Bu sayımızda Ben Çocukken belgeselinin yönetmeni Cenk Kaptan’ı köşemize konuk ediyoruz. 1980 doğumlu Cenk Kaptan çocukluğunu sokakta geçiren son nesil olduklarını söylüyor.
Bence de bunun önemini vurgulamak gerekiyor. Kaptan artık aramızda olmayan Ünsal Oskay ve Aykut Oray gibi çok önemli isimlerle röportaj yapmış ve filmi kotarmış. 2006’dan beri çalışmaları süren belgesel şimdiden festival dünyasının dikkatini çekmiş durumda. İşte o önemli röportaj…
1- ‘Ben Çocukken’ belgeseli neden ve nasil doğdu? Cekmeye ne zaman karar verdiniz?
Ben Çocukken’in temelleri 2006’da, henüz fakültedeyken, sınıf arkadaşım Aytek ŞENEL ile yaptığımız günlük sohbetlerimiz esnasında atıldı. O gün, teknolojinin hayatımıza ne denli nüfus ettiğinden, çeşitli modern faktörlerin artık insanın insana fiziken dokunduğu anları yaşamlarımızdan mahrum bıraktığından ve bunlardan dolayı insanların arasında oluşan iletişim bozukluğu gibi konulardan bahsediyorduk. Çocukluğum geldi aklıma. Küçükken ne kadar özgür ve mutlu bir çocukluk geçirdiğimi düşündüm. Her ne kadar ebevynlerimizle yaptığımız sözlü anlaşma itibariyle sokakların sınırı belirlenmiş olsaydı bile, sokakta fiziki arkadaşlarla özgürlüğümüzü doyasıya yaşamak, o yılların bize verdiği en kıymetli armağanlardan biriydi. Artık, hızla devleşen dijital alışkanlıkların, bu keyifli yaşama şeklini, başta büyük kentler olmak üzere bütün sosyo ekonomik düzeydeki ailelerde yavaş yavaş yok ettiğini farkettim. Belgesel çekmeye kalkışmak büyük cesaret. Hata yapma lüksünüz kurmaca veya deneysel sinemaya göre daha az diye düşünüyorum. Çünkü gelecek nesillere, yaşanmışlıkları ve gerçekleri ispatlayan bir delil bırakma çabası içerisine giriyorsunuz. Bu durum sosyal ve vicdani sorumluluk duygusunu arttırıyor. Bunu yaşamak keyifli… Bu keyfi en yukarıda yaşamak adına 2006 Haziranında Ben Çocuken’in ilk ropörtajını yaptım. 6 senelik keyifli ve bol molalı sürecin sonunda 2012 Ağutos başı itibariyle belgeselimiz bitmiş oldu. Aslında başladığım tarihten itibaren takribi 6 ay ile 1 sene içinde bu işi bitirebilirdim. Fakat, sihirli bir şekilde bu yıla denk geldi. Bazı işlerin kuluçka dönemine ihtiyaçları olduğuna inanırım. Hatta hayattaki birçok yaşanmışlığında aynı şekilde… Mesela bazı isteklerimin olması için 20 yıl beklediğim oldu. Süre uzadığında acı seviyesi yükselse de, herşeye rağmen olması gereken zamanda olduğunda deymeyin keyfime… Ben Çocukken gibi…
2- Belgeselde yer verdiginiz kisileri neye dayanarak sectiniz?
İlk etaptaki hedefim topluma mal olmuş her daldan sanatçılar tercih etmek oldu. Müzisyenler, oyuncular, fotoğrafçılar, yönetmenler… Bu noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün “Efendiler! Hepiniz me’bus olabilirsiniz, vekil, olabilirsiniz, hatta reisi cumhur olabilirsiniz fakat sanatkar olamazsınız” hitabının etkisi büyük olmuştur. Sanatçının toplumun aynası olması münasebeti ile gelecek nesillerin karanlıkta kaldıklarında ufakda olsa bir ışık yakabileceğine inandığım yapıtımın, ağırlıklı olarak sanatkar dimağlardan gelecek fikirlerden oluşan bir harman olmasını istedim. Ayrıca pedagoji ve sosyoloji konusunda uzman mercilere de müracaat ettim ki en önemlisi ebediyete intikal eden ve öğrencisi olma şansını yakalağım sevgili hocam Prof. Dr. Ünsal OSKAY’dır. Gerçi kendisiyle ropörtaj şansını yakalamam biraz esprili ve maceralı geçti. Tanıyanlar bilirler Ünsal OSKAY oldukça şahsına münhasır bir kişilikti. Bunu bildiğimden, hata yapmamak ve hocamın gözünden düşmemek adına biraz tedirgindim. Birgün, bütün cesaretimi topladım ve kapısını çaldım:
-Sayın Hocam merhabalar, yaşamın dijitalleşmesiyle beraber kaybolan sokak oyunlarını ve bunun toplum üzerindeki etkisini anlatan bir belgesel hazırlıyorum. Bu hususta sizinle ropörtaj yapabilir miyim?
