Resmi kayıtlara göre 1911, gayri resmi kayıtlara göre ise 1910 yılı Noel arifesinde, kapılarını açtığı ilk günden beri faaliyet gösteren ‘Electric Sinema’, İngiliz gazeteci ve yazar George Orwell’den sonra kușkusuz Portobello’nun en ünlü sakinidir.
‘Electric’, 2011 yılında 100’üncü yaşını kutladı. Gelecek 100 yılı da bir o kadar olaylı olur mu bilinmez ama o günlerden günümüze, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları başta olmak üzere, kavgalar, ırkçı protestoların sokakları ele geçirdiği dönemler, yıkım, kapatılma, hatta bir ara oyun salonuna dönüştürülme ve iflas gibi tehlikelerden sıyrılarak geldi.
Tiyatroların yaygınlaşıp popülerleştiği o günlerde, bugün de olduğu gibi, Londra’nın en ışıltılı bölgelerinden olan Notting Hill, kendi salonunu çoktan hak ediyordu. Bu iş için görevlendirilen mimar Gerald Seymour Valentin, dış yapıda kullandığı terakota tuğlalar, iyonik plasterler, kule ve kubbede galvaniz çinko, iç yapıda sütunlar ve yüksek tavanlar gibi, İtalyan barok tarzını andıran detayları ile 564 sinemasever kapasitelik, muhteşem bir alan inşa etti.
Sinema, 27 Şubat 1911’de, Sir Herbert Beerbohm Tree’nin saygın bir hükümdarı canlandırdığı, 25 dakika uzunluğundaki ‘Henry VIII’ isimli film ile kapılarını açtı. Dışarıdaki Portobello Pazarı ile olan gönül bağını da vurgulamak için film biletinin yanında küçük birer ekmek ve portakal da ikram edilmişti. Rivayetlere göre, baskı ve katı anlaşmalar nedeniyle, gösteriminden bir süre sonra ne yazık ki film kayboldu ve kopyalar imha edildi.
1919’da adını ‘Imperial’ olarak değiştiren salon, yenilikçi ve çok renkli program anlayışıyla, rakiplerinden farklı bir yol izleyerek, onu bugünlere taşıyacak itibarını kazandı. 1946’ya gelindiğinde, haftada 4 bin sinemaseverin ilgisini çekmeyi başarıyordu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, sinemanın Almanya doğumlu müdürü -bir rivayete göre- düşman zeplinlerine sinyal göndermekle suçlandı. 1939 –1945 yılları arasında hava saldırıları sürerken, kalabalık grupların can güvenliği göz önüne alınarak kapatılmak istenen salon, bu tür saldırılara artık alışan Londralılar’ın sayesinde gösterimlere devam etti. Tehlike anında seyirciler en yakın sığınağa yönlendirilirken bilet ücretleri daha sonra iade ediliyordu.
Seri Katil: Makinist
Electric’in 100 yılı aşkın tarihinin en karanlık sayfalarından biri 1940’lı yılların sonlarında, seri katil John Reginald Halliday Christie’nin makinist olarak çalıştığı dönemdir. Maaş bordrosu olmadığı için seri katilin Electric’teki görevi halk arasında güçlü bir söylenti olarak kaldı. Christie, 1953 yılında yakalanıp, idam edildiği tarihe kadar kendi karısı da dahil olmak üzere, sekiz kadına tecavüz edip, boğarak öldürdü.
Ana akım popüler filmler yerine, farklı dağıtımcılardan, ‘Gazap Üzümleri’ (1940) gibi klasikleşebilecek kalite ve çeşitlilikte eserler göstermeye devam eden salon, bir ara, hükümetin mevzuatı gereği değişime zorlandı. Bu mevzuat, belli bir yüzdede, Britanya yapımı filmlerin gösterilmesi şartını getiriyordu. Bu durum da, hızlı bir şekilde yerel yapımların başlamasına, ister istemez de, niceliğin, niteliği etkilemesine yol açmıştı. Her şeye rağmen savaş sonrası eğlenceye hasret olan askerler ve halk, Portobello’ya akın etti. Fakat ateşkesten kısa bir süre sonra çıkan yangın nedeniyle salon, üç ay boyunca kapalı kaldı.
Olaylar olaylar…
50’li yıllara gelindiğinde, ‘Imperial’ adını kullanmaya devam eden Electric, güzeller güzeli Notting Hill ve sakinleri ile seçmece filmleri buluşturma görevini bașarı ile yürütürken, bölgede bir ayaklanma dönemi başladı. Büyük ölçekli göçle gelen gençlik ve beraberinde getirdikleri şiddet, uyuşturucu ve müzik ile şekillenen yeni akım kültür, sinemanın kapısına kadar dayandı. Havada savrulan şişeler, isyancı çeteler ve ırkçı protestolar, bölgedeki tansiyonu iyice artırdı ve Notting Hill’in saygınlığını ciddi oranda azalttı.Yerel basına göre bölge, artık bir pislik yuvası haline gelmişti.
