düşündüğüm şey, oynadığım karakter Atıf’ın o tuhaflığıydı. Günümüz insanlarına, günümüz erkeklerine benzemiyor, gereğinden fazla affedici, gereğinden fazla alttan alıcı… Oturup sürekli düşünüyorum “Böyle bir adam var mı artık? Ben olsam böyle bir şey yapar mıyım?” Galiba yapmam, öyle biri olamam herhalde. Bir yere kadar zamanımızın hayatı bizi törpülemiş, o kadar affedici olduğumuzu düşünmüyorum artık. O yüzden önemli öyle birini anlatmak. Bunun aslında varolabileceğini böyle bir insanın gerçek olabileceğini anlatmış oluyoruz. Düşündüğümde öyle biri olsaydım keşke diyorum bütün egolarımdan arınmış… Arkadaşı ona “Senin için ne derler oğlum?” diyor, “Bana ne?” diyor. Şu anda öyle bir dünyada yaşamıyoruz. “Bana ne?” gibi bir durum yok artık. Bütün hareketlerimizi insanların ne düşündüğüne göre yapıyoruz.

Peki siz senaryoyu aldığınızda ne düşündünüz?

Ceyda Ateş: Ben ilk okuduğumda çok etkilendim senaryodan, içinde olmak istedim. İnsanın ruhunu, insanlığını irdelemesinin yanısıra merhameti, bağışlamayı öğreten bir hikaye. İnsanları çok iyi anlatacak, gerçek hayatı, aşkı. Atıf’ın oynadığı karakter gerçekten çok zor, Lale’nin karakteri de zor çünkü dik kalmaya çalışıyor, seçtiği şeylerin ona getirdiği hayal kırıklıkları yaşıyor ve onların karşısında dik durmaya çalışıyor. Atıf daha zor çünkü Atıf’ın yaptığını hiçbir erkek yapamaz çünkü küçük yaşta bir aşk yaşıyorlar, çocukluk aşkı. Ama başka bir adamı seçiyor ve bunu eski sevgilisine ve onu hala seven bir adama anlatıyor ve Atıf sürekli yardımcı oluyor. Dediği gibi günümüzde böyle bir hikaye çok zor. Beni Lale kararkteri çok etkiledi, daha doğrusu insanlık öyküsünü, merhameti, bağışlamayı, yıkılışları, vazgeçebilmenin ne demek olduğunu anlatan bir film olduğu için tercih ettim.

Peki sizin karakterinizin günümüzde geçerliliği var mı? Hala Lale gibi kadınlar var mı?

Ceyda Ateş: Aslında Lale gibi iki erkek arasında kalan kadınlar günümüzde de var ama Atıf gibi olanlar yok. Dediğim gibi o da çok zor, iki erkeğin arasında kalmak ve seçtiği adama güvenip tekrar hayal kırıklığı yaşamak çok zor. Bunu zaten günümüzde de çok yaşıyoruz. Ama dediğim gibi Atıf daha zor bir karakter.

Klasik romantizm yaşamı ve yazımıyla günümüz romantizmi arasında çok büyük bir fark var. Belki de bütün edebi türler arasında toplumsal değerlerin en büyük değişim geçirdiği alan romantizm diyebiliriz, Dostoyevski bile olsa. Uyarlamada değer kaybetmedi mi çünkü sonuçta duygu değer kaybediyor o dönüşümde?

