Korku, dram ve son olarak da komedi türünde filmler çeken yönetmen Biray Dalkıran daha bir çok eksiğinin olduğunu ama şimdiye kadar yaptığı işlerle de kendini başarılı bulduğunu söylüyor…

Araf, Cehennem gibi korku filmleriyle kariyerine başlayan yönetmen Biray Dalkıran, daha sonra dram, komedi gibi türlere de el attı. Sinemadan, televizyona ve reklam dünyasına kadar onun çektiği birçok üretimi görebiliyoruz. Dalkıran’da haklı olarak bunla övünüyor. Bakalım yönetmenin bize yeni sürprizi ne olacak…

Kariyeriniz korku filmleriyle başladı diyebiliriz fakat daha sonra dönüştü. Türk sinemasında özellikle son dönemde çok rastlanan bir durum değil bu. İnsanlar normalde bir sinema dili oluşturuyor ve o şekilde devam ediyorlar. Bu cesaret isteyen bir iş. Biraz bundan ve sinemada ne yapmak istediğinizden bahseder misiniz?

Dediğiniz gibi korku filmiyle başladım, ondan önceki kısa filmim de korkuydu. Onunla Altın Portakal kazandım. Arkasından reklam ve klibe geçtim ama korkuya olan aşkım devam ediyordu. Arkasından iki tane daha korku filmi çektim. Ondan sonra yeni arayışlar başladı. Korku yetmemeye başladı. Bir tane komedi şansıma geldi. İlk başta istemesem de denemem gerektiğini öğrendim çünkü her dalın öğreteceği şey ayrı. Ben daha deneyip araştırma yolundayım. Biray Dalkıran sinemasının daha zamanı var, daha öğrenme aşamasındayım. Bunu deniyorum, ufaktan bir dil oturtmuşluğum var ama daha istediğim seviyeye gelemedim.

Birçok türü denedin, bunların hangisinde kendini daha fazla ifade edebildiğini düşünüyorsun?

Dramda iyiyim, keyif alarak çekiyorum. Korkuda iyiydim. Aksiyonda iyiyim. Komedide fena değilim. Oturup konuştuğunda eğlenceli bir adamım ama komedide yönetmenin oyuncudan performans alması gerekiyor, oyuncudan performans aldığın zaman rahat oluyorsun. Ama korkuda, dramda, aksiyonda öyle değil, orada yönetmen de işin içine çok şey katmalı. Yaptığımız Kanıt dizisinde çok şey katıyorduk biz, bölüm oyuncularıydı, belli kapasitesi olan oyunculardı. Çok iyi oyuncularla çalıştım mı, çalıştım ama yüzde 60’ının, yüzde 70’inın ikinci, üçüncü tecrübesiydi. Orta şeker yazılmış bir senaryo çok iyi çekilirse dramda muhteşem oluyor. Ama komedide çok iyi yazılmış bir senaryoda bile iş oyunculara bağlı. Kötü ışık yapsan bile oyuncular iyi olursa kurtarıyor ama dramda kurtarmıyor.

Sizi tanıdığım için de biliyorum, yumuşak bir tarzınız var bunun oyuncularla olan ilişkinizde çok katkısı olduğunu düşünüyorum. Ama genelde “Yönetmen sette diktatördür” derler. Oyuncuları yönetirken kendi yapınızın bir ekstrası olduğunu düşünüyor musunuz?

Çok artısı oldu. Benim hocalarım Ali Erdemci ile Abdullah Oğuz ve Mustafa Emre’ydi. Onlardan ben çok şey öğrendim. Onlar da zaten öyle bağıran, çağıran insanlar değildi. Sonuçta biz ne çekersek çekelim oyuncuyu çekiyoruz. Bir de bu iş biraz satranç oynarmış gibi yapılıyor. Bazen sert, bazen yumuşak davranmalısın. Yerine göre bağları eline alıp, yerine göre gevşetmelisin. Bunları dozunda yaptığın zaman çok başarılı sonuçları oluyor ki acayip inandığım işler çıktı. Araf’ta Murat Yıldırım’ın, Cennet’te Engin Altan Düzyatan’ın ve Fahriye Evcen’in, Cehennem’de Ogün Kaptanoğlu’nun, Bana Bir Soygun Yaz’da Mehmet Özgür’ün performansı, Kanıt’taki polislerden aldığım performans… Bunların hepsi bazen sert, bazen yumuşak olarak ama önce açık olarak, doğru söyleyerek oldu. “Abi çok güzel oldu ama şunu deneyelim” değil, “Gel abicim, bak kötü oynadın. Böyle olursa seyirci inanmaz. Benim hikayeme zarar veriyorsun. Bunu hemen düzelt” demelisin.

Bazı yönetmenler vardır siyasi duruşlarıyla öne çıkarlar, sizin ise daha çok sinema sanatıyla öne çıkan isminiz oldu. Fakat son filminiz bütün bunlara rağmen seyrettiğim en siyasi filmlerden biriydi.

Ben orada biraz ortada kalmak istiyordum çünkü ortada kalırsam iki tarafa da tarafsız bakabileceğimi biliyorum ve iki tarafa da düzeyli bir şekilde eleştirimi yapabilirim. İki tarafın da bazı huylarını beğeniyorum, bazı huylarını eleştiriyorum. Son filmimde dini kullanan insanları biraz eleştirmek istedim. Hem sağ cenahtan, hem sol cenahtan çok olumlu tepkiler aldım.

