Mirastan Men Edilecek Kadar Kötü!
80’ler aksiyon sineması açıkta bırakılmış bir elma şekeri gibi… Aradan geçen 30 yıldan sonra bile üşüşen sinek çok oluyor. Bu hafta izleyeceğimiz tamamen gişe kaygısıyla yapılmış Bourne’un Mirası da işte böyle bir film! İlk defa 80’ler video furyasında karşımıza çıkan Robert Ludlum romanlarını modern sinemaya etkileyici bir şekilde geçirmeyi başaran yönetmen Paul Grengrass ve Jason Bourne rolüne çok yakışan Matt Damon’u kaybettikten sonra yapımcıların elinde kalan tek seçenek, ajanlar dünyasına dalıp torbadan kim çıkarsa çekmek. Amaç: Bourne serisine mesafeli bir şekilde iliştirebilecekleri ancak macerayı asıl kahraman üzerinden devam ettirebilme ihtimaline karşın ileride tamamen unutabilecekleri bir yan karakter kurgulayıp filmi çıkarmak, Bourne ismiyle bilet satarak hap yapmak, para kazanmak… Bu macerada daha önceki filmlerin ortak senaristi olan Tony Gilroy yönetmen koltuğuna da oturuyor. Son dönem aksiyon sinemasının ısrarla öne çıkarılmaya çalışılan yıldızı Jeremy Renner ise Ajan Aaron Cross rolünde karşımıza çıkıyor. Rol için doğru seçim gibi durmuyor, Mickey Rooney’i andıran sevimli bir suratı var. Onu beyazperdede her gördüğümde kas çalışmış bir Elmer (Looney Tunes çizgi karakteri) izliyor gibi oluyorum. Jeremy Renner’ın bundan daha ileriye gidecek potansiyeli olduğunu sanmıyorum ama Edward Norton ve Rachel Weisz’in bu filmde ne işi var bilemedim! Film, Youtube’a düşen görüntüler yüzünden deşifre olma ihtimaline karşı vazgeçilen bir istihbarat projesinden ve itlaf edilen ajanlarda açılıyor. Bu kısmı hiç inandırıcı bulmadığımı belirtmeliyim. Sen kalk, binbir zahmetle bir sürü elit ajan yetiştir sonra da “youtube’da görüntüler var, foyamız meydana çıkacak” diye korkup hepsini yok et. Ciddi olamazsınız! Bu projenin ‘askerleri’ bildiğimiz sıradan insanlar değil, genetikleriyle oynanmış ve hormon dengeleri yeniden düzenlenerek birer ‘üstün savaşçı’ haline getirilmişler ama her gün almaları gereken yeşilli-mavili hapları var. Tüm ajanların işi bitirildikten sonra sona kalan tek kişi olan Aaron’un ve hapların üretildiği laboratuvarda çalışan bir doktorun peşine düşen CIA, kendi yarattığı bu ölüm makinesini durduramayınca iyice zıvanadan çıkarak daha piyasaya sürülmemiş bir ajan projesinden (LARX) arkadaşları devreye sokuyor vs. Artık izlemekten fenalık getiren “tavşan kaç, tazı tut” tarzı bir tekno maceraya daha var mısınız? Açıkçası, 20-30 yıl önce yapıldığı kadar etkileyici değil bu numaralar… Kahramanlarımız oradan oraya kaçarken son teknolojiyle donatılmış bir üssün içindeki-her şeyi devlet için yapan-‘kötü adamların’ anlık takip yapıp sağa-sola emirler yağdırması… Etkilenmiyoruz çünkü bunlar çok eski, çok bildik şeyler artık! Hollywood yapımcılarının elinde kocaman bir mikser var. İçine 80’lerden, 90’lardan tutmuş ne varsa doldurup karıştırıyorlar ve fiyakalı bir bardağa koyup önümüze sürüyorlar. Evrenin Askerleri, Die Hard, Terminator 2 ve hatta doğada hayatta kalma sahneleriyle İlk Kan… Bourne’un Mirası kendi doğasına uygun hareket etmek yerine tüm bu filmlere özeniyor. Deyim yerindeyse; mirası reddediyor! Tony Gilroy, T2’nin daha filmin ortasına gelmemişken izlediğimiz motosikletli kovalamaca sahnesinin çok daha sıkıcı olanını ‘muhteşem final’ diye yutturmaya kalkınca da seyirci oldukça tatminsiz bir şekilde kalkıyor koltuklarından… Sinemanın önüne kadar gidip son çare bu filme bilet aldıysanız yapacak bir şey yok. Aslında Bourne filmi izlememiş bir bünye keyif bile alabilir ancak ortada sevdiğimiz Bourne serisine ait bir miras falan yok biline! Hollywood’un hep yaptığı, iyi pazarlayıp para kazandığı ama seyircinin “izlemesek ne kaybederdik?” dediği sıradan aksiyonlardan biri daha…
Murat Tolga Şen