Bu hafta vizyona giren Karaoğlan filminde iki güzel kadının arasında kalan Volkan Keskin sorularımızı cevapladı. Bayırgülünü canlandıran Müge Boz ve Prenses Çise’yi oynayan Özlem Yılmaz ise Karaoğlan için nasıl kapıştıklarını anlattılar…

 Dönem filmleri hem televizyona hem de sinemaya damgasını vuruyor. Büyük bütçelerle çekilen bu filmlerin oyuncuları ise şimdiye kadar karşılaşmadıkları tecrübeler ediniyorlar. Bu hafta vizyona giren Suat Yalaz’ın ünlü fotoromanı Karaoğlan 12 milyon TL’lik bir bütçeyle son dönemin en önemli yapımı. Karaoğlan’ı Volkan Keskin canlandırıyor. 1965’te Kartal Tibet’in ilk sinema filmi olan karaoğlan rolü haliyle genç oyuncu üzerinde baskı oluşturuyor. Onun uçarı sevgilisi Bayırgülü ise Müge Boz’un yorumuyla karşımıza geliyor. Müge Boz’un rakibi ise prenses Çise, Özlem Yılmaz güzelliğiyle etkileyici bir prenses oluyor. Hikaye böyle ama bir de çekimleri siz oyunculara sorun. Üstlerine maymun mu işememiş, her sabah asker eğitimimi yapmamışlar daha neler neler…

 

Senaryo geldi size, baktınız, ilk dikkatinizi çeken şey ne oldu?

 

Volkan Keskin: Çizgi romandan esinlenildiği için basit bir şey bekliyordum. Tamamını okuduktan sonra “Bunlar Fetih’ten daha iyi bir şey yapacaklar” dedim. İki, üç ayda çekilecek bir filmdi. Fetih biliyorsunuz, ikibuçuk, üç yılda çekildi. Orada bir korktum “Bu kadar kısa sürede nasıl çekilir” diye. Savaş sahnelerinin çok olması dikkatimi çekti, 10 bin kişilik üç tane ordunun birbirine girmesi yani. Benim aklımdaki işin diyalog kısmından çok aksiyon sahneleriydi. Çünkü atlı savaş sahneleri bol olacaktı. O biraz korkutmuştu beni.

 

Özlem Yılmaz: Ben görüşmeye gitmeden önce şirkette otururken tanımadığım biri gelmişti. Bir sohbet geçti aramızda bana “Prenses gibisin” dedi. Sonra görüşmeye gittik prenses rolü geldi. Çok güldüm o zaman “Gerçekten ben prenses gibiyim demek ki” diye. Senaryoyu okuduğumda ben de aksiyon kısmını, çekimlerin nasıl olacağını düşündüm. Kudret Sabancı olmasaydı yönetmen olarak, ya da TMC’nin olmasaydı bu iş, bu kadar güvenerek girmezdim. Çünkü çizgi roman Karaoğlan güzel yapılmazsa çok basit olabilir, herkese bırakılmazdı o iş. Suat Yalaz gerçekten iyi insanlara, başarılı insanlara teslim etmiş. Senaryoyu okudum, daha sonrasında bekleyişteydim. İkinci görüşmeye gittiğimde bana neler olacağı, karakterin neler yapacağı açıklayarak anlatıldı. “İyi tamam güzelmiş” dedim “Tamam o zaman yarın sete gidiyorsun” dediler. Ertesi günü setteydim. Arkadaşlarım benden iki ay önce çalışmaya başlamışlardı, onların aksiyon sahneleri de vardı. Benim aksiyon sahnelerim yoktu.

 

Müge Boz: Ben bir film çekiyordum, yeni gelmiştim İstanbul’a. Apar topar ayağımın tozuyla gittim görüşmeye. Benim de Özlem gibi benzer bir hikayem var. Film setinin son günüydü, kafama yazma gibi bir şey bağlamıştım. Oraya gittim “Bayırgülü gibi olmuşsun” gibi bir şeyler söylediler. Sonra ertesi gün görüşmeye gittiğimizde TMC’ye senaryoyu verdiler, Bayırgülü rolü var dediler. Benimkisi diyaloglardan çok, aksiyon sahneleriydi; ata biniyorum, maymunum var. Genelde beni de oraları düşündürdü. Ertesi gün hemen ata binme eğitimlerine başladım. Nasıl ata bineceğimi, nasıl dövüşeceğimi düşünmekten filmin genel resmini sonradan görebildim.