– Akira Kurosawa’nın “Düşler” filmini izledin mi çocuk?
– İzlemedim hocam.
– Hiç Immanuel Wallerstein okudun mu?
– Okumadım hocam.
– Git önce filmler izle, oku, araştır öyle gel yanıma.
Biliyordum, Ünsal Hoca okumaya çok ehemmiyet gösterirdi ama yine de reddedilmek hiç hoşuma gitmemişti. Sinirlenmiştim. Üzüldüğümü anladı, motivasyonumu düşürmemek için:
– Sinirlenme çocuk. Oku, belgesel yapıyorsun, daha çok bilgi sahibi olmalısın.
Diyerek gönlümü aldı. Sonraki gidişimde beni test etmesinden çok korktum. Çünkü daha fazla okumuş, araştırmış ve film izlemiş olmama rağmen onun kütüphane gibi olan beyninden çıkacak herhangi bir cümle ile yine nakavt olabilirdim. Allahtan test etmedi ve iki saat boyunca keyif ve bilgi dolu bir ropörtaj yaptık. Ayrıca halkın içinden karekterlerle de ropörtajlar yaptım. Bu şekilde doğruyu daha sağlıklı tespit edebilecektim. Nitekim gördüm ki, T.C.D.D emeklisi bir işçi ile konunun uzmanları aynı cümleyi söylüyordu. Bu şekilde seçtiğim kişilerin doğruluğu konusunda iyice ikna oldum.
3-Sizce nasil bir belgesel ortaya cikti?
İnsanın kendi yaptığı iş ile ilgili yorum yapması güç tabi… Fakat öteki taraftan da artık bir işi bitirdikten ve yorumlarına itimat ettiğim birkaç sanatçı ile izledikten sonra o işin hangi açıdan, ne kadar randımanlı olduğu konusunda sağlıklı yorumlar yapabildiğimi düşünüyorum. “Her zaman iyinin daha iyisi vardır” parolasını bir kenara koyduğumda, Ben Çocukken’in neresinden bakarsanız bakın parlayan bir yapıt olduğunu söyleyebilirim. Gerek içerik, gerek görsel-işitsel teknik ve gerekse algınızda bıraktığı lezzet itibariyle oldukça keyifli bir iş çıkardığımızı düşünüyorum. “Çıkardık” diyorum çünkü bu iş VCS Film ve Müzik Yapım’ın bünyesindeki Gelişine Vole Sinemacılar tarafından oluşturulmuş bir eserdir. Bu ekip gerek görsel gerekse işitsel alanların bir çok dalında uzmanlık sahibi genç, sinema ve müzik aşığı karakterlerin oluşturduğu bir imece topluluğudur. Bu topluluk, bu ve bunun gibi birçok işi herhangi bir ticari ve maddi kaygı gütmeksizin tamamen gönülden yaparak ortaya çıkartmayı başarmıştır. Filmimizin müziklerinin tamamı kendi bünyemizdeki Stüdyo Kamara’da Mert TUNÇMAKAS’ın direktörlüğünde canlı olarak kaydedilmiştir. Filmin jenerik müziğinin melodik ve duygu yükü bakımından üst düzey olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Mert, yine belgeselle aynı adı taşıyan “Ben Çocukken” isimli bir şarkı yaptı. O şarkıyla beraber belgeselin iki soundtrack’inden diğeri olan “Dut Ağacı’nı” ise Kaptan GÜRMAN’ın kuruculuğunu yaptığı Evde Yoklar Orkestrası icra etti. Ressam arkadaşım Berkan BABADAĞ kaliteli çizgileriyle yaptığı karakalem çalışmalar ile, mimar arkadaşım Cem ÖZKAN ise yaptığı iki boyutlu animasyonlarla işe kakıda bulundu. Ben Çocukken’in üç boyutlu animasyonlarını ve genel görsel konseptini oluşturma görevini de ben üstlendim. Nihayetinde, olabildiğince kendimi soyutlayıp bakmaya çalıştığımda, keyifli, renkli, bilgi dolu ve sevgili Yard. Doç. Cüneyt GÖK’ün tabiriyle “Duygu duşu almış gibi hissettiren bir iş” oldu.
4- En cok kimin cocuklugu ile ilgili soyledikleri sizi etkiledi?
