Haneke’ye yürekten bağlı biriyim, onun hayattaki takıntıları, gerilimleri, arayışları sanki bana çok denk düşüyor. Yıllar içinde dışa taşan şiddetini içinde gerilimle tutmayı bilen bir yönetmen oldu ama Aşk bana göre en yumuşadığı film oldu.
Aslında filme Haneke dışı bakarsak çok ağır bir film aslında, inanılmaz bir gerilimi var. İki yaşlı insanın tabii ki birikimli, entelektüel bir çiftin konser sonrası eve geldiklerinde evlerinin kapısının zorlandığını görmeleriyle başlıyor her şey. Hep evin içinde geçen film, bizi ve iki yaşlı insanı sıkıntılı bir biçimde eve kapatan Haneke’nin vicdanının izini sürüyor.
Kapının zorlanması, özel hayata yapılan müdahale ve sızma girişimi Anne’ın hayatında garip bir süreç başlatıyor. Tabii ki yaşlılıkla kuşatılmış bir teslim alınma hali, Anne felç geçiriyor. Ve iki taraflı bir ıstırap hali başlıyor. En az onun kadar yaşlı olan Georges Anne’ın acılarına ortak olmaya çalışırken ilginç bir yıpranma ve gerilimin içine de sürükleniyor zamanla.
Tabii burada bir sorgulama hali de var. Bu bir sınav mı yoksa son verilmesi gereken bir ıstıraplar bileşkesi mi? Hayatın içinde yalnız kalan, yıllarca entelektüel bir üretimin koynunda beraberce ilerlediği yol arkadaşını bir yatağın sıkıcı kollarına teslim eden Georges ve hayata küsen, bunu zaman zaman Georges’a tavır olarak sunan Anne’ın ortasında kalıyoruz biz de. Hayat ikisi için de zor o noktadan sonra. Gerilimli bir adımlamayla inip çıkan duyguların ortasında olacakları bekliyoruz. Haneke iki yaşlı insan arasında bile gerilim yaratırım diyecek kadar cesur. Ama onlara etki edeceği tek şey de ölüm duygusu elbette.
Bu tarz bir film yani başına gelenlerin çok daha ağır yaşayacakları bir anlatım kazanıyor, o yüzden belli bir hassasiyet çizgisinden izlemek lazım ama benim başta da söylediğim gibi sorgusuz sualsz kahramanlarını ölümün kollarına atan bir yönetmenin iki yaşlı insanın kırılganlıkları, yorulan kalpleri ve gönül gözleri karşısında yumuşadığını söyleyebilirim. Aşkın zaman içinde düştüğü bencilliği de sorgulayan yönetmen dışarıdan müdahalelerin ne kadar üstünkörü olduğunun altını da bir güzel çiziyor. Çiftin kızları (Isabelle Huppert) akıl fikir vermek dışında bu içselleşen, bencilleşen ve gittikçe çetrefilleşen duruma müdahil olamıyor zaten Georges da öyle istiyor.
Aşk ağır bir vaka, ama sekteye uğradığı anda dünyanın en zalim şeyine dönüşebilir, biriktikçe insan vicdanına etkisi daha fazladır ama vazgeçilmez değildir! Haneke yine yapacağını yapıyor ve kapalı kapılar ardında bize ağır dersler veriyor yeniden. 83 ve 86 yaşındaki iki oyuncuyu değişik bir oyunculuk deneyiminin içine sokuyor, etkilenmeleri çok fazla oldukları bir roller bileşkesinin içine. Ama inanılmaz başarılı bir şekilde altından kalkıyorlar Jean-Louis Trintignant ile Emmanuelle Riva. Filmin sonu tabii ki Hanekevari bitiyor.