 

Daha önce sete geldiğimizde gördüm, ata binmek için hocalar, aksiyon için ayrı hocalar vardı. Filmden önce eğitim gördüğünüzü o zaman söylemiştiniz.

 

Volkan Keskin: Benim şansım vardı daha önceden at binmesini biliyorum ama film için ekstradan dövüş koreografileri öğrendik. Müge’yle Özlem de çok çabuk öğrendiler. Üç, dört gün içinde dört nala gittiler, şaşırdım ben de.

 

Daha önceden biniciliği biliyor muydunuz?

 

Özlem Yılmaz: At üstünde durmuşluğum var, seyis eşliğinde senaryo gereği. Ata bindim ama kendi başıma gitmedim hiç o sahnelerde. Burada gerçekten bindik. Atlarımız da çok iyiydi, ya da biz iyi anlaştık.

 

Volkan Keskin: Hayvanla çalışmak çok zor, özellikle atla. Atlar yorgun diye beklediğimiz çok oldu saatlerce. Her atın başında iki tane bakıcısı vardı.

 

Müge Boz: Tabii ya hayvanlara bizden daha iyi bakılıyordu. Gerçekten.

 

Volkan Keskin: Maymun herkesin üstüne işedi, öyle bir hayvan yok.

 

Müge Boz: Hazırlık sürecinde dövüş derslerine ben de katıldım ve katılan tek kız bendim. Diğer bütün arkadaşlarımdan ayrı olarak Çiko ile vakit geçirme saatim vardı. Gelip “Müge, Çiko saati geldi” diyorlardı. Çiko’yla vakit geçiriyordum, oynuyorduk. Ata binme de vardı. Bir ara maymun sırtımdayken ata binmek gibi fantastik denemelerimiz oldu. Bayağı hayvanlarla haşır neşir olduk. Dövüş dersleri vardı, sıcağın altında koşuya çıktık.

 

Özlem Yılmaz: Dövüş dersi alanlar gerçekten askerlik yaptı.

 

Volkan Keskin: Ben altı kilo zayıfladım mesela. 82 kilo başladım.

 

Müge Boz: Güzel oldu ama. Fittik hepimiz. Sürekli birbirimizle dövüşüyorduk.

 

Özlem Yılmaz: Ben katılmadığım için dövüş sahnelerine oturup seyrediyordum. Herkes birbiriyle dövüşüyor, sürekli bir aksiyon halinde… O kadar güzel spor yapıyorlar ki aslında baktığın zaman. Sabah gidip önce nefes açıyorlar, ben de köşeden izliyorum sonra dedim “Katılsam mı acaba?” iki hareket yaptım dedim “Size kolay gelsin ben gidiyorum.”

 

İlk sinema filminiz değil mi? İlk sinema filminiz çok büyük bütçeli bir film, gerçekten büyük bir proje. Neden şimdiye kadar sinema olmadı?

 

Özlem Yılmaz: Sinema filmi projeleri geldi aslında. Ama ya benim içime sinmedi, ya da başka şeyler yüzünden olmadı. İlk sinema filmi bence oyuncu için önemliydi o yüzden de büyük bir yapımla başlamak istiyordum. Oldu, mutluyum. Ekstra bir heyecanla gidiyordum sete. İlk gittiğimde “Burası dizi değil, acaba nasıl çekiliyor” diyordum. Bana anlatıyorlardı.

 

Peki şimdi bakışınız nasıl?

 

Özlem Yılmaz: Hep sinema filmim olsun istiyorum.

 

Volkan Keskin: İkincisini çekersek, inşallah çekeceğiz, herkes daha tecrübeli olacak.

 

Sizin birbirine çok yakın, çok büyük iki proje art arda geliyor. Fetih 1453 ve Karaoğlan. Bir oyuncu için en kötü şey kategorize eilmek, kılıçlı filmlerin büyük aktörü olma durumunuz da olabilir…

 

Volkan Keskin: Benim istediğim bir şey bu aslında. Tarih, dönem filmlerinin aranan ismi olsam benim için güzel bir şey olur.

