MURAT TOLGA ŞEN

Yönetmen Tayfun Pirselimoğlu’nun son filmi Saç, geçen yıl ilk kez gösterildiği 42. Altın Portakal’da “en iyi görüntü yönetimi” ve bu yıl 30.su düzenlenen İstanbul Film Festivali’nde “en iyi film” “en iyi yönetmen” ve “en iyi kadın oyuncu” ödüllerini aldı. Film asosyal bir perukçunun müşterilerinden birine geliştirdiği tuhaf saplantıyı hikayesi yapıyor ve seyirciyi 131 dakikalık bir buhran öyküsünü izlemeye davet ediyor.

Tayfun Pirselimoğlu sinemasından bihaber izleyici bu ödüller yüzünden filmin bir başyapıt olduğunu düşünebilir ve merakla gösterime gireceği günü bekleyebilir pekala… Zaten başka her yerde kadim sinema yazarları tarafından kaleme alınmış, filme methiyeler düzen, alt metinlerinin labirentlerinde dolaşan yazılar okuyacaksınız. Fakat ben bağımsız bir sinema yazarı olarak seyircilikten gelme samimiyetimle hepinizi uyarmak zorundayım ki, Saç bir başyapıt falan değil hatta iyi bir film bile değil…

2002 yılında Nuri Bilge Ceylan’ın çektiği Uzak ile Altın Portakalı alması, ardından da tüm dünyada ödüllere boğulması minimalist Türk sinemasının 80’lerde başaramadığı şeyi yeniden denemesine sebep oldu ve “camdan dışarıya bakarken sigara içen adam” konseptli filmler yeniden hepimize “çok iyi sinema” olarak ittirilmeye başlandı. Bu zaman zarfında gişe filmleri kendilerini ciddiye aldıramadıklarından iyice yozlaşırken, festivallerin “minimal olsun çamurdan olsun” zihniyeti ve eleştirmen beğenileri bu ithal yalnızlık duygusunu yeni Türk sineması tarifi olarak benimsemiş durumda.

Yeşilçam’ın tüm duygularını reddeden ve “halk için sinema” yapmayı bir gereksizlik olarak gören bu oluşuma ve ona verilen sınırsız desteğe kesinlikle karşıyım. Bir tür entelektüel ilüzyon olduğunu düşündüğüm bu yolculuğun son ve en ileri durağı olan Saç, hepsi 10 saniyenin üzerinde planlarla ilerleyen ve belgesel kamerasından bile daha tembel takip ile oluşturulmuş ile içinden çıkılamaz bir izleme buhranı…

Kendi şahsi fikrime göre, 60’lar salon komedilerinin “fabrikatör amca” “komik uşak” “fettan Jale” gibi karakterleri ne kadar sahte ise Saç’ın bu kolu kanadı kırılmış fena halde kırılmış, aşırı tepkisiz karakterleri de o kadar öyle! Zeki Demirkubuz’un özellikle Kader filminde yaptığı gibi karakterlerin gerçeğini zedelemeden sadece anlatımdaki abartıdan kurtulmaya çalışan filmlere hepimiz hayranız zaten.

Ama Saç’ın abartıdan kaçıp “minimal” kelimesini bile bir festival algısına sahip bırakacak kadar durağan filmi için aynı şeyleri söylemek zor. Türkiye’de yaşayan kimseyi bu karakterlerin bizim aramızda dolaştığına inandıramazsınız. Her şeyin bu kadar yavaş aktığı ya da bu kadar yavaşlamış şeylere tepki veren bir toplum değiliz biz… Eğer filminizde sokak varsa bu ülkenin sokağının gerçeğini başkalaştırmayacaksınız.

Saç’ın kaderini şimdiden teyin etmek mümkün. Bazı sinema yazarları tarafından göklere çıkarılacak ve bu yüzden diğerleri de “bu filmi sevmediğimizi belli edersek sinemadan anlamamakla suçlanırız” diyerek filmi başyapıt ilan edenler kervanına katılacak. Film gösterime girecek ama kimse izlemeyecek yine de festivallerde ödülleri toplamaya devam edecek. Üzgünüm ama bu türden filmlerin seyirci nazarında bir kıymeti yok artık. Ödüllerle domine edilerek İçine sokulduğumuz tehlikeli bir akıntı olan “eleştirmenlerin sevdiği filmler iyidir, seyircinin sevdikleri kötüdür” yaklaşımı sinemamıza zarar vermekte. Oysa herhangi bir eleştirmenin “en iyi 10 Türk filmi” listesinin çoğu hem seyircinin, hem de eleştirmenin onayını alan filmlerden oluşmakta… Örnek ister misiniz; Susuz Yaz, Selvi Boylum al Yazmalım, Muhsin Bey…

Saç, biçimde, hikayede ve oyunda abartıdan kurtulma halini iyice arttırarak öte tarafta bir abartı tuzağına düşen bir sinema örneği… Yeşilçam düşkünü ve bunu saklamayan bir film eleştirmeni olarak filmi sevmedim ve hakkında methiyeler düzmeyi reddediyorum. Artık filmi yavaşlatmak marifet sayılmamalı ve ödüllere boğulmamalı. Kameraya sırtını dönmüş bir adamın, aynı planda 7 dakika boyunca yemek yiyip masadan kalkmasını izlemeyi seviyorsanız bir şey diyemem tabi… Hiç mi bir şeyini sevmedin derseniz; Rıza Akın’ın oyunculuğu her zamanki gibi çok iyi derim.

Ayrıca meraklısına not: Geçen yıl Altın Portakal’da yapılan galasında salonun yarısı, belki de daha fazlası filmin sonunu getiremedi. Geri kalanlarda bobinlerin karışması sonucu iyice sürrealist bir deneyim yaşadılar.

 

Murat Tolga Şen
2005 yılında "Öteki Sinema" sitesini açtı. Rahmetli sinema yazarı Metin Demirhan ve Ali Murat Güven’in verdiği güçlü destekle başlayan bu kişisel macera şimdilerde Türk sinema bloglarının amiral gemisi haline geldi. Murat Tolga Şen, Sinema yazarlığı ve blogculuğuna önem vermeye devam ederek katıldığı platformlarda sinemanın farklı taraflarını konuşmaya devam etti. Blogculuktan profesyonel sinema yazarlığına geçişi ise 2010 başlarında sinema sitesi Beyazperde kadrosuna katılmasıyla oldu. Ayrıca online sinema dergisi Cinedergi, Fotografya, Gölge, Yeni Harman, Modern Zamanlar, Film Arası gibi yayınlara da katkı sağlıyor. 2012 Ocak ayından bu yana Medyaradar sitesinin sinema ve televizyon yazıları da yine Murat Tolga Şen’in kaleminden çıkma.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.