‘’

Banu Bozdemir

Yazın ülkenin her yanında kurulan setlere bizim de yolumuz düştü elbet. Bir şehir hikayesi, Kalbim Bir Taş parçası. İki kadın bir erkek arasında yaşanan garip bir aldatma hali. Çiğdem Vitrinel kardeşi Şebnem Vitrinel’le beraber yazdıkları senaryoyu bir ilk film olarak ete kemiğe büründürdü. Setin son günü gittiğimde güzel bir enerji vardı etrafta. Erkan Bektaş, Devin Özgün Çınar, Çiğdem ve Şebnem Vitrinel’le filmi konuştuk… Aldatmanın kişisel mi yoksa toplumsal toplumsal bir sorun mu olduğu üzerine bir hayli kafa patlattık. Ortaya keyifli bir röportaj çıktı. İyi okumalar…

Filme nasıl dahil oldunuz?

Erkan Bektaş: Çiğdem ve Şebnem (Vitrinel) senaryoyu bitirdikten ne kadar zaman sonraydı hatırlamıyorum ama senaryoyu okumamı istediler. Okudum ve çok beğendim. Sonra üzerinde konuştuk ama ben bu rolün hiç benim tarafından oynanacağını düşünmemiştim. Sonra ben o sırada bir oyunda oynuyordum. Oyunu (Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular) izlemeye geldiler ve sonra sen oyna dediler. Bana çok zor gelen bir roldü aslında ve hep başkası oynar diye düşündüm. Üzerime alınmadım yani. Oyuncular egosantrik insanlar zor olunca hoşlarına gidiyor. Zor gelince daha hoşuma gitti açıkçası…

Rolünüzden bahseder misiniz? Nasıl biri Cezmi?
E.B:
Cezmi işinde iyi bir cerrah. İş yerinde bir karizması var. Ortama hakim. Evli ve bir çocuğu var. Gördüğümüz tüm evlilikler gibi rutin ve soğuk. Öncesini ve sonrasını bilmiyoruz ama bu senaryoda var olan şey hayatına bir kadın giriyor. Cezmi hayatının bu kadar altüst olacağını düşünmüyor.

Çiğdem Vitrinel : Bunu çok rahat bir şekilde talep ediyor. Genellikle erkeklerin yaptığı gibi…

E.B: Filmin sonunda da aynı rutini devam ediyor, onun için pek fazla bir şey değişmiyor yani. Bir yıl sonra belki başka bir şey yaşayacak.

Genel bir erkek kayıtsızlığı var yani filmde…
Ç.V
: Film aslında onun üzerinde duruyor, iktidar meselesi. Cezmi o gücü ve iktidarı taşıyor. Hayattan onu çok rahat talep ediyor. Bunu eleştirirken aynı zamanda kadınları da eleştiriyor. Zira karısı Sevda’da ona bu hakkı veriyor. Zuhal’de o iktidardan, kendini o sunma biçiminden etkileniyor. Çok eleştirel yaklaşmıyor karakter olarak. O yüzden Cezmi öyle bir adam.

Devin Özgür Çınar: Valla benim bir oyunumu seyretmediler. (Gülüşmeler). Beni aradılar, senaryoyu okudum. Sonra Şebnem ve Çiğdem’le buluştuk. Senaryoyu okuyunca yazan kişilerin aynı zamanda filmi çekecek olmasının başka bir şey olduğunu düşündüm. Sanki anlaşacakmışız gibi bir gün geçirdik. Benim hayatta takıldığım meselelere çok takılan bir film. Benim için büyük şans oldu. Çok önce yazılmış ama kendimi çok ait gördüğüm bir şey oldu.

Kadın erkek ilişkileri mi daha çok sizin takıldığınız?
D.Ö.Ç:
Çok katmanlı bir yapısı var aslında. Hoşuma giden şey de o. Hayatta biraz da öyle ya. Yaptığın bir şeyi aslında çok da yapıyor olmuyorsun ya da başka bir şey sanıyorsun. Ya da kendi kurgun oluyor ama farkında olmuyorsun. Bana kalırsa da sevmekle çok ilgili bir film bu. İktidar meselesinden ayrıca, sevme meselesiyle ilgili. Kayıtsızlık sadece erkeklerle ilgili değil. Giderek insanların kayıtsız olması, bunu kabullenmesi ve hayatı bundan ibaret sanmasıyla ilgili. Ama bazen birileri çıkıyor ve daha yaşıyor. Diğerlerinden daha fazla yaşadığını görüyorsun. O zaman da hayat hangisi, hangisi gerçek oluyorsun. Bende de saplantılı bir şekilde gerçeğe karşı bir ilgi vardır. Bana çok iyi geldi.

Zuhal nasıl bir karakter peki?
D.Ö.Ç:
Kocasından ayrılmış, bir tane oğlu var. Tek başına ayakta kalmaya çalışıyor. Kendisini çok kuvvetli hissediyor ama üflesen yıkılacak bir tip. Kafası karışık. Daha akıllı bir kadın olduğunu söyleyebiliriz ama hayatını kolaylaştırmıyor bu hali. Sistem, kendi hislerin, sana öğretilenler derken o karmaşadan ara ara nefes alıp çıkmaya çalışan biri. Çok da becerebiliyor mu bilmiyorum.