 

Kariyer planlamasında bunu bir risk olarak görüyor musunuz?

 

Volkan Keskin: Yok görmüyorum. Karaoğlan’ın inşallah dört-beş serisi olur, ondan sonra da daha farklı bir şeyler yaparım. Çünkü ikinci dönem ben Haliç Üniversitesi’nde yüksek lisansa başlıyorum tiyatro bölümüne. Daha sonra komedi de olabilir belki, daha farklı bir şey de olabilir. Ama bu dönemde aksiyon, savaş tarzı dönem filmleri olsun istiyorum.

 

Sizin de kısa sürede dört tane sinema filminiz var.

 

Müge Boz: Aşk Tesadüfleri Sever vardı ama o bir karakter değildi. Toprağın Çocukları, Karaoğlan ve bir de Bir Hikayem Var filmi var. O Kadın filmini sayarsak beş olur. Esasında oynadığım beş film var ama karakter olarak ilk. O Kadın ve Aşk Tesadüfleri Sever’de çok küçük rollerim vardı. Rol bile diyemeyeceğimiz şeyler olduğu için onları çok fazla saymıyorum ben.

 

Genç oyuncuların daha çok diziyle başlamasına ve daha sonra sinemaya geçmesine alışığız ama sizde çok kısa sürede çok film var bu bir tercih mi yoksa rast mı geldi?

 

Müge Boz: Hem tercih, hem de rasgeldi. Mesela Toprağın Çocukları ile ilgili konuşacak olursam o iş bana geldiğinde konusunun köy enstitüleri ile ilgili olması, bu konu hakkında daha önce Türkiye’de hiç film çekilmemiş olması, esasında bu konunun hepimizin bilmesi gereken bir konu olması ve Adnan’la (Yönetmen Ali Adnan Özgür) aramızdaki iletişim yüzünden hiç düşünmeden kabul ettim. Ki biz o filmi çekerken maddi olarak hiç bir şey yapmadığımız gibi artı herkes filme neresinden tutabiliyorsa yardım etmeye çalıştı. O mesela denk geldi, benim de o konuya inanıyor olmam, imece usulü filmde yer almayı istiyor oluşum tercih meselesi tabii ki. İkisi biraz karşılıklı oldu. Karaoğlan’da da aynı şekilde.

 

Karaoğlan çok özel bir proje. Çünkü Kartal Tibet’in oynadığı bir film; hatta oynayan kadın oyunculara baktım Meral Zeren, Oya Peri… O dönemde önemli oyuncular ama kendilerine göre farklı renkleri olan oyuncular. Bunlara baktınız mı, bunlardan etkilendiniz mi veya bunların neresini aldınız, neresini reddettiniz?

 

Müge Boz: Ben özellikle bakmadım. Çünkü ister istemez etkilenebileceğimi düşündüm. Bir şekilde bilinçaltım bir yerden etkilenir düşüncesi içinde olduğum için izlemedim.

 

Özlem Yılmaz: Karaoğlan’ı Kartal Tibet’in oynadığı filmler olarak izledim ama geçmişte izlediğim şeylerdi. Özellikle senaryoyu aldıktan sonra ben de oturup izlemedim. Böyle yapınca Müge’nin dediği gibi etkilenileceğini düşünüyorum. Benim Prenses Çise karakterim bilmiyorum var mıydı daha önce?

 

Üçüncü filmde ona çok benzer bir karakter var.

 

Özlem Yılmaz: Sadece esmer, alnında bir tacı olan görüntü geliyor gözümün önüne ama çok da emin değilim. Ben de izlemedim özellikle.

 

Burada belki de en riskli durumda olan sizsiniz çünkü Kartal Tibet’i Kartal Tibet yapmaya giden yolun başlangıcı Karaoğlan.

