MURAT TOLGA ŞEN
80′lerin başında ABD’de, tam bir bilim kurgu ve İlkel çağ fantastiği rüzgarı esiyordu. Çoktan unutuldu sanılan ucuz “Flash Gordon” seriyalleri ve İtalyan “swords&sandal” filmleri, 50′ler de yapılan seleflerinin aksine kocaman bütçeler ve Reagan yönetiminin desteklediği “yeni sağ” fikrini halka ittiren senaryolar ile izleyiciye sunuluyor, “Star Wars” ya da “E.T” gibi filmler gişe rekorlarını alt üst ediyordu. O yıllarda ABD’li her çocuk, bir kılıçla savaşmak ve Conan veya Luke Skywalker gibi bir kahraman olduğunu hayal etmekte idi.
Bu dönem, Amerikan bilim-kurgusunun kısa bir Rönesansı gibidir. Böyle bir zamanda eğer siz de senarist Stanford Sherman olsanız gişe geliri yüksek, popüler ne yapabilirdiniz? Hiç uğraşmaz, “nasıl olsa tutuyor” diyerek tür metinlerinin bir karışımını yazar, cafcaflı bir afiş ve boyundan büyük laflarla seyirciye pompalar ve işin sonunda dolarlarınızı sayarak Hollywood manzarasında kaybolursunuz.
O yılın asıl büyük gişe filmi “Buz korsanları”ydı. Fakat sanılanın aksine gişe de çöken bu filmin en büyük hatası 80′lerin Hallmark dramalarından fırlamış karizmadan yoksun Steve Gutenberg’i yıldız yapmak iddiası idi! Mad Max’a öykünen ama Mel Gibson’un karizmasından yoksun olan bu ilginç post apokaliptik , artık tür meraklıları dışında kimse tarafından hatırlanmamakta… Bu çılgın fantazya ve bilim-kurgu rüzgarı eserken, “Fantastik olsun çamurdan olsun!” diyerek neredeyse yapılan herşeyi tüketmek isteyen izleyiciye yeni bir çerez sunuldu: KRULL!
Krull’un başrollerinde tek kanallı dönemde yayınlanan Marco Polo dizisinden hatırlayacağımız Ken Marshall ve ileride cici kız imajını yıkıp ingiliz leydisi rollerinden kurtulabilmek için playboy’a poz verecek Lysette Anthony oynamakta idi.
Krull gezegeni Slayer denen askerlerin oluşturduğu yenilmez bir ordunun işgali altındadır. yıllardır savaş halinde olan iki krallık güçlerini birleştirip slayerlara karşı koyabilmek amacıyla barış yapar ve bunu sağlamlaştırabilmek için prenses Lyssa ve diğer krallığın prensi Colwyn’i evlendirmek isterler. Tören sırasında yapılan saldırıda Colwyn yaralanır, iki kral öldürülür ve Lyssa kaçırılır. olayı izleyen sabah Colwyn, Ynyr isimli bir bilge tarafından bulunur ve Slayerları yenip gelinini kurtarabilmek için sihirli güçleri olan 5 bıçaklı yıldız şeklindeki efsanevi silahı aramaya yollanır. Bu yolculuk sırasında pek çok yandaş edinecek olan Colwyn kara kulede düşmanıyla yüzleşme fırsatı bulacaktır. Kendini istediği hayvana dönüştürebilen Ergo, eşkıya Torquil ve arkadaşları, yaşlı medyum, tepegöz Rell Colwyn ve Ynyr’in kara kule yolunda karşılaşacakları renkli kişiliklerden sadece bazılarıdır.
Bu kadar eciş bücüş fantastik yaratığın gözüktüğü filmde benim en çok ilgimi çeken yaratıklarsa Slayerlar, tepegöz Rell ve Firemare isimli atlar oldu. Slayerlar tamamen siyah (kale içinde beyaz) giyinmiş kafaları bowling topuna benzeyen ve öldüklerinde içlerinden fırlayıp toprağın derinliklerine kaçan İstakoz benzeri bir yaratığın bulunduğu askerlerdir. Kılıç ve laser kullanırlar. Rell bir tepegözdür. Onun ırkı geleceği görebilmek için tek gözlerini feda etmiştir, yine de görebildikleri tek gelecek kendi ölümleridir. Ne zaman ne şekilde öleceğini bilmenin verdiği üzüntüyle yaşayan melankolik bir yaratıktır Rell. Bu kaderi değiştirmeye kalkan tepegözleri sonsuz bir acının beklediğinin de bilincindedir. Firemare’lar ise gezegenin en hızlı atlarıdır. uçabilirler. İsimlerini koşarken ayaklarından çıkan alevlerden alırlar. Kahramanlarımız kara kuleye gidebilmek için bu atların gücüne ihtiyaç duyar çünkü kara kule her gün doğumunda kaybolur ve ülkenin bambaşka bir yerinde belirir ve bir sonraki gün nerede olacağını ise hiç kimse bilemez.
Film boyunca gerçekten de yüzüklerin efendisini farklı bir boyutla izliyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Kendine has özelliği olan yaklaşık 10-11 kişinin yolculuğa çıkması, uzun beyaz saçlı ve sakallı kör kahinin onlara yardımcı olması, kara kule, şeytanın askerleri, ayaklarından ateş çıkan uçabilen atlar vs….
Krul hakında pek çok şey duymuş ama izlememiş birinin ilk içgüdüsü, Krull’a hayranlıkla yaklaşmaktır. film açıkça basit bir fantezi (FRP) oyunu olmayı ister, fakat aynı zamanda görsel olarak standartları yüksek tutmak… Bu iyi niyetli yaklaşıma rağmen problem, kötü bir metnin ve sıkılmış aktörlerin, yeteneklerinden faydalanmadan oradan oraya, macera yaşıyormuş gibi başıboş dolaşmalarıdır. “Senin hayal gücünün ötesinde bir dünya” gibi fiyakalı bir etiketle pazarlanan filmde aslında iki saat boyunca perdeye gelen görsellerin dışında gerçek bir duygu, keder, elem, ıstırap, neşe vs. yoktur. Film için harcadığınız iki saatin sonunda Krull’u yılarca hayalgücünüzü besleyen bir film olarak affetmek istersiniz ama bu onun sonra pek çok örneği çekilecek boş ve aptal bir görsel şölen olduğu ve Star Wars’ın yada Conan’ın aksine vaat ettiği hiç bir şeyi başaramadığı gerçeğini değiştirmez.