Bourne’nin Mirası – Bourne Legacy / Yönetmen: Tony Gilroy
Robert Ludlum gibi bir yazarın oluşturduğu roman serisi böyle sonlandırılmamalıydı. 2002 yılında The Bourne Identitiy beyazperdeye uyarlandırıldığında izleyicinin büyük ilgisini toplamıştı. 2004 yılında The Bourne Supremacy, 2007’de The Bourne Ultimatum filmin serisini tamamladı. Bu hafta vizyona giren ise Bourne’un suyunun suyu. Herşeyden önce bu öykü Robert Ludlum’un romanından uyarlama değil. Robert Ludlum’un Bourne romanlarını senaryolaştıran Tony Gilroy’un kaleminden çıkmış bir öykü. Üstelik bu öyküde Matt Damon oynamıyor. Bu yeni ajanı Jeremy Renner oynuyor. Renner’in The Hurt Locker dışında çok iyi performans gösterdiği, bir filmi tek başına sürüklediği bir yapım hatırlamıyorum.
Paris Manhattan / Yönetmen: Sophie Lellouche
Evet film gerçekten Woody Allen’ın hayata bakış açısını gösteren diyaloglarını kullanıyor ve Alice Taglioni’nin canlandırdığı Alice karakteri bu diyaloglarla aforizmalar yapıyor. Ama yine de filmin mesajları Woody Allen’ın taklidi değil. Kendince orijinal bir şeyler çıkartabiliyor. Hem düşünülecek metinler, hem de başarılı oyunculuklar söz konusu filmde. Alice Taglioni canlandırdığı karaktere çok uygun bir fiziğe sahip. Öyle mükemmel bir güzelliği yok. Ama kamera ve yönetmen istediği zaman onu hayatla problemi olan bir kadın gibi gösterebiliyor. Bu iki ruh durumunu da vücudunda taşıyabilmek ancak iyi bir oyunculuk ve çizgi dışı fizik ile olabilir.
360 / Yönetmen: Fernando Meirelles
Bazı filmler gerçekten büyük hayal kırıklığı yaratıyor. Tabii bu hayal kırıklığının altında biraz da bizim beklentilerimizi kaşıyan üreticilerinin geçmişi oluyor. Bu hafta vizyona giren 360’ın yönetmeni Fernando Meirelles, Tanrıkent – City Of God filmiyle gözümüzde o kadar büyümüştü ki onun filmlerini merakla bekler olmuştuk. Arthur Schnitzler’ın klâsik eseri La Ronde’den filme uyarlanmış olan ve iki kez Oscar adayı olan Quenn ile Frost Nixon’un da senaristi Peter Morgan’ın beyazperdeye uyarladığı film bütün bu üreticilerinin kariyerlerine ihanet ettiği bir yapım. Halbuki filmin kadrosu da müthiş. Rachel Weisz, Jude Law, Anthony Hopkins, Moritz Bleibtreu, Ben Foster ve daha birçok önemli isim filmde yer almış.
Cehennem Melekleri 2 – The Expendables 2 / Simon West
80’ler partileri birkaç yıldan bu yana çok moda… Sly’ın, (Slyvester Stallone) aksiyon sinemasının en sıkı adamlarını alıp The Expendables’i çekerek bir tür kerosen partisi vermesine de bunlar yol açmış olabilir pekala… İlk film eğlenceli olduğu kadar, ununu elemiş, eleğini asmış oyuncuları için riskli bir projeydi. Neyse ki vefalı 80’ler çocukları kendi kahramanlarını görmek için bir kez daha sinemanın yolunu tuttular. Şimdi, aynı ekip bu defa Chuck Norris ve Jean Claude Van Damme’ı da kadroya dahil ederek tekrar karşımıza çıkıyor. Filmin tek bir vaadi var: Alabildiğine gürültülü eski moda bir aksiyon izletmek… Peki, başarabiliyor mu? Hem de nasıl!
Gerçeğe Çağrı – Total Recall / Yönetmen: Len Wiseman
Schwarzenegger’den sonra Colin Farrell’in çok zayıf kaldığını söylemeliyim. Zaten Farrell’in kendine has güven vermeyen bir havası var. Ona en iyi kötü karakterler oturuyor. Bence yanlış bir tercih. Orijinal filmde Sharon Stone’un canlandırdığı karakterin yerine oynayan Kate Beckinsale içinse çok farklı şeyler söyleyebiliriz. Kadın güzelliği ile kötülük normlarını muhteşem birleştiriyor Beckinsale. Hem çok güzel bir kadın, hem de bu filmdeki performansıyla zirveye oynuyor. Filmde Beckinsale, Quaid’in sahte eşini oynuyor. Aslında eşi rolünde Quaid’ın nöbetçiliğini yapıyor, o bir polis. Bir de asıl sevgili var. Bu direnişçi sevgiliyi Jessica Biel canlandırıyor. O sadece güzelliğiyle bu filme renk veriyor. Ne yazık ki oyunculuk olarak bir değeri yok performansının.
Savaşın Çiçekleri – The Flowers Of War / Yönetmen: Yimou Zhang
Savaşın Çiçekleri Çin kapitaliyle çekilen bir film. Çinli ve Honkonglu sanatçılar dışında başrolünde ünlü Batman Christian Bale oynuyor. Filmin konusu şöyle, Japonlar Nanking’i istila ettikleri sırada rahibe yetiştiren manastırın papazı vefat etmiş ve onun defnedilmesi gerekir. Mezar işlerini yapması için gelen görevli John Smit (Christian Bale) Japon askerlerinin yaptığı baskın sırasında genç rahibe öğrencileri kurtarmak için papaz kılığına girer. Askerler giderler ama döneceklerdir. Bu arada şehrin en ünlü genelevinin kızları da manastıra sığınır. Tahta kapıların ardında tecavüz etmek için Japon askerleri beklerken iki kadın gurubu farklı bir hesaplaşmayı yaşarlar. John Miller ise hem içerdeki mücadelenin hem dışardaki trajedinin önemli bir oyuncusu olmak üzeredir.