60’lara ulaşıldığında, sokaklar, deyim yerindeyse yumuşamaya, bu karmaşa içinde bakıma muhtaç hale gelen sinema da, giderek yanı başındaki çok kültürlü topluma adapte olmaya ve sinemaseverler için bu çokluktan çıkarabileceği alternatif formlara odaklanmaya başladı. Salon, şu an Londra Türk Film Festivali’ne de danışmanlık yapan ve benim de festival ekibi içinde yer aldığım dönemde birlikte çalışma şansı bulduğumu severek belirtmek istediğim, yeni müdürü ve programcısı Peter Howden ile beraber, eski adı ‘Electric’e ve yitirdiği saygınlığına yeniden kavuştu. Peter’dan o günleri bir kaç cümle ile özetlemesini rica ettim:
“Son derece heyecan verici ve eğlenceli zamanlardı. Zaman zaman cehaletimiz, zaman zaman görmezden gelişimiz, bazen de kuralları çiğnemek ve yerine yenilerini koymakta gösterdiğimiz cesaretimizle, yeni şeyler denemek ve tabuları yıkmaktan hiç çekinmiyorduk; temalı iki film birden seansları ve uzun gece gösterimleri gibi… İsmi duyulmuş ama gün yüzüne çıkmamış filmleri keşfetmekte, seyirci de bizler kadar istekliydi. Bu anlayış, bundan sonraki yenilikler için de bir temel oluşturdu. Sinema sergileri yapıldı, geleneksek ikramlar, dondurma ve hot dog yerine, kahve ve nefis sandviçler satılmaya başlandı. Ama bugün umuyorum ki Electric’in sinematik mirası, yemeklerinden daha çok hatırlanıyor ve anılıyordur.”
Eee sonra…
14 senelik bir Londralı olarak tecrübemle tahmin ediyorum ki, soğuk ve yağmurlu bir gecede olması kuvvetle ihtimal, ‘Electric Sinema Kulübü’ doğdu. cuma ve cumartesi akşamları, Luis Bunuel’in ‘Archibaldo De La Cruz’un Suçlu Yaşamı’ (1955) gibi alternatif filmleri gösteren kulüp o kadar popüler hale geldi ki, bilet satışları, sinemanın bir haftalık gişe gelirini dahi geçiyordu. 1970’lerde, kulübün yarattığı bu rağbet havasına daha iyi karşılık verebilmek için, sinema yenileştirilip, yeniden dekore edildi ve dünyanın en iyi alternatif sinema salonlarından biri oldu. Sinemaseverlerin film izlemek ve konuşmaktan büyük zevk aldıkları Electric, kısa zamanda Londra’nın en sevecen ortamlarından biri olarak da anılmaya başlandı. O dönemlerde çalışanlarının ağzından yazılanlara göre, sürekli gelen müşterilere ‘Charlie’ ön eki ile ‘Charlie Yağlı Kafa’, ‘Charlie Koca Göbek’, ‘Charlie Pantolon’ gibi çeşitli lakaplar takılmaya başlanmıştı. Israrla her filme gelip, en ön sıradan yer aldığı halde, her gösterimde derin uykuya dalan seyircinin ise yıllar sonra, tamamıyla işitme engelli olduğu anlaşılmıştı. Salonun, şiddetli yağmurlarda sürekli sel baskınına uğrayan zemin katı ve arızalanan elektrik sistemi nedeniyle müşteri kaybederek, iflasın eşiğine gelme dönemi de bu tarihlere rastlar.
Klima satın alabilirsin ama ruhumu asla…
1972 yılında yasalarca korunmaya alınmış Electric’in geleceği garanti altına alınmış gibi görünse de, 80’ler, salon için, Peter Howden’ın da ayrılması ile tetiklenen kriz dönemi olarak anılacaktı. Electric’in bu harika yöneticisi, yetenek ve birikimini başka bir salon için de kullanmaya karar vererek, 1981’de Everyman’e geçti. Sinemanın özellikli ve bağımsız yapısını bir arada tutmak konusunda usta bu adamın liderliğinin yokluğunda, çalışanlarının, kurdukları kooperatif aracılığı ile salonu satın alma çabaları maalesef yeterli olamadı ve Electric büyük firmalardan birine satıldı. 1984’de yeni müdür Romaine Hart, salonu eski ihtişamına kavuşturmak için yenileştirme ve modernleştirme yoluna gitti. Dolby ses düzeni, klima ve diğer lüks detaylara ilk etapta kendini kaptıran Electric seyircisi, sinemanın, program tarzını değiştirmek, diğer sinemalarla ana akım filmler konusunda rekabet etmeye çalışmak gibi stratejik hataları nedeniyle, ruhunu, deyim yerindeyse paraya teslim eden salondan uzaklaşmaya başladı. 1987’ye gelindiğinde, gişe kazancının da iyice düşmesi sebebiyle, şirket sinemayı elden çıkarmaya karar verdi. Potansiyel alıcısının, salonu sinema olarak kullanma niyetinin olmadığını öğrenen yerel halk, Stephen Frears ve Alan Yentob gibi bir kaç ünlü isim ise, Electric’i kurtarmak için bir kampanya başlatmaya karar verdi. Bütün bunlar olurken ise, sinema çoktan satılmıştı ve verilen sözlere rağmen Mayıs 1987’de kapatıldı.