Ç.V: Ama zaten film bunu anlatıyor. Böyle bir sistem içinde kadınların birey olmasının zor olduğunu. Kişisel özelliklerinin dışında hukuki ve ekonomik olarak sömürüldüğü ve erkeklere muhtaç bırakıldığı bir yapı içinde samimi ve dürüst ilişkiler kurmalarının zor olduğunu anlatıyor.

Bu bir kadın filmi anladığım kadarıyla daha çok…

E.B: Sizin ne işiniz var diyorsunuz herhalde bu filmde… (Gülüşmeler)

Ç:V: Erkan’ın çok katkısı var filme. Senaryo çok katıydı çekilirken daha insani bir şey haline geldi. Erkeklere de bakmaya başladık.

Bunu Erkan Bey mi sağladı?
Ç.V:
Evet. Cezmi’yi çok canlı ve gerçek biri haline getirdi. Zaten çalışırken ben zaten oyunculara geniş bir alan bıraktım. Onların çok büyük bir katkısı oldu. Bazı sahneleri birlikte değiştirdik ve güçlendiğini gördüm ben. Erkek karakterler de daha insani olarak girdiler senaryoya.
Ş.V: Biz çekime başlarken kadın karakterleri dolduracağımızı biliyorduk. Orada hakimiz olaya. Cezmi de şöyle bir sıkıntı var. Onu dışarıdan yazdık. Çok hassas terazisi olan bir karakter haline geldi. Bir yandan başarılı, çekici, tanışsak seveceğimiz bir adam. Sevgisi ve tutkusunda samimi görünen bir karakter. Onu tutturmak zor. Böyle karakterler genelde kötü çizildiğinde, yani evliliğine ihanet eden, karşılık buluyorlar. Bizim verebileceğimiz seviyeden daha yüksek doldurdu karakterinin altını.

E:B: Aslında bu adam kötü değil. Adamın kötü olduğunu büyük büyük mimiklerle oynadığınızda zaten kimse inanmıyor. Ona hak vermek, onun haklılığını bulmak gerekiyor. Cezmi şu sistem içinde zaten haklı. Rutin, soğuk bir yerden kaçıp aşka sığınıyor, Aşk aslında onun aradığı ve buluyor da. Onun için ne kadar sürer, ne olur umurunda değil. Zaten güçlü bir adam başka bir şeye daha sahip olmak istiyor. İşini iyi yapıyor, parası da var. Evine, belki sevgilisine bakacak parası da var. Bir şeylere sahip olma konusunda kimseye kötü diyemeyiz, çünkü herkes bunlar için çalışıyor.

Doktor olmasının getirdiği bir farklılık var mı filmde?
Ç.V
: Biz alıştık aslında onun üstüne de. Doktorlar Sabahattin Ali’nin lafıydı galiba. Artık eskisi gibi değiller, belli bir sınıfa aitler, kibirliler der. Ciddi bir güce sahipler ve bunu çoğu zaman kendileri için kullanıyorlar. Kapitalist sistemin yarattığı bir şey aslında. Bütün ilişkiler para üzerinden dönüyor, Cezmi de zaten özel bir hastanede çalışıyor. Özellikle seçildi. Eskisi kadar idealizmi kalmadı işin…

Ş.V: Hikayenin bir yerinde tema olarak gözükmemekle birlikte bir çerçeve oluşturması açısından iyi. Müthiş bir sınıfsal kibir, akademik haklılık da olduğu için aslında karakteri besleyen bir şey ama çok da öne çıkan yanı yok.

Doktorlar ayaklanmasın bu söylediklerimizden sonra… (Gülüşmeler) Kadın karakter de mi sağlık sektöründe.

Ç.V: Evet ama o doktor değil, daha alt kademede çalışıyor. Onların arasında da var sınıfsal fark var zaten…

Daha fazla sinema filminde olmanız gerekirken ikinizde daha az gördüğümüz yüzlersiniz… Bunun nedeni?
D.Ö.Ç: Gerçekten bir kıymeti olması gerektiğini düşünüyorum. Gelen işlerde o kadar da inandırıcı bulmadığın bir şeyler oldu. Filmim olmazsa oyunculuğum olmaz gibi bir şey yok. Bence de keşke daha fazla olmuş olsaydı. Ama hiç de kovalamadım, genel bir atmosfer var, var olan işler var. Gerçekten inandığım bir şeyin içinde olmak istedi. Yoksa şimdiye altı yedi filmim olmuştu.
E.B: Bu biraz kovalamakla ilgili. Menajeriniz varsa onun kovalamasıyla ilgili olabilir. Kendi adıma ben kovalamıyorum. Sinema dizide olmaktan daha başka geliyor. Olmak istediğim bir alan ama hepsi de sinema filmi gibi gelmiyor. Az olsun öz olsun durumu var. Tiyatro var ağırlıklı ama etkilemez sanırım. Garip bir biçimde bizim sinema sezonumuz var. Yazları çekiliyor, kışın gösterime giriyor. Tiyatro benim daha ağırlık verdiğim bir şey yine de.

