Kaptan Phillips… Bundan birkaç yıl önce ülkemize ait yük gemilerinin de rehin alınmasıyla, Somali açıklarında ve Aden Körfezi’nde bulunan “modern” korsan olarak tabir edebileceğimiz fidyecilerle tanışmıştık.
İşin ilginç yanı o zamana kadar adını çok da duymadığımız bu korsanların, bir yıl içerisinde 200’den fazla gemiyi rehin alarak saldırıda bulunmuş olmaları ve uluslararası sularda dolaşım yapan tüm çalışanlar için ciddi bir tehlike arz etmeleriydi. Modern korsanlık faaliyetlerinin en yoğun yaşandığı 2009 senesinde saldırıya uğrayan Kaptan Phillips, kaleme aldığı “A Captain’s Duty: Somali Pirates, Navy SEALs, and Dangerous Days at Sea” isimli kitapla hem bu olaylara dikkat çekmeyi başarmış, hem de 11 Eylül hikayelerinin popülaritesini kaybetmesiyle bu türde senaryo eksikliği çeken Hollywood için Obama yönetimine dair bir güzelleme yapma fırsatı sunmuş oldu.
Uçuş 93 filminde yarattığı kapalı alan gerilimiyle gönlümüzü fetheden Paul Greengrass’ın benzer bir konuyu bu kez havada değil, denizde yaşatacak olması beklentiyi hali hazırda en üst seviyeye çekmişti. Henüz ilk sahnesiyle Oscar’a göz kırpan Kaptan Phillips bu beklentiyi büyük oranda karşılamayı başarıyor, ama yeni tartışmaları da beraberinde getiriyor.
2009 senesinde MV Maersk Alabama isimli kargo gemisinin Somalili korsanlar tarafından kaçırılmasını konu alan film, kaptanın bu yolculuk için ne kadar tedirgin olduğunu anlatarak başlıyor. Belki bir aksiyon filmi için vasat bir başlangıç olarak değerlendirilebilecek bu durum, aslında filmin geneline göz attığımızda ne kadar titiz ve başarılı bir iş çıkartıldığının ispatı oluyor. Lakin, en büyük artısı bu naiflik değil, filmin yaşattığı gerilim oluyor. Öyle ki başlamasından kısa bir süre sonra yavaş yavaş tırmanan gerilim, son sahneye kadar sürüyor ve seyircinin neredeyse koltuğuna çakılı kalmasına sebep oluyor. Açıkçası klasik bir Amerikan sinemasever için “müthiş” bir sonla kapanış yapan film, genel çerçevede değerlendirildiği zaman her seyirciye aynı hazzı yaşatmıyor. Çünkü film bariz şekilde bir Amerikan güzellemesi sunuyor.
Film aslında korsanların kendi ağzından yaptığı açıklamalarla genel bir eleştiri getirmeye çalışıyor olsa da özellikle son otuz dakikasında eleştiriden uzaklaşarak bir güzellemeye dönüşüp, tek taraflı bir bakış sergiliyor. Oysa, film boyunca korsanların yalnızca birer kobay olduğu ve tüm bu faaliyetlerin arkasında her zaman büyük balığın küçük balığı yeme durumu olduğu dile getiriliyor, ama bu ciddi derecede yetersiz kalıyor. Bir korsanın ağzından “Tabii ya, sizler bize her zaman yardım getirirsiniz(!)” sözleriyle bu şansı yakalamışken, bunu bilinçli olarak elinin tersiyle itiyor ve mesajı Amerikan hükümetinin gücüne getiriyor.
Somalili korsanları canlandıran -başta Barkad Abdi olmak üzere- tüm oyuncular rollerinin haklarını sonuna kadar veriyor ve onları gerçek birer korsandan ayırmak imkansız hale geliyor. Aynı şeyi Tom Hanks için de söylemek mümkün. Kendisini uzun süre sonra böylesine başarıyla canlandırdığı bir rol de görmek bizim jenerasyon için sevindirici. Şimdiden Ödül Töreni’nde “En İyi Erkek Oyuncu” adayları açıklanırken, yayınlanan on saniyelik videoda filmden hangi sahnenin kullanılacağı gözümde canlanıyor.
Kaptan Phillips ile Amerikan hükümeti tek bir vatandaşı için bile olsa gelir, istediğini alır mesajı vererek bu senenin Argo’sunu yaratmaya çalışan Greengrass, arzuladığı heykelciğe uzanır mı bilinmez; ancak kendi yöntemleriyle yaşattığı aksiyon sayesinde herkes tarafından heyecanla seyredilecek bir işe imza attığı kesin.
UTKU ÖGETÜRK