Bu Son Olsun 12 Eylül’e mizah tarafıyla bakan, sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde zaten evsiz olan ve sokağı evi belleyen insanların ‘içeri’ alınmaları sürecini ve sonrasında yaşananları anlatıyor. 12 Eylül geride bir hesaplaşma malzemesi olarak bekliyor, bu kez Orçun Benli gidip hesaplaşıyor onunla! Bu Son Olsun’u Benli ve filmin oyuncusu Orhan Eskin ile konuştuk…

Banu Bozdemir

Öncelikle neden böyle bir öykü?
Evsizler sonuçta her zaman ve her ülkede var. Acaba 12 Eylül ya da 12 Mart’ta ya da sokağa çıkma yasağı ilan edildiği bir zamanda evsizlere ne oldu acaba diye düşündük. Zaten evsizler. Onlara neler yapmıştırlar diye düşünerek…

12 Eylül tarih olunca öykü de farklı bir anlam kazanıyor tabii…
Simgesel bir anlamı var, büyük bir organizasyon 12 Mart gibi değil. Bugünü şekillendiren bir süreç. Bir de komedi yapmaya karar verdik, çünkü yaşananlar bize komik geldi. 12 Mart daha dar ama sert bir operasyon. Ama 12 Eylül’dekiler o kadar ahmaktı ki… Ve de çok geniş bir alana yayıldı komedi çok çıkmış oralardan. Bir yerde dinliyorsun ya da okuyorsun. Mesela bizim yüzbaşının adı Kenan Kainat. Bir gazeteci Aziz Nesin’e soruyor bir gün. Biliyorsunuz müfredatta değişiklikler var diyor. Devrim kelimesi İnkılap oldu, Evren kelimesi de Kainat oldu diyor. O da bunun üzerine Evren Paşa’ya bundan sonra Kainat Paşa’mı diyeceğiz diyor. Biz de o yüzden Kenan Kainat yaptık, onun gibi takılıyor biraz da junior gibi.

O dönemin tiplemeleri size biraz yol gösterici olmuş anlaşılan…
Birebir değil ama o dönem karakterlerini andıran bir sürü tipleme var. Aziz Nesin’in Zübük kitabındaki tipler gibiler. Zaten evsizler cezaevine girdiklerinde de yönetimde büyük bir koltuk davası var. Asker gelince müdürün tahtı sarsılıyor, o da rahatsız oluyor. Müdür de badem bıyıklı zaten. Adı Hızır, o da Hızır paşa olmak istiyor. Gardiyan Cafer ‘in gözü de müdürün koltuğunda. Bunu fark eden evsizlerin başındaki Yaşar, ortamı daha gazlıyor, herkesi birbirine düşürmeye başlıyor.

Cem Karaca’nın ‘Bu Son Olsun’ parçasının ilham noktası nerede filmde?
Parça bizi etkiliyordu hep. Dönem içinde istenmeyen bir sürü şey olduğu için finali de biraz dramatik bitiyor. Ama ağlatmak gibi bir derdimiz yok, ağlamayacaklar da zaten. Doğarken ağladığı için insan öyle ironik bir hali de var.

Genelde kapalı mekanda mı geçiyor film? Seyirci ilgisi gibi durumları düşündünüz mü?
Otuzuncu dakikadan sonra içeri giriyorlar. Üçte biri dışarıda, üçte ikisi içeride geçiyor. Onu çözmek için bir iki şey vardı. Bir kere metin çok rahatlatıcıydı. Zaten o kadar adamı bu kadar bütçesiz bir işte bir araya toplamanın nedeni benim kara kaşım gözüm değil. Hepsi senaryoyu sevdi. Bir kısmı arkadaşım zaten. İkincisi de mekan seçimiydi. Üç ayrı cezaevi kurduk. Bakırköy’deki cezaevinin sadece içini kullandık, avlu için Toptaşı Cezaevi’ne girdik. Biraz zor oldu, tarihi eser dokunamıyorsun falan. Çok iyi bir avlusu var oranın ve daha önce de kullanılmadı bildiğim kadarıyla. İdareyi de Beykoz’da kurduk. Klostrofobik olmadı yani…

Şu an ki filmlere baktığımızda 80’lerle bir hesaplaşma da var, bir yandan da Kürt filmlerinin yoğunluğunu görüyoruz. Politik eksen olarak 80’lere neden yöneldin?

Ben popülist değilim çünkü. 12 Eylül’le ilgili çektin nasıl popülist değilsin derlerse ben asker üzerinden gitmedi derim. Askere vurmak çok kolay. Sevdiğim ya da savunduğum için söylemiyorum ama on yıl önce bunları yapıyor olsalardı eyvallah derdim. Ama 28 Şubat’ta bu arkadaşlar şapkalarını alıp kaçmışlardı. İki tarafı da savunmuyorum, ikisi de yolum değil. Kemalist bürokrasi tavsiye ediliyor şu anda, bir tarafta neo İslamcı liberaller. Ben onların it dalaşını izliyorum. 12 Eylül bunları yaratan olduğu için hesaplaşıyoruz. 12 Eylül’de bu arkadaşların burnu bile kanamadı, devrimcileri tankla ezip geçtiler. Bir kuşağı yok ettiler. Bir parça MHP’lilere de bedel ödettiler. 80 – 84 arası en fazla imam hatip açılan yıllar olmuş, cunta dönemi. Kimsenin hesaplaştığı yok. O yüzden beş lümpenin gözünden anlatıyoruz. Bir taraftan biz bürokrasiye saldırdık. Müdürün badem bıyıklı olmasının falan nedeni o.

