‘Daha iyi bir hayat” ne ki; İşçisin sen işçi kal!

ALPER TURGUT

“Daha İyi Bir Hayat” (Une Vie Meilleure – A Better Life), yoksulun güzel bir gelecek düşünün, bela ve cezayla karşılık bulmasını resmediyor, fakirsen, miras yemiyorsan, kenarda paran yoksa, hani ailen de yaşamıyorsa ve dostların ve arkadaşların senin gibi meteliğe kurşun sıkıyorsa, patron, banka, mafya kanını emecektir, iki kere iki dört… Kapitalizmin güçsüze yaşam hakkı tanımayan vahşi dünyasında, ayakta kalmaya ve yaşama tutunmaya çalışan, biti kanlının hor gördüğü sıradan insanlara dair içten, samimi ve duygu yüklü bir film bu, hiç kuşkusuz. Bölüşmek, paylaşmak, her koşulda bir arada kalmaya çabalamak… Parayla satın alınamayan şeyler aşkına ve lanet olası sisteme inat, seyredilmeli…

Cedric Kahn’ın geçen yıl çektiği Fransız filmi Daha İyi Bir Hayat, aynı sene aynı adla Chris Weitz tarafından kotarılan ABD işi yapıma öyle çok benziyor ki… ABD’li Daha İyi Bir Hayat filminde Demian Bishir, kendisine Oscar adaylığı getiren hayata karşı savaşan baba performansıyla, aklımızda ve yüreğimizde yer etmişti, bizim anlattığımız Fransız yapımda ise meşhur Guillaume Canet, sevdiği kadının çocuğuna babalık yapan adam rolünde resmen döktürüyor.

Daha İyi Bir Hayat filminde Guillaume Canet dışında Leila Bekhti, Slimane Khettabi ve Abraham Belaga da var. Lübnanlı göçmen bir anneyi canlandıran Cezayir asıllı Leila Bekhti, vasatı hayli aşıyor. Ancak doğruya doğru, filmdeki en iyi oyunculuk performansı küçük Süleyman’ın (Slimane Khettabi)… Yer yer komik, çoğu zaman trajik bir film Daha İyi Bir Hayat, elbette iyi yanları olduğu kadar, kötü yanları da var. Kopukluklar, uzama, uzatma, sündürme hissi, senaryoya dair bazı eksiklikler gibi… Ancak genel toplamda, mücadele azmi, direnme güdüsü, aile olma arzusu, bizim Yeşilçam’ın o saf ve dürüst dünyasından esintiler taşıyor, bir bakıma… Hani der ya Nazım; “Büyük insanlığın toprağında gölge yok, sokağında fener, penceresinde cam, ama umudu var büyük insanlığın, umutsuz yaşanmıyor.” İşte öyle bir şey!

Okul kantininin bıçkın aşçısı Yann, bir lokantada çalışan güzel Nadia’ya abayı yakar. Nadia, oğlu Süleyman ile yaşar, Yann’da onlara katılır. Kahramanımız Yann, doğru vaktin geldiğini ve artık aile kurmak gerektiğini düşünmektedir. Taşrada bir restoran açma, şeflik yaparak daha iyi bir hayat sürme fikrine saplanıp kalır. Peşinden anayı ve oğlunu da sürükleyecektir. Borçlanarak mülke sahip olurlar, lakin dükkanın açılması için 20 bin avroya daha ihtiyaç vardır, haliyle faizler birikmiş, kredi tükenmiş, bankalar onları kara listeye almıştır. Bu fırtınalı günlerde, büyük aşk da zedelenir, çift kavga eder, Nadia oğluyla birlikte karavanı terk eder. Sonra gri günler yerine kara günlere bırakır, Nadia, Süleyman’ı Yann’a emanet eder, Kanada’ya çalışmaya gider. Evladını bir süre sonra oraya aldıracaktır. Ama Nadia, sırra kadem basar, ondan haber alamayan Yann, Süleyman ve borç batağıyla baş başa kalır. Mafya da girmiştir hayatlarına, artık çember giderek daralmaktadır. Oysa Süleyman’ı annesi terk ettiyse, Yann da terkedebilir. Hayır, asla! Kimsesiz bir çocuk olarak büyüyen, yetiştirme yurdunda kalan Yann, Süleyman’a babalık yapacaktır. Hem belki de, daha iyi bir hayat, zalimlerin dünyasında daha iyi bir insan ve güçlü bir vicdan olarak kalabilmektir.

Alper Turgut
Alper Turgut, Adana’da doğdu, üniversitede gazetecilik okudu. Uzun seneler, çeşitli gazetelerde çalıştı, farklı alanlarda görev yaptı, sendikacılıkla uğraştı. Sonra bir gün (Haziran 2006), şans eseri, çocukluk aşkı sinemaya bulaştı, işte o tarihten beridir, filmler üzerine düşünmeyi, konuşmayı ve yazmayı sürdürüyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.