Adana Altın Koza’nın En İyi Yönetmen ödülünü alan Pelin Esmer belgesel kökenli bir yönetmen olması kadar doğal merakının da üretimlerinde etkili olduğunu söylüyor…
Pelin Esmer’in ismini ilk kez 2005’te Oyun filmiyle duymuştum. O dönemde belgesel bir filmle festivallere katılan bir de filmi vizyona sokarak dikkatleri üzerine çeken yönetmen izlenmesi gereken bir isim olarak listemizde yerini aldı. Daha sonra kendi kısa filminden yola çıkarak ilk kurmaca uzun metrajı 11’e 10 Kala filmiyle karşımıza geldi. Yine filmi büyük ilgi topladı. Özellikle Türk sinemasında kadın yönetmen azlığı içinde başarılarıyla öne çıkan bir isim oldu. Bu yıl da son filmi Gözetleme Kulesi ile Adana Altın Koza film yarışmasına katıldı. Gözetleme Kulesi En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu dallarında da ödüle ulaştı. Biz de Pelin Esmer’e sorduk belgeselden gelme bir yönetmen olması başarısında etken midir? Türk sinemasının geldiği son nokta adına önemli bir röportaj olduğunu düşünüyorum. İşte En İyi Yönetmen ödülü sahibi olan Pelin Esmer’in cevapları…
Bu öyküyü seçmenizde sizi tetikleyen şey neydi?
Herhalde suçluluk duygusuydu. Suçluluk duygusunun önemli bir etken olduğunu düşünüyorum. Umarım toplumsal olarak suçluluk duyuyoruzdur. Suçluluk duygusu o kadar da korkunç bir şey değil. Üretilen filmler bu suçluluğun yansıması mıdır bilmiyorum. Ben senaryoyu insan üzerinden okumaya çalıştım ama insanlar bulutlar gibi havada asılı değiller yaşadıkları bir dünya, bir toplum var ve onun için var oluyorlar.
Filmin geçtiği mekan çok etkileyici. Mekan çalışmasını nasıl yaptınız?
Mekan senaryo yazıldıktan sonra bulundu. Yangın gözetleme kulesi gibi bir kavramı yıllar önce gazetede görüp kafamın bir yerine almışım. Çok fazla yer dolaştık. Türkiye’nin orman olan neredeyse her yerinde yangın gözetleme kulesi var. Batı Karadeniz’den başladık. Çok şanslıydım çabuk bulduk. Hayal ettiğim bir mekandı ve çok rahatladım. Bulduğumuz yer çalışmayan, yıkılmak üzere olan bir yerdi. Tosya Orman Müdürlüğü’ne “Film çekeceğiz burayı lütfen yıkmayın” dedim yıkmadılar ve hala da duruyor. İnşallah da durur, çok özel bir yer. Herkesin gidip bir saat geçirmesinin çok hayırlı olacağına inandığım bir mekan. Otogarı da sonradan bulduk. Kafamın bir yerlerine düşmüş fotoğrafların aynısını gördüm orada da. Çok büyük bir yer olsun istemedim. Sonuç olarak önemli olan yol kenarında olmasıydı. Çünkü benim için başka bir anlamı vardı. Bir de Cide’ye gittik. Anne baba evini orada çektik. Batı Karadeniz’de küçük bir dünya oldu.
Belgesel kökenli olduğunuz için insanları gözlemlemeyi çok iyi biliyorsunuz. Onların gerçek hayatlarını filme kendi haliyle aktarıyorsunuz. Farklı tecrübeleriniz var. Bu durum filme etki etti mi?
Bu filme özellikle etki etti mi bilemem. Meraklı bir insanım ve bakmayı, görmeyi seviyorum. Belgeselden gelmenin hayatın sürprizlerine açık olmak gibi bir eğitimi var. Bu sinemada güzel bir durum çünkü kimi zaman oyuncunuzun sürprizine açık oluyorsunuz. Merakımı kaybetmek istemiyorum. Bu da bir belgeselciyle ne kadar ilintili onu bilemiyorum.
Filmin ses çalışması da ilgi çekiyor. Filmin bazı yerlerinde sessizlik üzerinden bir ses çalışması uygulanmış ve bence bu çok değerli bir durum. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Sesi en az görüntü kadar önemsiyorum. Bir duygu yaratmada etki uyandırma da sesler çok önemli bir rol oynuyor. Ses hayal gücüne açık bir duyu. Burada da çok önemsedik, çok çalıştık. Toplam 3-4 ay kadar sesle uğraştık. Sessizliklerin önemli olduğu bir film. Sessizliğe tahammülü çok önemsiyorum. O sessizliğin de teknik olarak bir sesi var ve ona ulaşana kadar deneyerek, yanılarak zamanımı geçirdim. En basitinden sahnenin atmosferine göre binlerce kuş sesi aradık.
Nilay Erdönmez ve Olgun Şimşek hakkında neler söylersiniz, onları nasıl seçtiniz?
