Django Unchained… Hani “Cihanın ilk sevgilisi ve ilk gerillası” Spartaküs demiş ya; “Gelenek zincirleri artık bizi bağlamayacak, kalkın ey köleler, artık esir değiliz!”
İşte, zincirlerinden ziyadesiyle kurtulmuş, Spartaküs ve yoldaşları gibi maruz kaldığı şiddetten kaçarak değil, aynen ve hatta misliyle iade ederek özgürlüğü seçen ve aşkının peşine düşen siyahi adamın öyküsü bu… Evet, delidolu, komik, enerjik bir film “Django Unchained” (Zincirsiz)… Şimdi absürt, hayli tuhaf, aşırı abartılı, mavrasında, dalgasında kölelik karşıtı Spagetti Western mi olur diye soracaksınız, belki. Olur, arkadaşım, niye olmasın? Ciddiyet ile anlatamadığın pek çok şey, mizah ile izah edilebilir, en nihayetinde…
Şimdi sizlere Quentin Tarantino’yu anlatacak değilim. Elbette Rezervuar Köpekleri ve Ucuz Roman’ı ayrı bir yere koyarım, bu iki başyapıt onun doruğu, sonra kendini eğlenceye ve istisnasız her şey ile alay etmeye verdi, hiç kuşkusuz. Elbette Kill Bill, Soysuzlar Çetesi ve diğerlerini de sevdim, lakin salt gülüp geçtim, çünkü kaliteli birer sabun köpüğü idiler, ötesi yoktu. Tamam, Nazilerle de dalgasını geçiyordu, karakter demeyelim de, renkli tiplemelerle beyazperdeyi boyuyordu, ancak işte o kadar. Pulp Fiction’ın derinlikli ve katmanlı senaryosu nerede, adını andığım diğer filmlerin metni nerede? Yönetmenlik becerisi ve zekâ, vasatı aşan oyunculuklar, B tipi filmlerin kaliteyle süslenmesi, filmlere göndermeler, intikam takıntısı, ani ölümler, sürprizler, bolca kan, çokça karikatürize kötü, anti-kahraman çeşitliliği, amansız ve kimi anlamsız diyaloglar, haddinden fazla lakırdı ve dahası…
Sinemaseverler, ortaya çıkan kokteyli sevdiler, Michael Haneke gibi, Tarantino filmlerini, şiddeti legalleştirme girişimi olarak görmediler. Keyif aldılar, dikkate almadılar. Aldılar mı yoksa? O zaman sorun var demektir. İroniden anlamayan nesle aşina değiliz. Neyse… Biz 165 dakikalık ‘Zenci’ kovboy filmi Cango’ya bakalım ve Kuzey-Güney Savaşı’na, ya da bilenen adıyla Amerikan İç Savaşı öncesine dönelim. Filmde yok yok, hatta Jamie Foxx, Christoph Waltz, Leonardo Di Caprio, Samuel L. Jackson ve hatta Franco Nero bile var. Hele Christoph Waltz, Altın Küre’den sonra Oscar’ı da alır, öyle güzel oynamış, tadından yenmez!
Müzikler ve efektler ile film, bildiğiniz şamataya çevriliyor. Ateş ediyor kahraman, vurulan kötünün cesedi, sırt üstü devrilmek varken, misal sola kaçıyor, şiddet işte tam da bu yüzden, sarsıcı ve akılda kalıcı olmuyor, ölüme bile gülünüyor. Onun freni yok, bir sahnede kendini de havaya uçurtuyor. Deha olmak, sanırım böyle bir şey.
Cango da, çok sevdiği karısı Broomhilda da köledir, isyan ruhlarında vardır ve köleciler onları ayırır. Sonra Alman asıllı kelle avcısı Doktor King Schultz, Cango’yu kurtarır ve ironiye gel, eleman zamanla kölelik karşıtı olur. Irkçı Almanlara, Soysuzlar Çetesi’yle çok yüklenen Tarantino, iyi Almanlar da var diyor bu kez, gönüllerini alıyor. Filmin en komik bölümü ise acemi Ku Klux Klan üyelerine dair, Tarantino, affedersiniz ırkçıları itin k.çına sokuyor.
Cango, kabiliyetli, azimli ve öfkeli bir adam, silahşora dönüşmekte gecikmiyor ve artık eküri olan Cango ve King, kanun kaçaklarına aman vermiyorlar, birer, ikişer, üçer, beşer cesetlerini toplayıp, paraya para demiyorlar. Hep iz peşindeler ve köleciliğin kalesi Mississipi’ye at sürmekte tereddüt etmiyorlar. Çünkü Broomhilda, köleci çiftlik sahibi Calvin Candie’ye satılmış. Calvin tehlikeli bir beyaz, ancak tam tekmil itaatkâr, düzen yanlısı, kötü kalpli ve aynı kaderi yaşadığı insanlara düşman olan yaşlı ‘zenci’ kâhyası kadar beyaz ve tehdit unsuru değil. Zinciri kıran, kafayı sıyıran Cango ve King, “Candyland” çiftliğine sızarlar, ölmek, tutsak edilmek pahasına… Aşk ve özgürlük, kölecilikten büyüktür diyerek…