Beş karakter var filme yön veren, nedir onların özellikleri?
O beş karakter Türkiye halkını temsil ediyor. Apo öfkeli bir karakter. Çingene. Obasında atılmış, babasız büyümüş o yüzden öfkeli. Volga’nın oynadığı Cevat Kürt. En ufakları o. Volga’nın en farklı rolü bu diyebilirim bugüne kadar oynadığı. Cevat dilsiz. Yani Kürtçe konuşulmadığı için konuşmuyor. Ferit’in oynadığı kovboy Adanalı bir karakter. Adana’dan Yılmaz Güney’i bulmak bir de oyuncu olmak için geliyor. Bir türlü denk gelemiyorlar. Ertuğrul karakteri Ufuk Bayraktar’ın oynadığı şans oyunları satan birisi. Yaşar da Egeli bir balıkçı ailenin oğlu. Mustafa Uzunyılmaz oynuyor. Rum kızına tutulan bir adam. Pragmatist beş tane adam, 12 Eylül gerçeğiyle ve içeride çocuklarla karşılaşıyor ve onlara yardımcı olmaya karar veriyorlar.

Minimal da çekmedin?
Ritmi zaman zaman düşük filmimin. O anlamda eleştiri de gelebilir ama ritmi artsın diye planları kesmek de bana doğru gelmedi. Ben Ertem Eğilmez’i referans alıyorum. Biraz ona öykündüm falan. İzleyenlerden onun sıcaklığı geliyor. Samimi olsun, tek isteğimiz buydu. İzleyici için çekiyorum, kendim ya da ailem için çekmiyorum ben bu filmi. Filmde keskin yerleri de var komedi olmasına rağmen. MHP’lileri biraz farklı çizdim. Filmde dört tane MHP’li var ve Daltonlar bunlar. MHP’liler olmalıydı ama Haluk Kırcı, Abdullah Çatlı gibi tipleri koyamazdım ya da onun muadillerini. Telle adam boğmuş birinden mizah çıkmaz. Kenan Evren’den çıkar ya da başka bürokratlardan. Akıllarınca iyi bir şey yaptıklarını savunan, biraz ahmak ve Moskof düşmanı olduklarını söyleyen tipler onlar da. MHP’yi koymadan olmazdı. Bizim evsizler de pragmatist oldukları için bir gün MHP’lilerde bir gün de devrimciler de yemek yiyorlar. Türkiye halkı da öyle. Bir makarna ve kömüre oy veren insanlardan ne olur? 1 Mayıs Mahallesi, Küçük Armutlu gibi yerleri kuran devrimcilerdi ama halk bunları çoktan unuttu.

80’ler atmosferi politik olarak tabii, tekrar yakalanabilir mi sence?
Yakalanacak zaten. Tarih bunu emrediyor çünkü. Sosyalizm gelecek. İlla sağ sol çatışması da olacak o esnada. Bu sefer 80’ler gibi olmaz ama ne zaman olur bilemem. Bunu ben söylemiyorum, bilim kitapları söylüyor. Şili, Bolivya, Venezüella. Latin ülkelerinin büyük bölümü sosyalist adayların seçildiği ülkeler. Ben geleceğine inanıyorum.

Engin Altan Düzyatan’ı farklı bir rolle izleyeceğiz sanırım. Jön yaratılmaya çalışıyor ondan…

Evet ben onu kırmak istedim. O yüzden bıyık bıraktırdık, saçlarını üç numara yapmak istedik ama başka bir projesi vardı yapamadı. Hepsi boş olsaydı tipleri daha farklı olacaktı. Ama Altan çok memnun kaldı. Çok iyi motive oldu, herkes çok iyi oyuncu çünkü. Oradan da bir artısı oldu. Altan’ın bana göre en iyi performansı. Keza Hazal (Kaya) için de öyle. Serdar Orçin, Engin Alkan, Bülent Çolak ve diğerleri hepsi hepsi çok iyiydi.

Filmde komedinin yanında başka neler var seyirciyi çekebilecek?
Kara komedi yapıyorsan şiddetin pornografisini koyamazsın. Ben nasıl Haluk Kırcı’dan komedi çıkaramıyorsam. Darbe yönetimini yeren, mahkum eden bir film. O çok net, tabii mizahla mahkum ediyor. Aziz Nesin’in çekilen hikayelerinde olduğu gibi ya da Muzaffer İzgü’nün hikayelerinde olduğu gibi. Biz de o pencereden baktık. Kuğulu Park hikayesi vardır, kuğular günlerce kravatla gezmişler parkta. Şimdi bu komik yani. ‘Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü ‘parçası da yasaklanıyor, örgüt propagandası diye. Komik işte bunlar. Kağıttan kaplan onlar biz de öyle gösterdik. Bunu da sinemayla yapıyoruz.

