SERDAR AKBIYIK

Türkiye’nin 90’lı yıllar gençliğini anlatan ilk film olan Aşk ve Devrim’in yönetmeni Serkan Acar bu filmi Türk solunun son 30 yılını anlatmayı planladığı üçlemenin ilk adımı olarak görüyor.

Türkiye sinemasında ilk defa 90’lı yıllar gençliğini anlatan Aşk ve Devrim’in yönetmen koltuğunda, Sonbahar filminin başarılı yapımcısı F. Serkan Acar oturuyor. Filmin başrollerinde Adana Altın Koza Film Festivali’nde Umut Veren En İyi Genç Erkek ve Genç Kadın Oyuncu ödüllerini filmde canlandırdıkları Kemal ve Leyla karakterleriyle kazanan Gün Koper ve Deniz Denker bulunuyor. Adana’da Jüri Özel Ödülü ve En İyi Sanat Yönetimi dallarında toplam dört ödül alan filmin yönetmeni F. Serkan Acar’la, 16 Aralık’ta vizyona girmeden önce Aşk ve Devrim’i konuştuk

Proje nasıl oluştu?

Yapmak istediğim bir üçleme aslında. Türkiye solunun son 30 yılına yakın plan kamerayı tuttuğum bir süreç olacak bu. 80 sonrasından itibaren 2010’lu yıllara kadar üç film olacak. Filmlerin hepsi hazır aslında. İkinci filmden başlamayı düşünüyordum. Uzun Yürüyüş ismiyle bir gerilla kızın dönüşünü anlatacaktım. Türk solundan gerillaya katılmış bir kızın gerilladan ayrılıp hayata tekrar katılması ve yaşadıkları… Bu aslında bir Türk sorunu. Yani Kürt sorunu Türk sorunudur aslında. Bu 80’lerin sonu, tam bizim üniversiteye girdiğimiz dönemdeki devrimci gençler üzerinden Türkiye’nin sorununu anlatan, sosyalizmin yıkıldığı kirli savaşın başladığı bir dönem. Türkiye’de sol hareketlerin darbeden sonra çıkıp ne yapıp ettiklerine dair bir film projesiydi bu. Kafamda bir öykü vardı, Serkan’ın da (Turhan) birkaç öyküsü vardı. Onların içinden bunu, Aşk ve Devrim’i yazdık. İkinci film Uzun Yol, üçüncü film de Red olacak. O da 2010’lu yıllarda geçen bir anarşistin hikâyesi olacak. Sistemin göbeğinde yaşarken birden sistemle bütün bağlarını kopartan 40 yaşlarında bir adamın hikâyesi. Bunların hepsi Türkiye sol hareketinde aktif rol oynayan insanların hikayeleri. Aynı kahraman değil ama birbirinin özelliklerini taşıyan alegorik simgesel yanları var. Aşk yönüne dönecek olursak… Fonda dünyadaki değişimi anlatıyoruz. Bu dönemdeki bir gencin aşk ve devrimle tutku ilişkisi. Fakat biliyorsunuz her tutkunun içinde bir çelişki olur ve bu da insanı ihanete kadar götürür. Filmin aslında ana teması ihanet. Bütün dünyada olan, insanlığa da bir ihanet… Birincisi yanlışları da olsa ütopyanın çözülüşü, ortadan kaldırılışı, insanların tamamen ütopyasız kalması. İkincisi düğümün Türkiye’deki çözülüşü. Üçüncüsü ise bireydeki, kişideki çözülüşü.

“Solcular bugünün en büyük kapitalistleridir” diye bir söylem vardır. İhaneti böyle de mi algılamak lazım yoksa dediğiniz gibi hepsi midir?