 

Volkan Keskin: Müge’yle Özge’den farklı düşünüyorum ben. İzledim ama şöyle izledim, izlemeden de onun gibi oynayabilirdim belki farkında olmadan, o yüzden aynı şekilde olmasın diye izledim. İzleyen “Bunu çekmişlerdi zaten 1960’larda” demesin diye. Oyunculuk bile aynı şekilde olmasın diye defalarca izlediğim bölümler oldu. At binişini, kılıç kullanışını izledim. Çok sevdiğim yönleri oldu ama “Ben böyle yapmam” dediğim bölümleri oldu. Çünkü herkes kendisine göre oynar. Ama o döneme göre çok güzel çekmişler, savaş sahnelerini güzel yapmışlar.

 

Bu bir baskı oluşturmuyor mu? Efsane olan filmler var böyle Tarkan, Karaoğlan…

 

Volkan Keskin: Biraz oldu ama biz çok kısa sürede çektik filmi, heyecanını, baskısını hepsini birarada yaşadım.

 

Son zamanlarda dönem filmleri tartışma yaratıyor, Muhteşem Yüzyıl gibi. Fakat dikkat ediyorum bu tartışma çoğunlukla kadın rolleri üzerine çıkıyor. Sizin orijinal filmlerdeki kadın karakterler aslında çok erotiktir, bunu nasıl dengelediniz, bu sizin üstünüzde baskı oluşturdu mu?

 

Volkan Keskin: Karaoğlan çizgi romanlarına baktığınızda pornografik yönü var ama biz bu şekilde yapamazdık. Bizim ilk çıkardığımız Karaoğlan hepsinin bir karışımı gibi bir şey oldu. Zaten yeterince savaş sahnemiz var. Dizilerde tartışma yaratan şey bu. Savaş görmek istiyordu onlar zaten. Dizide bu mümkün olmayabiliyor, bir haftada çekiyorsun, bütçesi belli. Sinemada daha farklı yapabiliyorsun, bütçen müsaitse ona göre çekebiliyorsun, ondan dolayı bizim öyle bir sıkıntımız olmadı.

 

Özlem Yılmaz: Ben hiç o açıdan bakmadım. Eski yapılanlar şöyleydi, ya da çizgi romanda erotizm vardı türünden şeylere yönelmedim. Diyaloglarını okuduğum zaman “Böyle olabilir” diye baktım, daha doğal olması yönünde… O tarz şeyleri vermek istiyorlarsa bunu dile getiriyorlar önceden. Bizden öyle bir şey istenmedi. Karakterim prensesti, inatçıysa inatçılığı da daha doğal, daha bugüne ve insanımıza yakın. Ya da o tarz bir sahnesi varsa o da bugüne yakın ve daha doğal. Ben böyle düşünerek karakteri canlandırdım kimse de bana “Özlem biraz da şuraya şunu katalım” demedi.

 

Müge Boz: Bu filmde bu soru en çok benim karakterimi ilgilendiriyor. Çünkü çizgi romanında yatak sahneleri falan var. Filmin çekiliş biçiminde şiddet tabii ki var ama kan, vahşete yönelik şiddetin çok fazla olmadığını görebilirsiniz. Bir çok savaş sahnesinde kan yok. Daha genel izleyici kitlesi hedef alındığı için zaten filmin genelinde senaryo yazılırken bu seçim yapılmıştı. Kadın karakterlerin ne kadar erotik olacağı, ya da olmayacağı ile ilgili zaten senaryoda yazılmış bir şeydi. Bayırgülü karakteri olarak baktığınız zaman da benim kafamdaki Bayırgülü zaten etrafta “Seksiyim” diye dolaşan bir karakter değil. Sadece yeri geldiği zaman bunları kullanan biri. Yeri geldiği zaman kadınlığını kullanıyor, yeri geldiği zaman espriyi buluyor, ya da şirretliği ortaya çıkıyor. Bayırgülü’nde de ben bunları kullandım. İlk filmde iki kadın karakter var, biri Çise diğeri Bayırgülü. Çise prenses, Bayırgülü değil. Onun ayrımını vermeye çalıştım elimden geldiği kadar. Çişe ne kadar mesafeli ve duruşunu koruyan bir tipse Bayırgülü daha çok teması seven, oturuşunda kalkışında daha rahat olan birisiydi. Oynarken mesela benim kıyafetimde bir yırtmaç vardı, o yırtmaçı hiç kapatmaya çalışmadım çünkü Bayırgülü öyle biri değil. Öyle küçük detaylarda onları vermeye çalıştım. Otururken kapatırız ya, ya da Çise olsa kapatır, ama Bayırgülü daha rahat bir tip. Elimden geldiğince ufak detaylarda onu ortaya koymaya çalıştım. Normalde olmaması gereken yerde bir temas, dokunuş veya Karaoğlan’ı öpmesi gibi…

 

Bunlar sizin tercihiniz miydi, yoksa yönetmenden gelen bir istek miydi?

