Rehin alınma üzerine bir dolu film var etrafta. Ama rehin alınmanın, zorla alıkonulmanın psikolojisi, baskısı ve bizde yarattığı derin sıkıntı üzerinden gidelim dedik. Benim en deriniyle daraldığım ve sonrasında bağlandığım filmlerden birisidir Funny Games. Hadi birini rehin aldın diyelim, hadi ellerini ayaklarını da bağladın diyelim ama sonrasında inceden inceye uygulanan o şiddet hali nedir diye sorası geliyor insanın! Rehin alınan insanların psikolojisinin peşindeyiz bu kez!
Banu Bozdemir
Funny Games / Ölümcül Oyunlar
Bana Michael Haneke’yi sevdiren film diyebilirim. Anna, Georg ve küçük oğullarından oluşan aile yazlık evlerine giderler. Evlerine vardıklarında yerleşme telaşı başlar. Anna evdeki düzeni sağlamaya çalışırken, baba ve oğul yelkenli ile uğraşmaktadır. Tam bu sırada kapılarına beyaz eldivenli, golf kıyafetlerine benzer bir kostüm giyinmiş iki genç gelir. Temkinli yaklaşan Anna, Paul ve Peter isimli bu iki gencin komşu evlerine gelmiş misafirler olduğunu düşünür. Ancak gençler düşündükleri gibi değildir ve önce kibar yaklaşan Paul ve Peter bu üç kişilik küçük burjuva ailesini rehin alacaktır. İstekleri ne para, ne de maddi bir kazançtır. Onların tek amacı ölümcül bir oyun oynamaktır. Oyun bütün seyirciyi de kapsıyordu!
Panik Odası / Panic Room
Kocasından yeni boşanmış olan Meg Altman kızıyla birlikte yaşamak üzere, nafaka parasıyla eski bir ev satın alır. Meg, evi dolaşırken eski sahipleri tarafından garip bir oda yaptırılmış olduğunu fark eder. Oda, istenmeyen kişilerin giremeyeceği kadar sağlamdır, monitörlerle evin her tarafı görülebilmekte, dışarıya direkt telefon hattı bile bulunmaktadır. Ev halkı, acil bir durum olduğunda bu odada uzun zaman geçirebilmektedir. Bir gece üç soyguncu eve girerler. Meg ve kızı Sarah, tahmin ettiklerinden çok daha önce bu panik odasını kullanmak zorunda kalırlar. Fakat bu adamlar sıradan soyguncular değillerdir, sahip oldukları bilgi, durumu sanıldığından çok daha korkunç hale getirecektir. Filmde gerilimli rehin alınma durumunu sonuna kadar yaşıyoruz! David Fincher imzasını taşıyan film, gerilim dozu ve tarzıyla Hitchcock filmlerini andırıyor. Jodie Foster ise Kuzuların Sessizliği’nden beri en iyi rolünü sergiliyor.
Uçuş Planı / Flight Plan
Eşinin ölümünden sonra zor günler içeren Kyle Pratt kızı ile beraber bir yolculuğa çıkar. Son derece modern bir jet uçakta geçen bu yolculuk sırasında küçük kızı aniden kaybolur. Çıldırma noktasına gelen kadın kızını hiç bir yerde bulamaz. Üstelik hosteslerden bazıları seyahati boyunca yalnız olduğunu ve uçak listesinde kızının adına benzer bir kayıt olmadığını söylerler. Kyle gerçekten aklını mı kaçırmaktadır yoksa uçaktaki herkesin dahil olduğu bir komplo ile karşı karşıya mıdır? Genç kadının cevaplaması gereken kocaman bir soru işareti bütün gizemiyle onu beklemektedir. Hepimiz rehin alınmış gibi hissetmiştik ve Jodie Foster yine başrolde ve yine harkaydı!
The Collector / Koleksiyoncu
Kumar borcunu ödemek için, tesisatçı olarak çalıştığı evi soymaya karar veren Arkin, evde kimsenin olmadığını sandığı bir akşam eve girer. Fakat malikanede onu kötü bir sürpriz beklemektedir. Arkin soymak için zorla girdiği evde, ev halkını esir almış psikopat bir katille karşı karşıya kalmıştır. Yani avcıyken av konumuma geliyor ama film İşkence pornosu’ tadından özenle kaçınıyor. Ve biz de gerilimli bir rehin alma vakasının ortasında kalıyoruz. The Collector /Kelebek Koleksiyoncusu adıyla 1965 yılında vizyona giren filmin de farklı bir rehin alma duygusu vardı. Çevresi tarafından ezilen, asosyal bir banka çalışanıyken, eline geçen yüklü bir para ile şehir dışında büyük bir ev satın alıp tüm zamanını kelebek koleksiyonuna ayıran Freddie Clegg, sanat öğrencisi Miranda Grey’i kaçırır ve evinin bodrumuna kapatır. Amacı kızın kendisine bağlanmasını sağlamaktır. İkisi arasındaki tuhaf ilişki, sevgi-nefret çizgisinde ilerleyerek filme çarpıcı bir final hazırlar. Bu da koleksiyoncular üzerinden psikopati bir tat sunuyor bizlere!