Mehmet Taşdiken: Yok kaybetmedi. Biz her tarafını değil zaten romanın temel olan, biraz önce söz konusu ettiğimiz duygular ve çarpıcı hikayeler bölümünden sinema olabilecek yanlarını aldık. Roman çok derin, hatta psikolojik roman da sayılabilir. Sinemaya çok elverişli değil. Fakat burada temel olan bütün ilişkiler dürüst, en önemli şey bu. Kadın başka birisini seviyorsa orada allem kallem etmiyor, o adama başka birisini sevdiğini, çok mert ve açık bir şekilde söylüyor. Onun kırılacağını bildiği halde. Keza karşısındaki erkek de öyle, hayata böyle bakan, hayatı dürüst yaşayan insanlar bunlar. Ama aralarında tabii duygusal kırılmalar, birbirlerine karşı kırıcı tavırlar var, diğer ilişkilerde de var bu. Bütününde baktığımız zaman tabii ki hayatın yüzde yüz gerçeklerini ifade etmiyor bu. Biraz olması gerekenleri ifade ediyor. Ama esasen sadece sinema değil, sanat da doğrudan doğruya her şeyi çıplak anlatacak diye bir kural yok. Bir insanın yorumudur. Öyle de yapabilir, böyle de yapabilir. Bir de bu yorumlarla ortaya nasıl bir şey çıkardığınızdır. Yani insanlara hem estetiğiyle, hem hikayesiyle, hem anlatmak istediğiniz varmak istediğiniz şeylerle iyi bir şey verebiliyorsanız bence çok fazla da gerçeklere dayalı olmanın bir anlamı yok diye düşünüyorum. Temel kaynaklara da baktığımız zaman orada gerçek biraz stilize edilmiştir. Aynen olduğu gibi gerçek değildir. Nuh Tufanı sadece kutsal kitaplarda olabilecek bir şeydir, hayatta bir karşılığı var mıdır? Yoktur. Hayatta öyle bir karşılık yoktur. Karşılığı yoktur diye de o hikayeyi küçümseyemeyiz. Bizim edebiyatımızda da biliyorsunuz “Dede Korkut Hikayeleri” vardır. Baktığınız zaman ne öyle tipler olur, ne öyle olaylar olması mümkün görünür ama Dede Korkut dediğiniz bizim edebiyatımızın temel direklerinden birisidir. Bizimki tam bunlar gibi değil romandan yola çıktığımız için, “Romanı nasıl yorumladık, romanla ilgili neler yaptık”a belki bir mukayese olsun diye bir şeydir. Ama mümkün olabildiği kadar günümüz insanının gerçeğine oturtmaya çalıştım. Hatta arkadaşlarıma da oynarken “Oradaki kelimelere ifadeyi bozmamak kaydıyla bağlı değilsiniz” Yani içinizden nasıl geliyorsa, hangi sözcüğü kullanmak istiyorsanız orada o sözcüğü kullanabilirsiniz” dedim.

Kabaca kategorize etmek istersek filminiz için melodram diyebilir miyiz?

Mehmet Taşdiken: Melodram diyebiliriz. Bundan ben yüksünmem. Melodram bir zamanlar özellikle Yeşilçam işlerine atfedilmiş bir küçültme tanımlamasıydı. Evet rahatlıkla diyebiliriz.

Tabii aslında küçültecek bir durum yok. Melodram Türk Sineması’nın çok önemli bir yapısı ve söz konusu melodram olduğunda sonuçta Yeşilçam’a dayanıyor. Yeşilçam’daki melodramın erkek oyuncularıysa “jön”dür. Yani aslında onların oyunculuğu fazla karakter oyunculuğuna dayanmaz. Fakat sizin filminizde biraz daha farklı bir oyunculuk anlayışı gerekiyor. Bunu nasıl dengelediniz, bir melodramdaki erkek karaktere anlam katmak için neleri gözettiniz?

Melih Selçuk: Güzel bir soru. Daha geçen gün bir arkadaşımla bunu konuşuyorduk. Özellikle dizilerle çok haşır neşir oldukça daha çok farkettim, bizde “jön oyunculuğu” diye bir kalıp var. Mesela daha düz, daha az mimikli, daha dik duran, daha az hareket eden bir oyunculuk isteniyor. Öyle olunca “jön” olunuyormuş gibi hissediliyor. Bunda onu yapmamaya çalıştım özellikle. Dediğiniz gibi biraz daha karakter oyunculuğu katmak zorundaydım, yoksa dümdüz buz gibi bir adam olurdum. Biz tamamiyle duygular üzerinden hareket ediyoruz. Az önce hocanın bahsettiği bütün o duyguları verebilmek için benim o şekilde oynamamam gerekiyordu. Buz gibi, klasik bizim şu an dizilerde gördüğümüz bir jönden beklenen tavırları, hareketleri, jestleri kesinlikle kullanmamaya çalıştım. Mesela en çok etkilendiğim sahnelerden biri, küçük kızla oynadığımız sahneydi. Aslıhan çok iyi oynuyordu. Öyle bir duygusu var ki sahnenin, orada artık poz vererek oynayamazsınız. Saçma bir gerçek dışılık olur. O yüzden ikisinin arasını yapmak gerekiyordu. Mümkün olduğunca mimiklerle, beden diliyle kasıntı durmamaya çalıştım.

