Sinema hayattır
ALPER TURGUT
Büyük usta Martin Scorsese’nin üç boyutlu çektiği “Hugo”ya karşı önyargılıydım, kısa bir süre önce Steven Spielberg’ün “Tenten” adlı filmini izlemiş ve sevememiştim. Ancak Hugo, hem 3D’ye olan önyargımı yıktı hem de ilk denemesinde turnayı gözünden vuran Scorsese’nin ezber bozan bir yönetmen olduğunu bana bir kez daha hatırlattı. Müthiş bir yapıt “Hugo”, kesinlikle bu yıl seyrettiğim en iyi film… Sinema büyüsünü yaratanlara, 7. sanatı kuranlara bundan güzel ve bundan özel bir saygı duruşunda bulunulamazdı. Hugo’ya gidin, çocuklarınızı da götürün, pişman olmayacaksınız.
Tarsem Singh’in (geçtiğimiz günlerde onun da 3D filmi ‘Ölümsüz’ –Immortals- gösterime girdi ancak pek başarılı bir yapım olduğu söylenemez) sinemanın isimsiz kahramanları dublörleri onurlandırmak için çektiği “Düşüş” (The Fall) filminden bu yana, Hugo kıvamında ve lezzetinde bir film izlememiştim. Üç boyutlu sinemada devrim yaratan “Avatar” ile bir kez daha dünya gişe rekoru kıran James Cameron dahi Hugo’nun bugüne dek çekilmiş en iyi 3D film olduğunu söylüyor. Evet, Scorsese bundan sonra hep üç boyutlu film çekecekmiş, “Taksi Şoförü”nden “Kızgın Boğa”ya, “Sıkı Dostlar”dan “Köstebek”e sinema tutkumuzu kökleştiren filmler çeken Oscar’lı Marty Usta’ya yakışır, elbette…
Brian Selznick’in 2007 tarihli, ödüllü ve çoksatar romanı “The Invention of Hugo Cabret”den uyarlanan filmin senaryosunu John Logan kaleme aldı. Filmin belli başlı rollerinde Ben Kingsley , Jude Law, Sacha Baron Cohen, Chloë Grace Moretz, Michael Pitt ve Christopher Lee var. Senaryo eksiksiz, müzik enfes, görüntü yönetimi kusursuz, oyuncular da yüksek performans sergiliyor. Tıkır tıkır işleyen, 127 dakikayı seyirciye hissettirmeyen, inanan, inandıran ve öyküye insanı çeken bir film olan Hugo, internetteki en büyük sinema veri tabanına karşılık gelen imdb sitesinin tarih boyunca çekilmiş en iyi 250 film listesine 7 sıradan giriş yaptı. Başka söze ne hacet…
1861-1938 yılları arasında yaşamış, ilk eserini 1896 yılında yaratmış ve tam 552 filme imza atmış Fransız dahi yönetmen Georges Méliés’i anlatıyor Hugo, unutulmayı, yeniden hatırlanmayı ve elbette vefayı da hikâyesine katarak… Paris, 1930′lar ve bir tren garı. Garda yolcular, çalışanlar ve orada hayata tutunanlar var. Yetim bir çocuk Hugo, garın büyük saatlerinin çalışmasının gayrı resmi sorumlusu o, bir müze yangınında yitirdiği babasını özlüyor, annesini ise hiç tanımamış. Garda yatıp kalkan orada yaşayan Hugo, garın bekçisine yakalanmadan eski nesil bir robotu çalıştırmak için parça topluyor. Ve kader onu artık oyuncakçı dükkânı işleten ve kimliğini saklayan büyük yönetmen ile Méliés karşılaştırıyor.