 

Müge Boz: Yönetmen tabii ki bize nasıl bir karakter olduğunu anlattı. Bayırgülü büyük bir olasılıkla daha Müslüman olmamış bir karakter, şaman diyebiliriz. O karakter zaten öyle bir karakterdi, bir de ben üstüne koydum.

Özlem Yılmaz: Okuma provalarını masa başında değil canlandırma ile yaptığımız için bunu izleyen Kudret Hoca (Sabancı) ekstra bir şey istiyorsa daha o zaman, çekime geçmeden bize söylüyordu.

 

Volkan Keskin: Kudret Hoca çekim başlamadan önce bize Karaoğlan’ın çizgi roman kitaplarını dağıttı. Hatta bana verdikten sonra “Karaoğlan nasıl yürüyor, nasıl yatıyor” bakmamı istedi.

 

Son dönemler tarihi filmler yapılıyor. Türk sineması, Türk tarihinden kopuk olmakla, toplumsal değil bireysel konulara eğilmekle eleştirilirdi. Fakat şimdi bu tür filmler gelmeye başladı ve Türk sinemasının gişe yapan filmleri de belli bir kalite kazanmaya başladı. Oyuncu olarak bunu değerlendirir misiniz? Bağımsız filmler yerine bu tür gişe filmlerinin Türk sinemasına getirisi olduğuna inanıyor musunuz?

 

Volkan Keskin: Bir korku vardı Türk sinemasında. Tarihimiz var ama büyük para yatırıp sonra tutmazsa diye. Düşünün milyon dolarlar yatırıyorsun, gişe yapmıyor. Bu bence Fetih filmiyle kırıldı. Fetih’le kırıldıktan sonra Karaoğlan’ın devamı yapılıyor. Artık korku kalmadı yapımcılarda. Tarihimiz var, bir sürü konu da var bence işlenecek. Biliyorsunuz Çanakkale’nin üç filmi birden yapıldı, başarılı veya başarısız olur onları söylemiyorum. Ama o da bütçeyle alakalı. Devamı gelecek diyorum ben. Önümüzdeki dört, beş yıl içinde yine dönem filmleri olacak.

 

Müge Boz: Amerikalıların yaptığı bir iki tane önemli savaş vardır ve onları her filmde anlatırlar. Bizim çok fazla bu anlamda elimizde malzeme var ve bunların hiçbiri çekilmiyor. Bu hem sinemanın gelişmesi hem de Türkiye’deki teknolojinin ve bakış açısının değişmesiyle alakalı olan bir şey. Çünkü filmlerde bir çok şeyi biz çok geriden takip ediyoruz. 1903’lerde çekilmiş ilk filmlere baktığımız zaman o filmlerin çok benzerlerinin Türkiye’de 1940’larda, 50’lerde çekildiğini görebiliyorsunuz. Bu yadsınamayacak bir gerçek, Türkiye Avrupa ve Amerika’yı belli bir sene geriden takip ediyor. O da onun uzantısı, biz ancak şu an böyle bir şey yapabiliyoruz. Hem de yapmak istiyoruz. Belki dönemsel olarak da geçmiş tarihi ön plana çıkarma, özellikle Osmanlı kültürüyle başlayan, Türklükle ilgili bir düşünce yapısı olmaya başladı Türkiye’de. 20 sene önce bu kadar konuşulmuyorken şimdi daha çok konuşuluyor. Çift taraflı olduğunu düşünüyorum. Toplumsal beklentiler, insanların Türklük vesaire gibi duygularının ve heyecanlarının artıyor oluşu, aynı şekilde sinema sektörünün gelişiyor oluşu ve Türklerin artık bunu yapabilecek seviyeye geldiğini görmek güzel, çünkü çok zor bir şey. Mesela Karaoğlan’da gördük o kadar at, o kadar kostüm… Gerçekten herkesin yapabileceği bir şey değil. Normalde aşk filmi çekiyor olsanız bir mekanda geçer. Daha basit, daha az bütçeli şeylere bunca zaman yönelinmiş şimdi biraz daha deneme, kendimizi aşma durumu var.