Öncelikle benimle ropörtaj yapma lutfunda bulunan herkese çok teşekkür ederim. Filmin içerisinde kullandıklarım olduğu kadar çeşitli sebeplerden kullanamadıklarım da oldu. Ama hepsinin düşüncelerini algılamak ve özellikle ropörtaj esnasında çocukluklarına yaptıkları yolculukları izlemek çok keyifliydi. Bilhassa Ben Çocukken’i anılarına adadığım ve şimdi aramızda olmayan Prof. Dr. Ünsal OSKAY ve usta oyuncu Aykut ORAY ile yaptığım ropörtajların yeri ayrı oldu benim için… Ünsal OSKAY kütüphane gibi beyni, kitap gibi dili ve zaman zaman gayet afacan üslubuyla sadece bana bir ropörtaj değil, aynı zamanda okkalı bir hayat dersi verdi. Üstad Aykut ORAY ise teatral üslubu ve sanki biraz önce oynamış gibi net hatırladığı sokak oyunu kuralları anlatımları ile belgeselime çok büyük bir katkıda bulundu. Bu iki ustanın söylemlerini belgeselin iskeleti olarak belirledim ve o şekilde kurguladım. Ama tabiki gerek Selçuk YÖNTEM’in şiir gibi hitabeti, gerek Zafer ERGİN hocamın içtenliği ve gerekse Yalçın YELENCE hocamın hikayeci üslubu bana kurgumun zekasını üst düzeye çekebilmem adına müthiş bir şans verdi.
5-Film bittikten sonra sizin cikariminiz nedir?
Bu filmi ilk etapta sosyal sorumluluk bilincini arttırmak adına hayata geçirdik. Geçen süreç içerisinde işin boyutunun büyümesi ve kalitesinin artmasıyla bu işi daha geniş kitlelere yayma hedefini edindik. Yol haritamızın ilk durağı, Altın Portakal vb. yurtiçi ve yurtdışı festivallerde seyirci ile buluşturmak. Akabinde ekim ayı içerisinde Prof. Dr. Ünsal OSKAY’ı ve Aykut ORAY’ı da anacağımız bir basın gösterimi yapmayı düşünüyoruz. Biliyorsunuz, Türkiye’de belgesel sinema filmlerinin salon bulma gibi bir ihtimali pek yok. Dolayısı ile Ben Çocukken’i sürpriz içeriklerle beraber bir DVD haline getirmeyi ve raflarda yerini almasını planlıyoruz. İlerleyen dönemde geniş kitlelere ulaşan bir tv kanalında da gösterilebilir.
Kisaca kendinizi tanitir misiniz?
1980 İstanbul doğumluyum. Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-TV bölümünde master programını 2010 yılında tamamladım. 2007-2010 yılları arasında çeşitli okullarda 3d modelleme ve animasyon, senaryo ve video kurgu dersleri verdim. Geçen süreç içerisinde, yapımcılığını, senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiğim “Mukadderat” isimli kısa filmimle 2010 Antalya Altın Portakal Uluslararası Film Festivali Kısa Film Dalında finalde yarıştı. Bunun dışında birçok bağımsız kısa sinema filmimle çeşitli ödüller aldım. Sanatsal çalışmalarımın yanında gerek ulusal gerekse uluslarası birçok ticari projeye imza attım. Halen, 2003 yılında kuruculuğunu yaptığım VCS Film & Müzik Yapım çatısı altında sinema, reklam ve müzik sektörlerinde yer almaktayım.
7- baska projeleriniz var mi?
Mutlaka. Yakın zamanda gerçekleştirmeyi düşündüğüm iki belgesel, bir tanede uzun metraj kurmaca sinema filmi gündemimde. Belgesellerden bir tanesi Yeşilçam belgeseli olacak. Tabi farklı bir perspektiften Yeşilçam hikayesi… Diğeri ise sürpriz bir proje… Sinema filmi ise ilk uzun metraj çalışmam olacak. Dolayısı ile onun için titizleniyorum, açıklamak için biraz daha vakit var…
8- Cocuklar ve sokak oyunlarindan yola cikarak gecmisteki cocuklarla simdiki cocuklari karsilastirir misiniz?
Bu proje benim gibi 1980 ile 1990 yılları arasında doğan jenerasyonun sokakta vakit geçiren son çocuklar olduğumuzu keşfetmemle beraber filizlenmeye başlamıştı. Bu jenarasyonun bir diğer özelliği ise hem sokak oyunlarını oynamaktan mahrum kalmayıp hem de dijital eğlenceleri ilk gören jenarasyon olmasıdır. Dolayısı ile ikisini de tadında yaşayabildik. İkisi arasında bir seçim yapmam gerekirse açık ara farkla sokak oyunlarını tercih ederim. Fakat günümüz çocuklarının böyle bir seçim yapma şansı azaltıldı. Özellikle şehir çocukları, gerek nüfusun artmasından, gerek dengesiz betonlaşmadan dolayı park ve bahçe gibi açık alanların azalmasıdan ve gerekse artık toplumumuzun, sokakta oynayacak savunmasız bir çocuk için tehlikeli bir kimliğe bürünmesinden ötürü evlerine hapsolmak durumda kaldılar. Böylece fiziki sosyalleşmeyi yaşayamayan günümüz çocukları, büyüdüklerinde çeşitli sıkıntılarla karşılaşacaklar. Bu belgeseli hazırlarken nihai hedeflerimden biri de günümüz ebeveynlerine bu gerçeği hatırlatmak ve Ünsal SOKAY’ın dediği gibi “Sevgiyle bakabileceğmiz arkadaşlarımızın ve dostlarımızın olması için birşeyler yapmalıyız” düşüncesini gerçekleştirebilmekti.