Umarım izleyicisi bol bir film olur… Bir filmin içine sinmesi çok önemli galiba değil mi?
Aynen çok önemli. Festivallerde ödül alıp almaması umurumda değil, Festivallere göndereceğim ama insanlara ulaşsın diye tabii. İstanbul Film Festivali’ne başvuracağız. Yurt dışında üç tane festivale gidecek.

Ama aman aman festival kaygım yok. Beni zaten o tarz filmlerle aram iyi değil. Godard ve Tarkovski’yi zorla izletirlerdi. Herkesin farklı bir zevki var onu biliyorum, sanatsal bir değeri vardır mutlaka ama sübjektif zevkler onlar bana göre. Ben Transformers’ı daha çok seviyorum. Ken Loach gibi politik filmler çeksinler tamam derim, hastasıyım. Uzun sahnelerin bir amacı olmalı. Sinemaya bir ihanet olduğunu düşünüyorum bu tarz sahnelerin. Saçma sapan komedi filmleri de seyirciyi uzaklaştırıyor. Sonra da arada kalan filmlere olan oluyor, patlıyor onlarda. Reha Erdem, Onur Ünlü bunlar iyi yönetmenler ama onların filmleri de iş yapmıyor. Çok ilginç. İzlenirse hemen ikinci filmimi yapacağım.

Nedir peki ayrıntıları?
Eray Özbal, Nuri Alço ve Tecavüzcü Coşkun’la film çekeceğim. Fantastik komedi olacak. Kafa olarak 80’lerde kalmış üç tipi anlatacağım. Çaptan düşmüş üç tipe kadınların hakim olduğu bir dünyayı bir güzel gösterteceğiz. Başrolde de bereket tanrısı var.

Kolay gelsin o zaman.

Teşekkürler…

Orhan Eskin (Apo)

Filme nasıl dahil oldunuz ve rolünüz nedir?
Orçun (Benli) benim arkadaşım zaten. Rolden filme bir hafta kala haberim oldu. Çünkü başka bir oyuncu arkadaşımız oynayacaktı onun işi çıktığı için ben dahil oldum. Filmde Apo’yu oynuyorum bu beş evsizden biri. Kendisi Roman. Filmimiz kara mizah bizim Apa’da asimile olmuş bir Roman.

İlk sinema filminiz mi?
Daha önce ufak tefek rollerde oynadım. Hokkabaz ve Ali’nin Sekiz Günü’nde çok ufak rollerim vardı. En Son Bu Toprağın Çocukları filminde bir sahnede rol aldım. Köy enstitülerini anlatan bir film o da.

Tipik bir Roman değil diyorsunuz ama Apo karakterini nasıl ortaya çıkardınız?
Romanların tipik özelliği h’leri kullanmazlar, hazıra ‘azır’ falan derler. Bizde arada h’leri kullanmadık, ağızdan öyle kaçırdık gibi yaptık. Bu evsizlerin başında Şirin Baba vardı. Apo karakteri en sinirli olanı. Bunları dikkate alarak bir tipleme yaratmaya çalıştım.

Filmin politik bir ekseni var. Siz bu seksenler eksenindeki hesaplaşmaya nasıl bakıyorsunuz?
O dönemi nasıl sorgulamam gerektiğini bilmiyorum. O ihtilal belki onlar için gerekliydi, belki bizim için de gerekliydi. Ama çok saçma sapan kayıplar verildi, faali meçhuller var. Kaybolan ve bulunamayan insanlar var. Yerinde ve dozunda yapılmadığı için bizim ülkemizde her şey maalesef saçma sonuçlar doğuruyor. Seksenlere bakıp birçok şeyi irdelemek gerekiyor mutlaka. Böyle filmler de yapılmalı. O dönemlerle ilgili yapılan filmlerden farkı komedi olması. İşkencelerin olduğu bir film değil. Ama kendi içinde çok duygusal ve dramatik sahneleri de var.

Kendinizi izlediniz mi? Neler hissettiniz?
Tamamını izlemedim. Tamamını izlemedim ama ben kendimi izleyemiyorum, yabancılaşıyorum. Herkes olmuş ama sen olmamışsın diyorum. Kadromuz çok iyiydi ama Engin Alkan uçurdu mesela. Volga Sorgu, Engin Altan, Serdar Orçin hepsi çok iyiydi. Setimiz iyiydi, sanki yıllardır sokakta beraber yaşıyormuş gibiydik. Mustafa abi (Uzunyılmaz) ile çok iyi paslaştığımızı düşünüyorum mesela.

Bu filmden sonra daha fazla sinema filminde rol alma isteği oluştu mu?
Bizim ülkemizdeki durumu biliyorsun, birden çıkar birden inersin. Benim için çok önemli değil, çünkü bir şekilde hayatımızı idame ettiriyoruz. Güzel ve doğru projeler geldiği sürece olurum ama içime sinmeyen işlerde rol almam. Ben ikna olduktan sonra oynarım o filmde.

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.