Cinema Paradiso
Salon 90’ların başına kadar bir kaç kez el değiştirdi. Bir gün eve gidip eşine haberi, “Merhaba, ben bugün bir sinema satın aldım” diye veren Martin Davis, Electric’in, 70 ve 80’lerdeki parlak günlerini geri getirmek umuduyla, 200 bin Sterlinlik bir harcama sonunda, ‘Cinema Paradiso’nun (1988) gösterimi ile salonu tekrar açtı. Martin, eski avant-garde program tarzını, ikisi bir arada seanslarını geri getirmek ile kalmayıp, 1992’de kendi filmlerini sunmak üzere, İspanyol yönetmen Pedro Almodovar’ı da davetlisi olarak salona getirmeyi başardı. Martin adını, aynı zamanda, sinemanın içinde kurduğu ‘Lösemili Çocuklar Derneği’ ve bu konuda yaptığı harikulade işler ile de duyurdu. Bütün çabalara rağmen, Electric’in ekonomik gidişatı bir türlü dengelenemedi ve 90’ların ortalarında, salon tekrar kapandı.
Kahramanım…
1998’de sinema, adını açıklamayan biri ya da birileri tarafından satın alındı. ‘Notting Hill’ (1999) filmi ile ünlenen ‘The Travel Bookshop’un sahipleri adına salona bakmaya gelen mimar Sasha Gebler, binaya aşık oldu ve sinemayı canlandırmak için yerel yönetime bir plan sundu. Yönetim, Sasha’nın planlarını ilgi ile karşılamakla beraber planın, binanın yanındaki süpermarketi de içermesi halinde değerlendirmeye alınacağını belirti. Mimar daha sonra, onlara reddedemeyecekleri güzellikte bir proje ile tekrar gitti. Bu sırada sinemanın yeni sahibinin ünlü bir giyim firmasının sahibi Peter Simon’ın olduğu açığa çıktı.
Electric’in talihinin o günden sonra döndüğünü görüyoruz. Salon, Şubat 2001’de, tam da 90’ıncı yaşını kutlayacakken, seçmece programına ek olarak, canlı müzik dinletilerine de yer vermek üzere 240 koltuk ile yeniden açıldı. Bununla yetinmeyen Simon, komşu binanın da satışa çıkmasını fırsat bilip, 2 milyon Sterlin harcayarak, okurlardan bazılarını hayal kırıklığına uğratacak bir sonla; 98 deri koltuklu, dünyanın en lüks sinema salonuna, sadece üyelere açık kulüp ve şık bir restoran haline getirdi.
Yakın bir tarihte elden geçirilmek üzere kapatılıp, Aralık 2012’de tekrar açılan, yapısındaki orijinal elementleri de koruyan bu ultramodern sinema, geçmişine de kulak vererek, eklektik bir program sunmaya ve yeniliklere de açık olmaya, aynı yerde, Portobello numara 191’de, devam ediyor.
daktilobymüge© Londra, Mart 2013
Teşekkürler: Araştırmam sırasında bütün yollar ve yönlendirmeler, sinemanın kusursuzca hazırlanmış web sitesine çıktı. www.electriccinema.co.uk
Ayrıca sonsuz teşekkürler: Peter Howden, Amy Dowd – Freud Communications.
Hakkında: Ankara Üniversitesi Sosyoloji ve Ravensbourne College Desing & Communication, Broadcast Post-Production bölümlerinden mezun olan Müge, uzun yıllar BBC dahil pek çok yayın kuruluşunda görev yaptı. Son yıllarda Londra ve Türkiye’de, bağımsız olarak, film festivallerinde medya koordinatörlüğü ve film PR’ı olarak çalışmaktadır.
İletişim: mugecetinkaya@gmail.com, @mugecetinkaya
İzinsiz kopyalanamaz, yayınlanamaz.
Yazan: Daktilo by Müge©