MURAT TOLGA ŞEN
Filmin adı: Bu Son Olsun… Ben de yazıya manidar bir giriş yapacak olursam, bu, hevesle yapılmış fakat dikkatsizce kotarılmış ‘ilk’ filmler artık bir son bulsun!
Filmin kağıt üzerinde eğlenceli ve ilginç bir konusu var: Yaşar, Apo, Kovboy Ali, Cevat ve Ertuğrul kendilerine Balat semtini mesken tutmuş beş evsizdir. Hayattaki tek gayeleri, karınlarını doyurmak ve en büyük tutkuları olan şaraptan bir gün bile olsun ayrı kalmamaktır. Sokaklarda yaşayan bu beş evsiz bir dizi yanlışlıklar komedisi sonucu kendilerini siyasi mahkûmlarla birlikte aynı cezaevinde bulurlar. Bu keşmekeş Yaşar ve arkadaşları için iyi bir fırsattır ve bu fırsatı değerlendirip kendilerine rahata erdirmeyi bilirler. Ancak zamanla içeride yaşananlara gönlü elvermeyen Yaşar, dışarıdan da tanıdığı mahkûmları kurtarmak ve duvarların birbirlerinden ayırdığı Sinan ile Lale çiftini tekrardan kavuşturmak için bir plan yapar.
Anlaşılan o ki, yönetmen Orçun Benli epey kalabalık bir oyuncu kadrosunu toplamış ve bir dönem filmi çekmeye karar vermiş… 12 Eylül’ü taraflar üzerinden değil de apolitik tanıklar üzerinden anlatmayı seçmiş ve bunun için de sokaklarda yaşayan kimsesizleri tercih etmiş… Konu, oyuncular, niyet hepsi iyi de işte akibet biraz farklı olmuş.
Öncelikle filmin oturmuş bir dramatik yapısı yok… yani yönetmen komedi mi yoksa bir dram mı çekmek istediğine bir türlü karar verememiş. Film iki uca doğru serbest salınım içerisinde bazı sahnelerde iyice abzürtleşirken bazen de mendil ıslatan bir acıklı hale bürünmeye çalışıyor. Çalakalem yazılmış senaryo, doğal olmayan diyaloglarla hepten yaralı halde…
Filmin bana kalırsa tek yolunda giden tarafı oyunculuklardan ibaret… Hiç fena olmayan bir kast çalışması ve rolüne inanmış oyuncular sayesinde film yine de kendini izletmeyi başarıyor ama dediğim gibi, arafta kalma olayı burada da devam ediyor. Solcu mahkum Engin Altan Düzyatan’la hapishane müdürü Engin Alkan’ın o performanslarla aynı filmde oynadıklarına şaşırıyor insan… Biri son derece duru ve sade bir oyunla duygu vermeye çalışırken diğeri Charlie Chaplin komedilerindeki kadar jest, mimik yapma derdinde… Oyuncuların bu aşamada kendilerine verilen rolü ellerinden gelenin en iyisini ortaya koyarak canlandırmaya çalıştıklarına dair en ufak bir şüphem bile yok…
Ayrıca, “aklıma gelen ilk fikri hemen filme çekeyim” sorunsalı bu filme de bulaşmış… 90 dk boyunca izlediğimiz her şey inandırıcı olmayan fazla romantik bir final sahnesini hazırlamak için kurgulanmış ama ortada ilmik ilmik işlenmiş bir senaryo olmadığından finalin herhangi bir etkileyici tarafı da kalmıyor.
Amacım eğer okuyorsa filmi yapanların moralini bozmak değil elbette… Bilet alıp filme giren seyirci de üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri hissedecektir. Evet, film yapmak kolay değil ama iyi yapılmadığında seyretmekte çok zor geliyor insana… Lütfen, ilk film ama eğer kalanı da böyle olacaksa; bu son olsun!