Aslında aynı şey kadın karakter için de geçerli. Kadın oyunculuğunda çok fazla karakter oyunculuğuna dayanan performanslar görmüyoruz. Siz bu noktada neyi gözettiniz?

Ceyda Ateş: Bu zamana kadar yaptığım pek çok proje vardı ama son zamanlarda insanlar beni dişi ve fettan bir kadın olarak hafızaya kazıdı bu filmde onu tamamen yıkmak istedim. Daha farklı bir oyunculuk sergilemem gerekiyordu, daha soft, daha kendi hayatımda yaşadığım üzüntüleri, kırıklıkları ele alarak bir sergileme çıkardım. Zaten kabul etmemin nedeni de bu benzerlikler. Buna benzer bir hikaye yaşadığım için bu beni çok etkiledi ve bundan dolayı da daha çabuk adapte olabildim, daha farklı bir Ceyda çıkartabildim. Daha soft bir Ceyda, normal hayattaki Ceyda olarak dik durmayı başardım. Gerçek hayattan esinlendiğim için ve onu softlaştırdığım için benim için daha etkili oldu bu oyunumda.

Siz seyrettiniz mi filmi?

Ceyda Ateş: Ben montajda baktım. Tanıtımı üç kere filan izledim. Tamamını izlemedim. Hatta Mehmet Hoca izletse bile şu an izlemeyi çok tercih etmem. Sinemada o heyecanı yaşamak isterim. İnsanlarda izlemek isterim. Bu zamana kadar çok projede yer aldım ama bu proje beni çok heyecanlandırdı. Bambaşka bir yeri oldu bende.

Çok ilginç değil mi siz bayağı tecrübesi olan, bir çok dizisi, az da olsa filmleri olan bir oyuncusunuz?

Ceyda Ateş: Bir proje başlayacağı zaman “Çok heyecanlıyım” deyince herkes “Sen alışık değil misin?” diyor. Evet alışığım ama yeni yaptığınız işin verdiği haz, heyecan bambaşka bir şey. Ve bu mesleği yaptığım süre boyunca da eminim ki bu heyecan gitmeyecek benden.

Mehmet Taşdiken: Ciddiyetinin farkında olduğu için heyecanlanıyor insan. Herkesin gözü üzerinde, herkesin tepkileri gelecek falan diye düşünüyorsun, heyecanlanıyorsun.

Dışarıdan Türk Sineması’na bakıldığı zaman, Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu gibi isimler tür, ya da sinema dili olarak akla geliyor. Fakat Türk Sineması’nın kendine gelebilmesi için aslında tam tersi popüler filmlerin iyi olması gerekiyor. Popüler filmler iyi olmadığı sürece hem izleyici açısından hem de sinema açısından çok fazla konuşamayız. Çünkü endüstri olamayız. Sizin filminiz aslında biraz gişe sinemasında oturmuyor mu? Melodram ağırlıklı olduğu için söylüyorum.

Mehmet Taşdiken: Biraz. Tam değil ama. O kadar çok basmadık gişe yapsın diye. İyi bir iş yapmak istedim, kendime göre; dünyanın sekizinci harikası olduğunu falan iddia etmek anlamsız bence. Yapılan işlerle, çıkan eserlerle ilgili insanların kendilerinin konuşup çok fazla üzerinde mübalağalı laflar etmesini de doğru bulmuyorum.