Son filminiz Bana Bir Soygun Yaz bir komedi. Çok dışarıdan bakılırsa Türkiye’de komedi filmlerinin gişe yaptığını söyleyebiliriz. Yönetmenlerin komedi çekmesi gişe açısından önemli, sonuçta sinema paraya dayanıyor. Komedi çekerken bu bir itici güç oldu mu?

Yok. Yapımcıyla ben komediyi hiç düşünmüyorduk. Drama daha fazla yoğunlaşmak istiyordum, daha fazla şey denemek istiyordum. Senaryo tarafım da var. Yavuz Turgul, Robert McKee’nin kitaplarını okuyorum, onların eserleriyle devam ediyorum. Dram istiyordum aslında. Yapımcı Burhan Asaf Şafak “Peri Masalı diye bir hikaye var elimde şimdi, bunu çekmek istiyor musun? Bunu çekmek istiyorsan Bana Bir Soygun Yaz’ı yapmak zorundasın” dedi. Ben de bilmediğim bir coğrafyaya atıldığım için Türkiye’de son 12 yılda yapılmış tüm komedi filmlerini izledim, yurt dışındakileri izledim. Reklamdan gelen bir alışkanlık bu, daha önce yapılmış benzer şeyleri izlersin. Onlarda yapılmış iyi şeyleri, kötü şeyleri çıkarttım. Sağ olsun senarist de izin verdi, müdahalelerimiz oldu senaryoya. Çıkan iş iyi oldu, keyifli oldu. Gişesi bence yanlış zamanlama ve reklam stratejisi yüzünden pek başarılı olmadı. Ama sonuçta yapımcı da mutlu, satın alan kanal da çok mutlu. Işığımız da iyi oldu, oyunculuklar da iyi oldu, karakter ve tip oluşumları iyi oldu, çatı da yüksek oldu. Dramın komediye çok katkısı oldu.

Yeşilçam komedisi ile günümüz komedisi arasındaki en büyük fark bence bu. Çünkü son dönemde hikaye olarak fazla derinliği olmayan komedilerle karşılaşıyoruz. İnsanların asıl eleştirdiği şey de bu. Yeşilçam’ın üzerinizde etkisi ne kadar sizce?

Ben Hollywood’dan çok Yeşilçam’ı takip ettim. Teknik olarak Hollywood’a çok saygı duydum ama senaryo olarak Yeşilçam’ın Hollywood’dan fazlası var eksiği yok. Gülen Adam diye bir filmimiz var, Gülmeyen Adam diye bir filmimiz var, ikisini de yapmışız. Fantastik filmlerimiz, fantastik komedi filmlerimiz var. Senaryo olarak muhteşem yerdeyiz. Senaryo olarak ben o lezzete yakınlaşmayı çok istiyorum. 80 döneminde araya bir erotik film dönemi girdi. Daha önce Atıf Yılmazların yaptığı işleri onlardan öğrenemedik. Kendimiz deneme, yanılmayla öğrenmeyebaşladık. Allah rahmet eylesin Atıf Ağabey’e de direkt soramıyoruz, Yavuz Turgul Hocam’a biraz ulaşabiliyorum ama diğer yönetmenlere fazla ulaşamadığımız için sadece izleyerek, senaryolarını okuyarak, onlardan rehberlik almaya çalışıyorum. Teknik olarak Hollywood sinemasını takip ediyorum ama senaryo olarak kesinlikle Yeşilçam. Onun daha onda birine ulaşamadık.

İçinde yaşadığımız adeta yeni yönetmenler dönemi; ilk filmler mezarlığı da denebilir. Bir yılda neredeyse 60 tane ilk film çekiliyorsa, beşi yoluna devam edebiliyor. Bunun bir sebebi belki de usta çırak ilişkisinin kesilmiş olması. Bu dezavantajı siz nasıl atlatıyorsunuz?

Benim şansım var. Ben Türkiye’de hem klip, hem reklam, hem dizi, hem belgesel, hem sinema çekebilen sayılı insanlardanım. Yönetmen her şeyi çeker diye bir şey yok. Futbol ayrı branş, voleybol ayrı branş. Sinemayla klip arasındaki fark da o kadar büyük işte. Işık ayrı, oyuncu yönetimi ayrı, nefes alması ayrı, dünyanın kurulması ayrı… Ben şanslıydım çoğunda fena değildim. İyi olduğumu hissediyorum ki hala bundan ekmek yiyebiliyorum ve severek de yapıyorum. Bu haftaki takvimim şöyle, Pazar günü klip çekiyorum, Çarşamba günü reklamım var, gelecek hafta Pazar da sinemaya başlıyorum. Acayip keyifli bir sürecim var ve kendimi yeniliyorum. Yeni insanlar tanıyorum onlardan çok besleniyorum. Bir mesaj geldiğinde mutlaka tanışıyorum o insanla çünkü yeni öğreneceğim bir şey var. Neredeyse tüm sinemaları, tüm reklamları takip ediyorum. İlk yönetmenlik denemelerini mutlaka izliyorum. İlk film yeni evli bir kadının yemek yapması gibidir, ilk yemek mutlaka yanar. Yüzde 10’u kurtulur ancak, ilk yemeğin yanması doğaldır. Ben şanslılardanım, benim Araf az yanmış bir yemekti. Az yanmış bir yemek çıkardığım için yükselmem de daha rahat oldu.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.