Milliyet gazetesinden Asu Maro, Nejat İşler’le güzel bir röportaj yapmış, soruyor ünlü oyuncuya, “Neden yoksun artık sinemada” diye… Nejat İşler cevaplıyor;
“Gelmiyor düzgün bir şey. Şimdi kimsenin hakkını yemek gibi olmasın ama Adana’ya gittim ya, Altın Koza’da jüri üyesiydim, 16 tane film seyrettik, güzel filmler var ama saçmalıklar da var bir sürü. İyi hikâye gelmiyor, hepsi kurulmuş şeyler. Ya uzun planlar, garip bunalımlı çocuk, ya “Issız Adam” versiyonları… “Laz Vampir” için bile teklif geldi bana ya, öyle garip şeyler… Samimi bir şey bulamıyorum. Oğlum buradan iki bulut çakalım, arkadan iki koyun geçir, biraz da Türkiye’deki durumları eleştir, ne fenayız” yap, Avrupa’da festival gez işte. Tahammül edemiyorum artık. Öyle şeyler seyrettik ki aklın durur.”
Güzel, bunu artık jürilerde görev almış sinemacıların dile getirmesi daha da güzel. Nejat İşler’in açıklamalarını, bir de geçenlerde keşfettiğim “Karşıt Sinema Manifestosu” ile birleştirince, tüm bunları, uzun zamandır yazdığım, festivaller için formülize edilmiş, hikâye sinemasından kaçan çünkü hikaye anlatabilme yeteneği olmayan, bu yüzden de uzun planlar ve zorlanmış kurmaca karakterlerle ve biçimsel tuzaklarla dolu özenti sinema anlayışına bir tepki olarak gördüm
Malum, sinemamızın rotası fena halde şaşmış durumda. Çünkü bizim aydın geçinen entelektüel kesimin en sevdiği şey, halkın beğenilerinin üstüne basarak yükselmektir. Bu tanımlamaya girenlerin gözünde Türk sineması başından beri bir avam eğlencesidir. Olduğu gibi sevmek mümkün değildir. Değişmeli ya da zorla dönüştürülmelidir. Hollywood’a benzememelidir ama nedense bir Fransız yeni dalgası ya da Rus sinemasının kötü bir taklitçisi olmasının sakıncası yoktur.
Bu iklimde bazı yönetmenler ağızlarıyla kuş tutsa bile yaranamazlar, oysa taklit edilmiş bir Doğu Avrupa duygusallığını kamera ayağına beton dökerek, sinopsisden bozma bir senaryo ile filme çeken “artauss” sinemacı hemen kulübe kabul edilir.
Eşkıya ile başlayan yeni sinemasal milattan bu yana neticeyi paylaşıyoruz. Bir tarafta, tamamen yozlaşmış, hap yaparak para kapma derdinde bir ticari sinema anlayışı, diğer tarafta, kültür bakanlığı fonlarından nemalanarak yapılmış, festivalleri gezip poz yapan minimalist dertler… Seyirci ne ister, neyi özler, şimdilik kimsenin umurunda değilmiş gibi görünüyor ama alarm zilleri çoktan çalmaya başladı.
Karşıt Sinema Manifestosu’ da meseleye çok radikal bir yaklaşım getiriyor. Hepsi geleceğin sinemacısı olacak 20’li yaşlardaki bu gençler artık mevcut işleyişten ve sinemasal anlayıştan iyice bunalmış ve ayağa kalkmış durumda…
Karşıt Sinema Manifetosunu okumak için: www.karsitsinema.com
Bu meselede bir seyirciye, bir de adam gibi filmler çekebilecekken kendini jürilere beğendirme derdine düşüp, seyircisiz bir ilk filme imza atan ve sonrasında borç ödemekle kuruyan sinemacı arkadaşlara üzülürüm. Umarım tez zamanda titreyip kendimize geliriz!
MURAT TOLGA ŞEN