Bu röportaj o zaman sizin için biraz zor oluyordur.

Mehmet Taşdiken: Zor ama şöyle bir şey var, Türk Sineması iyi bir yerde, 20 sene önce olduğu yerde değil. Mesela 1991’de Ömer Uğur çekmişti bir film, yapımcı olarak yaptığım sinema filmiydi. Negatif çektik, kutu sınırlaması vardı. O sinemayla bugünkü sinema, o sinemacılarla bugünkü sinemacılar aynı değil. Daha gelişmiş, daha yetkin, daha özgün iş yapma gayreti içerisinde olan bir anlayış var. Mesela Rusya’da bir televizyon filmi çekmiştim gene o yıllarda. Onlar ezber. Çekim olarak da öyle. Açısı, sinema kurugusu başka bir dünyaydı, başka bir mentaliteydi. Şimdi neredeyse çok başka bir sinema geldi. O gitti tamamen başka bir sinema geldi. Ve ben bu sinemayı çok önemsiyorum. Gerçekten başarılı buluyorum. Nuri Bilge Ceylan’ı hakikaten çok takdir ediyorum, çok başarılı bir yönetmen olduğunu düşünüyorum. Özellikle geçen sene yaptığı “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmini ben dünya sinemasında her türlü listeye girecek bir film olarak görüyorum. Çok özgün bir yorumdu. Kendi sinemasında da çok farklı görüyorum. Herkes kendi tarzında bir aşama içerisinde. Dediğim gibi Türk Sineması da ilerledi. Sesli çekiliyor olması dizilerin bir dezavantaj değil avantaj haline geldi. Sinema için de bir avantaj haline dönüştü. Sinemada da herkes daha tecrübeli, diksiyonu, anlamı, vurgusu itibariyle bir ses eğitiminden geçerek geliyor. Eski oyuncularla bunu yapmanız mümkün değil. Çünkü hiçbir zaman kendi sesiyle bir film çıkmıyordu, sesle ilgili bir kaygıları yoktu onların. Şimdi gerçekten çok başarılı buluyorum.

Siz de mesela “Süt”te oynadınız. Farklı bir tür. Dediğim gibi o tarz filmlerin başarısı ayrı bir konu, onu tartışmıyorum ama Türk Sineması’nın endüstri olması için öncelikli olarak popüler filmlerin daha kaliteli olması gerekiyor. Bu noktada oyuncu olarak neye dikkat ediyorsunuz, tercihlerinizde bu bir kriter mi?

Melih Selçuk: Bizde gerçekten bu büyük bir eksiklik. Sanat sineması kalite açısından kendi işini daha iyi yapıyor gibi geliyor bana. Bir sürü gişe filmi izliyorum. Çoğu filmin kendi kalitesi olarak ucuza mal edilmiş ki, dediğiniz gibi o olmadığı sürece bu taraf da destek görmemiş olacak. Fonu nereden bulacak ya da hangi yapımcıyla çalışacaklar? Yapımcılar hep kötü film yapıyor. “Gişeye yönelik yapıyoruz” diyorlar ama kötü film yapıyorlar. Oyuncu olarak biz de ikilemde kalıyoruz Tamam bana bir iş geldi. Gişeye yönelik bir film, popüler bir film olacak. Bakıyorsunuz mesela, üzerinde çalışılmamış oluyor genelde. Kalitesizlik akıyor birçok gişeye yönelik filmden. Maddi olarak söylemiyorum. Çok fazla para harcandığı söylenen filmlere de bakıyorum, o kalite yok. Sanat sinemasının ödül alacak şekilde kaliteli olması lazım, ki öyleler şu anda ama gişe filmlerinin de izleyiciye “Ne güzel, iyi ki gelmişim, bizim ülkemiz de güzel filmler yapıyormuş” dedirtmesi lazım. Ama dediklerini sanmıyorum. Mesela korku filmi yeni yeni başladı Türkiye’de çekilmeye. Ben hiç sevmem ama olması lazım. Aksiyon filmi hiç yoktur mesela bizde, büyük bir eksiklik. Ekipman dersen var, her şey var. Neden çekilmiyor, bilmiyorum açıkçası.