Gece Uçuşu / Red Eye
Lisa Reisert uçak yolculuğundan nefret eden bir kadındır. Miami’ye yapmak zorunda kaldığı gece uçuşu sırasında terörün yanıbaşında olduğunu fark edecektir. Uçağın havalanışından kısa süre sonra Lisa’nın yanındaki koltukta oturan Jackson adlı bir adam, gayet nazik bir ses tonuyla bu yolculuğa çıkışının gerçek sebebini açıklar. Çok zengin bir işadamını öldürmekle görevlendirilmiş gizli ajandır. Lisa ise onun başarısının anahtarı olacaktır. Eğer işbirliği yapmayı kabul etmezse genç kadının babası bir suikastçi tarafından derhal öldürülecektir. Bu cinayet için Jackson’ın bir telefonu yeterli olacaktır. Yeryüzünden 10.000 metre yüksekteki uçağın içinde tuzağa düşen Lisa’nın kaçacak yeri yoktur. Babasının hayatını ve kendi hayatını tehlikeye atmamak için çevreden yardım istemeye de cesaret edemez. Saniyeler hızla ilerlerken zamanın azaldığını bilmektedir. Çaresizlik içindedir. Kendisini rehin alan acımasız kişiyi alt etmenin ve olası bir cinayeti önlemenin yolunu bulmaya çalışır.
Benim Güzel Oğlum, Ne Yaptın Sen? / My Son, My Son, What Have Ye Done
Gerçek bir olaya dayanan, Wernwr Herzog’un yönettiği filmin kahramanı, sabah kahvesine gittikleri komşularının evinde, gözleri önünde, önce bir elindeki baseball sopasını gösterdiği komşudan kendisini bununla öldürmesini ister, sonra diğer elindeki eski kılıçla, son sözleri “my son, my son, what have ye done?” olan annesini biçer. Eve kapanıp, iki rehinesi olduğunu öne süren genç, -bu noktaya gelişi, geri dönüşlerle anlatılırken- Peru’da, rafting için uygun görünmeyen nehre girmeye hazırlanan arkadaşlarına (galiba) müslüman olacağını bildirir, oğlanların boğulmalarından sonra San Diego’ya döner, çok değiştiği konusunda herkes hemfikirdir.
Ev
Biri Bizi Gözetliyor? yarışması benzeri evlerden birinde yarışmacılar, hayallerine kavuşmak ve beklentilerini karşılamak amacıyla 100 gün bir evde yaşamayı kabul ederler. Ev yarışmacıları için sürprizlerle dolu bu süreç, hayatları boyunca unutamayacakları bir tecrübeye dönüşecektir.Canlı yayın yolunda devam ederken, birdenbire Ev’e silahlı bir adam girer ve yarışmacıları rehin alır. Saldırganın amacı oyunun kurallarını değiştirmektir. Yarışmacılar içeride ecel terleri dökerken aynı zamanda tüm Türkiye de bu gerilim dolu saatlere canlı canlı tanık olacaktır.
Günbatımından Şafağa / From Dusk Till Dawn
Gecko biraderler, rüzgarı arkalarına alıp Meksika’nın özgür ortamına doğru bir yolculuğa çıkarlar. Texas’ta sıkı bir soygun yaptıklarından dolayı, ne olur ne olmaz diye bir rahip ve ailesini de yanlarında rehin olarak bulundururlar. Buluşma için bir Meksika barının kapısını aşındırdıklarında başlarına geleceklerden habersizdirler. Mekan kesinlikle vampirlerin içeri alınmadığı barlardan değildir! Quentin Tarantino’nun senaryosunu yazıp başrollerinden birine geçtiği film, Robert Rodriguez’in kariyerinin başındaki filmlerden.
Ölüm Kitabı / Misery
Paul Sheldon kolay okunan popüler romanlar yazarıdır. Artık kariyerinde bir dönüm noktasında olduğunu düşünür, seri maceralarını yazdığı karakteri Misery Chastain’in öldürüp diziyi bitirir. Paul taşrada geçirdiği bir araba kazasından yaralı kurtulur.
Onu bulup evinde bakmaya başlayan Annie Wilkes, şans eseri Paul’un sadık okurlarından biridir ve kahramanı Misery Chastain’in de sıkı bir hayranıdır. Son kitabı okuyup Misery’nin ölümüyle şoke olan kadın öfkeye kapılır ve Paul’u ayağından feci şekilde yaralayarak onu yatağa hapseder. Hem bölge şerifi hem de menajeri umutsuzca Paul’ü ararken o, gardiyanı Annie’ye özel bir Misery macerası daha yazmak zorundadır. Harry ile Sally Tanışınca yönetmeni Rob Reiner’ın bu müthiş başarılı Stephen King uyarlaması, o zamana dek gölgede kalmış aktris Kathy Bates’i şöhretle tanıştırmakla kalmamış, onu Oscar’la da buluşturmuştu.
Metrodan Kaçış / The Taking of Pelham 1 2 3
Metrodan Kaçış”ta, Denzel Washington, sıradan günü cüretkar bir suçla, bir başka deyişle bir metro treninin kaçırılmasıyla kaosa dönüşen, New York şehri metro hareket memuru Garber’ı canlandırıyor. John Travolta ise baştan aşağı silahlı dört kişilik çetenin lideri ve beyni Ryder olarak, bir saat içinde yüklü bir fidye ödenmediği takdirde yolcuları öldürmekle tehdit eder. Ayaklarının altındaki gerilim artarken, Garber, Ryder’ı zekasıyla alt edip rehineleri kurtarabilmek için metro sistemi üzerine engin bilgisinden yararlanır. Ama Garber’ın çözemediği bir muamma vardır: Hırsızlar parayı alsalar bile, nasıl kaçabilirler ki?