Böyle algılamamak lazım tabiî ki. İhanet bireysel bir edimdir. Bizim filmimizde de kimine göre ihanettir kimine göre değildir. Bu da ihaneti tartışmaya açan bir konudur. Ben filmin yönetmeni olarak bunu ihanet olarak görmüyorum. Oyuncuların bakışı bu. İranlı filozof Hafız’ın bir sözü vardır “Sen nasıl bakıyorsan dünya öyledir.” Bunu kimisi ihanet olarak görürken, kimisi de adamın yaptığının doğru olduğunu söyleyebilir. Filmde yaptığım en önemli şeylerden biri hiçbir karakteri idealize etmemek. 68-78-88 bu üç kuşağın arasındaki ilişkiyi de anlatıyor, kişilerin arasındaki meselelerden de bahsediyor. Bu kişilerin o zamanki duruma bakış açısını gösteriyor. Yani karakterlerde kahramanlık yaratmadım, idealize bir karakter yok. Tüm karakterler olduğu gibi, bütün açmazlarıyla yer alıyorlar.

Sanki hiçbir yere ait olmamaktan kaynaklanan bir sorun var. 68-78 kuşağına ait olmamak ve 80 sonrasında da ait olacak bir şey bulamamak. Biraz bunun etkisi olabilir mi söylediğiniz?

Filmde bahsettiğimiz dönem 80 sonralarında geçiyor. 20’li yaşların başında kişiler bunlar. 80 aslında sadece darbe değildi, neo-liberal dalganın tüm dünyayı etkisi altına aldığı ve en sonunda bir ütopyanın kapitalist dünya tarafından liberalizme ikame edildiği bir zamandı. İnsanların burada büyük bir kimlik karmaşası yaşaması çok normal. Ne kadar inançlı bir komünist de olsanız bundan kaçamazsınız çünkü izole bir toplumda yaşamıyorsunuz. Ben de mesela 1980 darbesinde 6 yaşındaydım İstanbul’a geldik. Ondan önce yasak olan bir sürü şeyin hepsinin serbest olduğu bir dönemdi. Sol anlatı içinde sizin büyük tecrübeleriniz, yöneldiği şey hep geçmişe referans verir. Bu anlamda bu film bu meselelerin etrafında gezinen bir film. Ama film genel ve basit olarak aşk ve devrimin Türkiye nesnelliğindeki imkânsızlığını konu ediyor.

Kast size mi ait?

Kast tamamen tanınmamış isimlerden oluşuyor. Bilindik isimler olarak Ayberk Pekcan ve küçük bir rolde Derya Durmaz var. Onun dışındakiler hep genç ve ilk kez kamera karşısına çıkmış isimler.

Tercihiniz neden böyle oldu?

İnandırıcılığa çok fazla önem veren bir insanım. Bir Sinem Kobal’ı ya da bir Nurgül Yeşilay’ı devrimci olarak oynatmam. Dört aylık bir kast dönemimiz oldu. Hepsi de tiyatro kökenli. Hepsi devlet konservatuarından oyuncular. Bir tek Canım Ailem dizisinde oynamış Deniz Denker var ama o da çok fazla bilindik bir yüz değil. Nefrin Tokyay var o da bir dramaturg yazarıdır aynı zamanda. Ferhan Şensoy’la daha önce oynamış. Bu ikinci filmi, ilk filmi Lütfi Akad’la yapmış.

Filmin başka festivale katılma durumu var mı?