İkisiyle de çok mutluyum. Kafamda hayal ettiğim karakterleri ete kemiğe büründürdüklerini söyleyebilirim. Olgun’u Gül ile Adem kısa filminde izlemiştim ve o zamandan aklıma düşmüştü. Olgun Nihat’ta ortak çok şey buldu. Doğayı seven bir insan ve filmde bunu çok kullandık. Olgun sahne beklerken hep bir şeylerle uğraşıyordu. Ya mantar toplardı ya bir şeyler oyardı. Hep doğayla ilgilendi. Onunla çok iyi iletişim kuruduğumuzu düşünüyorum. İkisiyle de ayrı ayrı çok vakit geçirdim.
İstenmeyen bir çocuk ve bir doğum sahnesi var. Gündemde de kürtaj tartışmaları var. Bu konudaki yorumlarınız nedir?
Senaryo bu konulardan iki sene önce yazılmıştı. Hayat o kadar enteresan ki neler olacağını bilemiyoruz. Şimdi yazsam o diyalogları yazamazdım. Üç ay önce yazdığın senaryoyu şimdi yazamamak aslında yaşadığımız dünyayı anlatıyor.
Belgesel yaptığınız zaman gerçek hayatta olan bir derdi işliyor ve onun üstüne gidiyorsunuz fakat kurgu yaptığınız zaman hayatı yansıtmaktan çok kendiniz kurguladığınız için sorumluluğu da alıyorsunuz. Bu yönetmen üzerinde sanatçı yaratıcılığı konusunda baskı oluşturuyor mu?
Aslında baskı değil bir yandan daha fazla özgürlük kazandırıyor. Sorumlu hissettiğin bir şey yok. Başka birinin hayatını ödünç alıp paylaşma gibi bir durumum yok. Burada da gerçekçilik duygusu karşınıza çıkıyor. Bunun hesabını soracak birileri var. Ben gerçekle iç içe olmayı seven biri de olduğum için ağır sansürler yaşamıyorum. Kişisel olduğu ve insanların hayatlarıyla yüz yüze geldiğimiz için belgeseldeki sorumluluk bana çok daha ağır geliyor.
Yıllar önce çektiğiniz Oyun filmi vizyona giren ilk belgesellerdendi ve bir çok da ödül almıştı. Bugün ise Adana Altın Koza Film yarışmasında dört tane belgesel tandanslı film yarıştı.
Olması gereken de buydu. Demek ki her şeyin bir zamanı var. Artık belgesel sinemayla kurmaca tartışmalarının dışında da çok şey tartışıyoruz. Kurmaca da belgeselden çok faydalanan bir alan. Şimdi ikisi eşit bir alana geçti diye düşünüyorum. Belgeseller de artık daha sinema tadında ve estetiğinde çekiliyor. Bu bence çok motive edici bir şey.
Şimdiye kadar belgesellerde daha kurmaca tadında verilip onu izlenebilir hale getirme çabası vardı. Derviş Zaim’in Devir filmindeyse kurmacayı belgesele dönüştürme çabası var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Çok önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Derviş de o gün “Özellikle belgesel olmaması için çaba gösterdim” dedi. Kafa karıştırmak da çok güzel.
Festivaller bu tür belgesel filmlerin yarışmasına altyapı olarak hazır mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz.
Ben onun da zamanla olacağına inanıyorum. Oyun filmimin de Türkiye’de uzun metraj yarışmasına kabul edildiği yer Adana’ydı aslında. Sonrasında ödüllerde bir eşitsizlik hissetmedim. İyi film değerlendirmeye zihnimizi yönelttikçe daha eşit olacağını, daha güçleneceğini düşünüyorum. Belgesel sinemanın ayrılmasından yana değilim. Keşke böyle kategoriler bile konulmasa. Yönetmenin cinsiyeti, ülkesi keşke hiç ayrılmasa. Film izlerken iyi bir film izledim konusuna meyillenirsek her şey daha güzel olabilir.
Adana’ya kadar bir festivalde beş tane yönetmenin yarıştığı hiç olmamıştı.
Çok mutlu oldum. Sanırım geçen sene hiç yokmuş. Gittikçe artıyor. Artık çok film çekiliyor. Burada bir kadın yönetmen filmi, erkek yönetmen filmi diye izlenmemesinden yanayım.
(Spoiler var) Filminizde doğum sahnesi, alışık olmadığımız bir şekilde sert ve gerçekçi verilmiş. Bu da biraz kadın yönetmen bakış açısından kaynaklanıyor olabilir mi?
Kadın olduğum için mi böyle verdim bilmiyorum. Çünkü erkek olmadım, o zaman nasıl çekeceğimi bilemiyorum. Belki daha yakın olduğum bir dünya olabilir. Erkeklerin giremediği, duyamadığı alanlar da var. Orada yaşananlar da bizi oluşturan küçük taşlar. Mutlaka çocukluğumdan beri kadın olarak girmeme izin verilen yerde gördüğüm duyduğum şeylerin etkisiyle de olabilir.