Bu hafta vizyona girecek olan Açlığa Doymak filmi sahneleriyle seyirciyi zorlayacak alt metinleriyle ise sinefillere bir sinema ziyafeti çekecek…

Türk sinemasında bazen öyle filmlerle karşılaşıyoruz ki hem bizi şaşkınlığa uğratıyor hem de üreticilerinin kabiliyetleri ve yaratıcılıklarıyla sinemamız adına ümitlerimizi tazeliyor. Açlığa Doymak tam da böyle bir film. Normalde bizim yazılarımızı takip edenler bilir, biz her filmin kritiğine kendi başlığımızı koyarız. Ama bu sefer filmin ismi o kadar güzel seçilmiş ki başlığa filmin ismini koyduk, Açlığa Doymak. Bu filmin tanıtımlarıyla karşılaştığımda ölüm oruçları üzerine bir film seyredeceğimi sandım. Aslında gerçek öyle değil. Filmin yönetmeni ve senaristi Zübeyr Şaşmaz ne açlığı ne ölüm oruçlarını anlatmış. O bütün bunların üzerinden insan olgusunu kendi dağarcığına göre araştırmış. Yani varoluşu sorgulamış. Bir insan neden kendini aç bırakır? Bunun iki çarpıcı türü var. Birisi son dönemde ülkemizde de büyük sıkıntıya neden olan ölüm oruçları diğeri ise halvet. Halvet insanın kendini 40 gün aç bırakarak ruhunu temizlemesi, arınması anlamına geliyor. İkisinde de açlık var. Aralarındaki en büyük fark ise bir tanesinin kendi vücudunu ve ruhunu temizlemek için yapılıyor olması diğerinin ise vücudunu ve hayatını başka amaçlar uğruna silah olarak kullanması. Bu aslında biraz meyve bıçağı hikayesine benziyor. Meyve bıçağı ile meyve de soyarsınız adam da öldürürsünüz. Mesela Gandhi açlık grevleri yapmıştır. Hindistan’nın özgürlük mücadelesinde şiddetin durması için bu açlık grevini yapmıştır. Ama her ölüm orucunun nedeni bu kadar masum değil. İnsanların canları üzerinden politika yapmak başka bir durum. Açlığa Doymak filmini seyrettiğinizde yönetmen bunları çıplak bir şekilde sizin önünüze koymuyor. Daha evrensel bir bakış açısıyla, siz bunları kendi birikiminizle görebiliyorsunuz. Zübeyr Şaşmaz ünlü Şaşmaz kardeşlerden. Böyle olunca kategorize ediliyor. Özellikle siyasi anlamda. Ama bu film bütün önyargıları parçalayıp atıyor. Filmde kimler yok ki? Yeşil sermayenin para babaları, gazetelerin para patronları, her türden siyasi görüşün militanı olmuş gençler yani sokağa çıktığınız zaman veya işyerinde karşılaştığınız normal insanlar. Böyle olunca ne hikayeyi ne de bu hikayeyi sinemalaştıran insanları kategorize edemiyorsunuz. Filmin konusunu kısaca özetlersek Eyüp (Mete Horozoğlu) 35 yaşında bir gazetecidir. Mesleğini başarıyla yapar ama dönem onun gibi gazetecilerin mesleğini özgürce ifşa edecekleri bir dönem değildir. İşinden atılır. Tam o sırada eşi ve kızı bir bombanın patlaması sonucu ölür. Bu bombayı koyan ise ağbisinin ölümünün intikamını almak için bir örgüte giren Sena’dır (Hazal Ergüçlü). Sena’nın ağbisi üniversitede militandır. Polis tarafından aranır ve sonunda yakalanır. Ağbisini bir daha canlı gören olmaz. Yaşadığı bunalım Sena’yı ağbisinin üye olduğu örgüte yakınlaştırır. Bu yakınlaşma sonunda Sena’nın bir bombalama olayına karışmasıyla sonuçlanır. Sena da hapse atılır. O sırada hapishanede ölüm oruçları başlar. Sena açlığa doyacaktır. Filmin son karakteri ise bir televizyon kanalında makyöz olan Burcu’dur. Makyajını yaptığı oyuncular gibi güzelleşmek ister. Hayatında yolunda gitmeyen bütün herşeyi zayıflayarak, kindince güzelleşerek çözeceğine inanır. Sonunda yağ aldırma ameliyatına girer. Bütün bu karakterlerin hikayeleri birbiriyle çakışır. Mete Horozoğlu şu an Türk sinemasının en iyi erkek oyuncularından biri, filmdeki performansıyla da bunu kanıtlıyor. Hazar Ergüçlü ise Derviş Zaim’in filmi Gölgeler ve Suretler ile atıldığı oyunculuk mesleğinde dev adımlar atan genç bir isim, gün geçtikçe iyileşiyor. Filmdeki bazı sahneleri seyretmek gerçekten zor. Üstelik yönetmen öyle yerleştirmiş ki sahneleri izleyici hazırlıksız yakalanıyor. Ama tartışılacak ve seyredilecek bir film. Kaçırmayın derim.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.