 

Hazır iki kadın oyuncu buradayken sorayım. 1980’lerden 90’ların ikinci yarısına kadar Türk sinemasında feminizmin etkisi var. Müjde Ar, Nur Sürer gibileri cesaretle belirli rolleri oynadılar ve bu roller kadın hakları için çok önemli rollerdi, hatta biz bunları belki de ilk kez görüyorduk ve bunun faturasını da ödediler. Fakat 90’ların sonlarından özellikle 2000’lerden itibaren bu konuda bir geriye adım atıldı. Ben kendi adıma böyle düşünüyorum. Bu konuya katılıyor musunuz, kadın oyuncu olarak bunu nasıl yorumluyorsunuz?

 

Özlem Yılmaz: Bana öyle baskın şeyler gelse ben kabul ederim. Şu anda Türkiye şöyle düşünüyor, insanlar şöyle olmuş diye düşünmem. Eğer o baskın olduğu her neyse, feminizm vesaire benim hoşuma gider öyle bir rolü oynamak. Faturasını ödemişler ya o yüzden 90 sonrasında muhtemelen geri çekilmişlerdir insanlar.

 

Müge Boz: Günümüzde tabii ki var ama fatura ödeme durumunun eskisi kadar çok olmadığını düşünüyorum. Kadın karakterlerin bir şekilde ikinci planda kaldığı aşikar, genelde hep bir erkek hikayesi, kadınların rolü ve yeri belli.

 

Özlem Yılmaz: Kadın hikayesiyse de hep eziliyor genelde.

 

Müge Boz: O yüzden Bayırgülü karakterini bir anlamda sevmiştim çünkü değişik bir karakter, çok fazla senaryo içerisinde görebileceğimiz bir karakter değil. Ama soruya dönecek olursam ben bir duruşu olan, bir şey söyleyen filmlerde veya işlerde yer almayı istiyorum. Toprağın Çocukları ile ilgili de böyle çok soru geldi, çekerken düşünmediğimiz.

 

Benim size sormadığım Karaoğlan izleyicileri için sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?

 

Volkan Keskin: Biz filme başlarken filmi yedi yaşındaki çocuk izlerken de, 77 yaşındaki hocamız izlerken de aynı zevki alsın istedik. Filmi iki gün önce izledik hakikaten yapılan bir espriye ne bir yedi yaşındaki çocuk yabancı kalacak, ne olgun bir insan izlediğinde yabancı kalacak. İnşallah izleyince de herkes mutlu olur. Ben kendimi görmeden diğer arkadaşları söyleyeyim, çünkü kendimi yorumlamam biraz zor olur, çok güzel görünüyordu herşey, özellikle savaş sahneleri.

 

Özlem Yılmaz: Film akıcı olmuş. 117 dakika sürüyor film, biz Müge’yle filmi izlerken ara verdi “Niye ara verdi ki devam ediyorduk” falan dedik. Bir saat geçmiş biz orada farkında değiliz. Gerçekten sürükleyici olmuş. Severek izledim.

 

Müge Boz: Yapmış olduğunuz bir şey var, sürekli ona takılmaktan ben filmi izleyemedim. İkinci kere gerçekten film anlamında bakmam gerekir. “Biz ata bindik de ne kadar az görünmüş, bu sahnenin koreografisinde şöyle bir şeyler olmuştu” gibi daha çok kendimizle ilgili daha öznel şeylerde kaldık bence. Hiç objektif olamadım.

 

Volkan Bey ikinci filmde de olmak istediğini söyledi. Aynı şey sizin için de geçerli mi? İkincisi çekilirse aynı rollerde gözükmek ister misiniz? Belki Çise karakteri kalıcı olmayabilir ama…

 

Müge Boz: Ben istiyorum. Hatta Bayırgülü çok iyi dövüşemiyordu bu filmde, biraz öğrenmiştir, ikinci filmde daha çok dövüş sahnesi olsun istiyorum.

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.