Aslında siz de popüler filmlerde rol aldınız. Aynı endişeleri duyuyor musunuz?

Ceyda Ateş: Birincisi “Çılgın Dershane”yi sinema filmi olarak çok öne sürmüyorum. O bambaşka bir kategori. Bana sanki bir tiyatro gibi geliyor, sinema filmi gibi gelmedi. Eğlence gibi geliyor. Asıl sinema filmi benim için bu filmdir. Sinemada daha çok gelişeceğimizi düşünüyorum. Dizi konusunda bir tık gelişmeye başladık. Sinemada da aslında gelişmeye başladık Ama Melih’in de dediği gibi sanat filmi daha çok göze batıyor. Çünkü insanların algısı sanat filmi olarak baktığında kısa ve öz. İnsanlar daha sıcak bakabiliyor. Ama bu tür filmlerde insanlar çok detaycı ve çok şey arıyorlar. Filmin konusuna bakmıyorlar, onun yansıttığı şeylere bakmadan efektleri, bilmem nesi nasıldı buna bakıyorlar. Bundan dolayı da bizim sinema sektörümüz ileriye gideceğine geri gidiyor. O yüzden bu tür kaygılarım var ama inşallah ilerleyen zamanlarda bunu aşarız. Çünkü gerçekten Avrupa’da o kadar iyi şartlar altında ve o kadar iyi işliyorlar ki mesela belki bu film Avrupa’da işlenseydi insanların verdiği tepki bambaşka olacaktı. Ama biz hep genelde kim nasıl oynamış, ya da efektler nedir gibi yönlere baktığımız için kaybediyoruz. O filmin duygusuna, yaşanan hikayeye, yaşattığı şeye bakmıyoruz. Bunların biraz daha dikkate alınması gerekiyor.

80’lerde Türk Sineması’nda kadın oyunculuğu anlamında, 90’ların ikinci yarısına kadar, feminizmin ayak sesleri duyulurdu. Müjde Ar’ın gibi isimlerin de etkisi de vardı ama senaryolar da öyleydi. Fakat 2000’den sonra bu anlamda bir geriye adım atıldığını düşünüyorum. Daha kendi içinde, daha temkinli performanslar söz konusu. Kadın haklarını savunma konusunda o dönemdeki kadar atak olunmadığını görüyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz?

Ceyda Ateş: Dediğiniz gibi eskiye baktığımızda kadınlar da, çektiği sahneler de daha cesur. Günümüzde artık RTÜK ya da diğer dış etkenlerden dolayı olmuyor. İyi bir sahne çektiğinizde, örneğin bir sevişme sahnesini gerçekten iyi çektiğinizde bizim ülkemizde film sadece o sahneden ibaretmiş gibi dile getirildiği için artık insanlar daha farklı yönlere eğilim göstermeye başladılar. Ne yaptılar, daha çok halka yönelik şeyler yapmaya başladılar. Daha çok fakir-zengin hikayeleri çıkarttılar. O yüzden bazı şeylerin dokusunu kaybediyoruz. En çok da kadınlar dokusunu kaybediyor. Güzelse bir kadın, oyunculuk yeteneği çok olmasa da, güzelliğini ön plana koyup oyuncu olarak karşımıza çıkaran çok insan var. Ben buna karşıyım. Genç nesilde de var bu. Bir tane diziyle gündeme gelip onu oyuncu olarak çıkarıp, oyuncu olarak lanse ettikleri zaman ben gerçekten çok utanıyorum. Eğitim aldığımız gördüğümüz şeyler boşa gitmiş oluyor. Erkekler için de öyle. Melih’in dediği gibi jön dediğiniz oyuncu değil gibi, durması yeterli. Eskiye baktığımızda evet vardı ama oyunculuk vardı. Bizim burada yok, güzelseniz, yakışıklıysanız nereden geldiğiniz hiç önemli değil. Bunlar beni üzüyor.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.