Ölçülü dram, yerinde mizah!
Oyuncu Seth Rogen, yapımcı Evan Goldberg ve senarist Will Reiser, 20’li yaşların başından beri birlikte iş yapan üç isim… Komedi dizisi Da Ali G Show’dan beri birbirini tanıyorlar. Arkadaşlıkları ve yaptıkları iş gayet yolundayken, küçük bir pürüz ortaya çıkıyor; Sürekli hastalanan ve yorgun gözüken senarist Will Reiser’la mütemadiyen dalga geçen Rogen ve Goldberg, talihsiz bir gerçekle karşılaşıyor… Will Reiser bir gün işe gelip, en yakın arkadaşlarına kanser olduğunu söylüyor.
Giriş paragrafını filmin konusu sanmış olabilirsiniz. Ama değil. Sadece “Şansa Bak”ın çıkış noktası olan gerçek bir hikaye… Rogen, Goldberg ve Reiser üçlüsünün gerçek hayat hikayelerinden yola çıkan film, hayata ve umuda dair bir güzelleme…
Gelelim filmimizin konusuna… Adam Lerner’ın gayet güzel bir hayatı vardır: seksi bir ressam sevgilisi, sağlam bir dostu ve mükemmel işiyle, 27 yaşındaki Adam’ın hayatında her şey yolunda gibidir. Ancak dinmek bilmeyen sırt ağrılarından mustarip olunca, muhtemelen ölümcül ve ender rastlanan bir tür kanser hastalığına yakalandığını öğrenir. Belkemiği boyunca gelişen, büyük ve kötü huylu bir tümör hayatını bir anda değiştirir. Arkadaşlarla kahve içmenin yerini kemoterapi klinikleri, sergi açılışlarının yerini psikolojik terapi seansları ve gelecek planları da hayatta kalma stratejilerine bırakır yerini. Onun bu bıçak sırtı yaşamında en büyük destekçileri ise dostu Kyle ve psikologu Katherine olacaktır.
Sigara içmeyen, alkol kullanmayan, bir kazaya kurban gitmemek için ehliyet alıp araba kullanmaktan bile sakınan Adam kanser olduğunu öğrenince dünyası yıkılmıyor. Ölme ihtimaline karşılık, hastalıktan kurtulup yaşama ihtimali de var. Yani filmin orijinal adında olduğu gibi şansı % 50… Ama onu hayata bağlayan (her ne kadar kendi çıkarları da işin içine girse de) sevdikleri! var. Eşinin Alzheimer hastalığıyla uğraşan dırdırcı ve bunaltıcı bir anne, Adam’ın kanser olduğunu öğrendikten sonra onu terk etmeyen ama kendi ruh halini boğmamak için Adam’ı gözünü bile kırpmadan aldatan bir sevgili, Adam’ın hastalığını kullanarak hatun götürmeye çalışan bir sıkı dost ve de Adam gibi bir hasta üzerinde deneyim kazanmaya çalışan bir psikolog…
Filmin kuşkusuz en önemli başarısı Adam’ı canlandıran Joseph Gordon-Levitt’in performansı. Başına gelen bu talihsiz olaya % 50’lik bir iyimserlikle yaklaşan Adam’ı canlandırırken belli ki kendinden çok şey katmış. Bunun yanı sıra sahneler arası geçişte müzik kullanımının çok başarılı olduğunu da eklemeliyim. Senaryonun en zayıf yanı ise Adam ile çevresindeki herkesin arasındaki bağın derecesinin iyi aktarılamaması kanımca. Annesi, en yakın dostu ve hatta sevgilisiyle arasındaki ilişkinin boyutlarını anlamakta biraz güçlük çekebilirsiniz.
“Şansa Bak” ölçülü dram ve yerinde mizahın muhteşem uyumu… İyi işlenmiş, ajitasyona gerek duymadan, hayatın acılarını nasıl absorbe edileceğine güzel örnekler sunan “Şansa Bak”, tam bir “Hayallerini erteleme, anı yaşa!” filmi. Umutla beslenenlere, içindeki umutları hiç söndürmeyenlere, ya da bu tarz insanlara imrenenlere layık…