Bu ayki köşemizi “Minberden Renkli Düşler” adlı öğrenci belgeselinin yönetmeni Halit Cihan Şengezer’e ayırdık.
Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?
Sinemayı çok seven biriyim. 18 Nisan 1991 de Gaziantep’te doğdum. Küçüklüğümde çizgi filmlere olan ilgim yaşım ilerledikçe sinemaya yansıdı. Kendimi ifade etmek için kullanabileceğim, bana en yakın gelen şey sinemaydı. Merak ettim, sevdim, ben de sinema yapmak istedim. Şu anda Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümü 3. Sınıf öğrencisiyim.
Senin için kısa filmin tanımı nedir?
Kısa film, sinematografik araçları kullanarak bir şeyler anlatmak, başka bir dünya kurmaktır. Bazıları uzun metrajlı filme geçiş yapmada bir basamak olarak görüyor ama ben buna katılmıyorum. Elbette kısa film tecrübe kazandıracaktır ama sadece tecrübe kazanmak, ismini duyurmak amacıyla kullanılması bana yanlış geliyor. Kısa film de sinemadır, tek farkı kısa olması.
Kısa filmi bir araç olarak mı görüyorsun? Yoksa söz gelişi bir 10 yıl sonra da, kısa filmler çekeceğim diyor musun?
Uzun metrajlı film çekmeden kendini yönetmen olarak kabul ettiremeyeceğin bir ülkede yaşıyoruz. Buna bir türlü anlam veremiyorum. Diğer ülkelerde kısa film çokça kullanılıyor. Uzun metraj çeken biri kısa metraj da çekiyor. Ben okuduğum üniversite nedeniyle ve doğduğum yer nedeniyle İstanbul’da bulunamadım piyasadan çok uzağım. Okul bitince kendimi “kurtlar sofrası” denen film piyasasına atacağım. Karşıma neler çıkacak neler yapabileceğim çok merak ediyorum. Eğer ileride kısmet olursa uzun metraj çekmek isterim ama kısa metraja sırtımı dönmem.
Belgesele bakış açından bahsedebilir misin? Neden belgesel?
Belgesel bizim ülkemizde sadece festivallerde ve kimi zaman televizyonlara ceza olarak yayınlatılan eserler. Ülkemizde hala belgesel mantığı oturmadı. Çevremdekilere ben belgesel çekeceğim dediğimde “Neyi çekeceksin? Hayvan belgeseli mi çekeceksin.” gibi cevaplar alıyorum. Ülkemizde olan biten şeyleri anlatmakta, ülkemizin güzelliklerini göstermekte yani aklımıza gelen her şeyi anlatmakta belgeselden daha iyi bir anlatım aracı var mı?
Minberden Renkli Düşler’den bahseder misin? Neyi anlatıyor?
Bir öğrenci belgeseli Minberden Renkli Düşler… Günümüzde insanların aklında bir din adamı profili var. Bu profilden dışarı çıkan imamlar ayıplanıyor. Medyada böyle olaylara şahit oluyoruz. Bizim belgeselimizde resim ve heykelle uğraşan bir imam var. Evinin arkasındaki mağarasında bir sergi salonu var ve kendi yaptığı sanat eserlerini orada sergiliyor. Biz bu belgeselde bir din adamının sanatla uğraşabildiğini göstermeye çalıştık, ne kadar başarılı olduk orasını bilemem.
Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa filme, belgesele ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?
Kendimden örnek vereyim. Kısa filmlerimi ve belgesellerimi fotoğraf makinesiyle çekiyorum. Bundan iki yıl kadar önce 1995 yılında alınmış kameralar kullanmak zorundaydık. O kameraları da bulabilmemiz çok zordu. Diğer arkadaşların çekimi olurdu, hocalar vermezdi falan filan. Şimdiyse kendi fotoğraf makinemle çok iyi çekimler elde edebiliyorum. Farklı objektifler kullanabiliyorum. Hızla gelişen teknoloji sayesinde filmler estetik açıdan iyi olmaya başladı. Ucuzlaması sayesinde herkes bu teknolojiyi elde edebilmeye başladı. Bu da kısa filmciler açısından sevindirici bir durum. Ancak hızla gelişen bu teknolojiyi takip etmek çok zor. Her gün yeni bir kamera çıkıyor. Bana göre bir filmi çekmek için illa ki son teknoloji kameralara pahalı ekipmanlara gerek yok. Eğer bir şey çekmek istiyorsanız elinizdeki ekipmanlarla çekin.
Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler? Hangi oyuncularla çalışmak isterdin?
Stanley Kubrick en sevdiğimdir. Martin Scorsese, Alfred Hithcock, Wolfgang Petersen, David Lynch sinemasını sevdiğim yabancı yönetmenlerden. Yerli yönetmenlerden Nuri Bilge Ceylan ve Reha Erdem’i beğeniyorum.
Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler
söylemek istersin?
Film festivallerinin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu benim gibi kısa filmciler için sevindirici bir durum. Filmini bir jüri karşısına çıkarabiliyorsun, insanlara izletebiliyorsun. İsmini duyurabiliyorsun, ödül alıp bunu diğer filmlerin için kullanabiliyorsun. İnsanlar artık yavaş yavaş kısa filmi sevmeye başladı, festivaller sayesinde. Ancak kısa filmcilere gereken önemin verilmediği kanaatindeyim. Bir arkadaşım çektiği kısa filminden 30 a yakın festivalde finale kaldı, ödül aldı ancak şu an piyasaya gidip çalışsa kablo taşır. Film çekmek istese yapımcı bulamaz… Festivaller kısa filmcilerde destek sağlıyor ama bu tek başına yeterli olmuyor.
Peki belgesele yeteri kadar değer veriliyor mu sence?
Verilmiyor… Belgesel sinema olarak kabul edilmiyor neredeyse. Yapımcı, sponsor bulmak çok zor. Sinema salonlarının belgesele kapısı kapalı.
Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…
Hayatımı sinemayla uğraşarak devam ettirmek, sinemadan ekmek kazanmak istiyorum. En çok istediğim şey iyi bir filmin içinde görev almak ve filmin sonunda ismimin geçmesi.