Evet var. Yurtdışını da düşünüyoruz. San Sebastian’la görüşüyoruz ama henüz oradan bir sonuç gelmedi, umarım katılabilir. Açıkçası Avrupa festivallerinin filme ilgi göstereceğini düşünüyorum. Türkiye’de bizim çok bildiğimiz ama devletin, sıradan yurttaşın terörist anarşist olarak algıladığı insanları ve onların devrimci ve insani olarak faaliyetlerini anlatan yaşamlarına odaklanan bir film. Devrimciler bugüne kadar yan öğe olarak yer alıyorlardı filmlerde. Televizyon dizilerinde de bu böyle. Hep esas mesele başkaydı. Şimdi onların çatışmalarıyla, meselelere bakışlarıyla, en azından böyle bir niyetle bir film yapıldı. Zorlayıcı bir tarafı da var. Adamların mücadele ettiğini gösteren bir film. Arkadaşlarımıza da izlettik, aldığımız eleştiriler de oldu. Filmin müziklerini Kemal Sahir Gürel yaptı. Baştan mırın kırın etti ama ikna ettim. Çünkü o dönemin, Grup Yorum’un ruhunu iyi bilen birisi. Bir de filmde çok fazla müzik yok zaten o dönemin sanatçılarından Ahmet Kaya, Ezginin Günlüğü, Edip Akbayram gibi isimler var. Radyodan gelen müzikler hep filmin müzikleri. O dönemin güncel yaşamını anlatan adam akıllı bir sinema filmi yok. Ben çok beğenmesem de Bahoz’u (Fırtına) bir tek öyle gördüm. Aslında Fırtına’yla benim filmim arasında paralellikler var. Kazım’ın (Öz) filmi çok uzundu sarkıyordu ve çok mesele vardı. Ben merkeze tek bir şey alıp bir sendika direnişi üzerinden her şeyi anlatılıyorum.

Sinemaya baktığımızda, hayatta bir yer kaplayan mevzuların bir şey ürettiğini görüyoruz, dediğiniz konularda üretim yapılmamasının nedeni nedir?

Üretilmemesinin sebebi şuydu… Ben 68 kuşağını anlatan bir film yapmak için kendimi yetkin görmüyorum. Ama bunları yaşadığım, bildiğim için anlatabiliyorum. 78 kuşağını ben şu şekilde anlatabilirim, bizim ağabeylerimiz o kuşağın adamlarıydı. Biz aslında onları kendimize rol model alarak devrimci olduk. 68 kuşağındakiler o zaman iyi ailelerin çocuklarıydı. 78’de Anadolu’dan da katılanlar oldu. Bizim kuşağımız 89 ise en parlayan zamanı oldu. Aleviler ve yoksul ailelerden gelen insanlardı çoğunluğu. Bu insanlar yargısız infaz edilirken kıyametin kopmamasının sebebi annelerinin babalarının elit noktalarda, yüksek yerlerde olmamasıydı. Görmezden gelindi bu insanlar. Aşk meselesi de filmde önemli bir yer tutuyor. Filmde iki aşk var aslında. Birisi bizim kahramanımızın aşkı ve bu film boyunca anlatılıyor ve bir de ağabeyinin anlattığı aşk hikayesi var.

Kamera olarak ne kullandınız?

Filmi Alexa ile çektim. Kopyasını Almanya’da basacağım. Görüntü kalitesi daha farklı olabilir diye düşünüyorum. Alexa dijital bir makine HD hem de.

Bazı filmleri Canon’la çekiyorlar siz bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Ben teknolojinin ilerlemesinin film üretimine faydası olduğunu düşünüyorum. Ama önemli olan içeriktir. Biraz da yaptığınız projenin niteliğiyle ilgili bir şey. Kullandığınız enstrümanlar anlattığınız konu bunlarla bağlantılı. Çünkü biçim ve içerik birbirini tamamlamalıdır. Bunlar birbirini tamamlayan süreçlerdir. Yani tek başına Panasonic 35 mm ile çekmek değil mesele. Ama yenilik yarattığını düşünüyorum filmlerde.

Setiniz neredeydi ve çekimleri ne kadar sürdü?

İstanbul’daydı ve altı hafta sürdü. Karadeniz’de ufak bir çekimimiz oldu.

Filmin bütçesiyle ilgili ne söylersiniz?

Tüm kopyalarıyla birlikte 900-1000 arası bir şey olacağını tahmin ediyorum.

Yeni oyuncularla oynadınız ve bu filmle parlayacağını düşündüğünüz isimler var mı?

Hepsinin dikkat çekeceğini düşünüyorum. Özellikle yan rollerde Bedir (Bedir) ve Serkan’ın (Tınmaz) çok iyi performans gösterdiğini düşünüyorum. Rollerinin az olmasına rağmen bence oyunculukları dikkat çekiciydi.

 

 

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.