Kadın rolleri az yazılır genelde, kadınlar kendilerini ifade edemedikleri söylerler. Siz ne dersiniz bu konuda?
D.Ö.Ç: Genel olarak Türk sinemasında karakter odaklı bir anlatım yok. Erkek rolleri var ama onlar da çok iyi yazılmışlar mı o da tartışılır. Bütün dünya bir yandan erkekler için hizmet veren bir sektöre dönüşüyor. (Gülüşmeler)

Çok feminist bir röportaj oluyor bu…

D.Ö.Ç: Bir taraftan öyle ama bir taraftan da karakterin nasıl yazıldığı, bakıldığı önemli. Bir kadın rolü vardır başından sonuna kadar vardır ama bir şey demiyordur ya da bir karakter değildir. Ben şanslıyım benim oynadığım karakter daha çok femme fatale ya da annedir. Anneyse çok iyi kalplidir ya da kötüdür öbür türlüyse. Bu hepsini kapsayan bir rol. Bir sürü beceriksizlikleri de var başarıları da. O anlamda çok gerçek ve oynaması zevkli.
İlk filmini çeken bir yönetmenle çalışmak nasıldı?
D.Ö.Ç:
Valla Çiğdem bana hiç ilk filmini çekiyormuş gibi gelmedi. İlk baştan itibaren hakimiyeti ve titizlenmiş olması beni çok etkiledi ve hoşuma gitti. Kadın olmak kodların benzer olması hali de güzel. Erkek yönetmenle çalışmak başka bir filmde olabilirdi ama bu filmde kadın yönetmen çok iyi bir lüks oldu. Aklıma takılan bir şey olmadı. Hatta ben bunaltmış olabilirim Çiğdem’i. Her soruya bir cevabı vardı, o gerçekten çok önemli bir şeydi. Artık bir tane daha yönetmen var diye düşündüm ilk günlerde.

E.B: Bana Çiğdem’in ilk filmi olması avantaj gibi geldi. Kendi yazdığı bir proje olduğu için çok iyi hazırlanmış. Belki üçüncü filminde bu kadar hazır başlamayacak. Oyuncu kendisine alan bırakıldığında rahat hisseder. Alan bırakan bir yönetmen Çiğdem. Daha rahat çalışılıyor.

Bu şehir hikayesi mi?
Ç.V: İlk film olmasından dolayı iyi bildiğim, tanıdım şeyi anlatmak istedim. Kadınları, tanıdığım bir sınıfı anlatmak istedim. Benim ait olduğum yer de böyle bir yer. O yüzden evet, iki şehirli kadının hikayesi bu. Orta sınıfın hikayesi.

Bir sorgulama, sonuca götürme hali var mı filmde… Seyirci birtakım yargıların, değerleri arkasına takılıp gidecek mi?
Ç.V: Oyuncularla çalışmadan önce ever daha keskin bir yargım vardı. Evlilik kurumuna daha sert ve eleştirel yaklaşıyorduk senaryoda. Fakat filmi çekmeye başladıktan sonra oyuncuların da katkısıyla hem iyiler hem kötüler. Kurban konumundalar kimin zaman. Tahminimin ötesinde daha kırılgan bir şey çıktı. Finalinden bahsetmeyeyim ama yargıladığı bir yer var evet. Evdeki kadın çok sert bir şey yapıyor ama en nihayetinde onun da bir kurban olduğunu görüyorsunuz aslında. Kadınların kahraman olması gereken bir sistem, onu öneren bir film. Ama bu benim onaylamadığım bir şey. Kahramanlar tehlikelidir ve sistemle başa çıkacağını iddia eder ama bu film öyle bir şey iddia etmiyor.

Son sözler?
E.B:
Bu senaryodakine benzer aldatma hikayeleri, metres durumları, sevgili olma halleri. Tanıdığım insanların yüzde 70’i neredeyse buna benzer şeyler yaşıyor. Belki böyle finallenmiyor belki ama o da rutine dönmüş durumda. Cezmi’nin hayatında rutinin kırılması bu ama bundan sonraki seyrinde bu da bir rutin olabilir. Bence büyükşehirlerde yaşayanların şahit olduğu, yaşadığı şeyler bunlar. Kendilerini bulacaklar bu filmde.
D.Ö.Ç: Daha kişisel, daha bireysel bir noktadan bakış var aslında. Bireysel olarak insanın çözümsüzlüğü, çaresizliği, dolmak bilmeye bir boşluk ve onu illüzyona çevirme hali. Olmuyor, olmuyor. Daha içsel bir şey var filmde. Bu filmin farklılığı o.

E.B: Hayatta böyle şeyler olduğunda adam yani aldatmalar o kişiler hakkında çok kötü şeyler söyleniyor. Ama ben reelde böyle olduğunu düşünmüyorum. Orada bir şey yaşamak istiyor, eksik olan bir şeyi tamamlanma isteğinde birisi. Bu filmden bu adam iğrenç, karısını aldatıyor diye bir sonuç çıkmayacak bana kalırsa. Evli adamı ayarttı diye bir şey çıkmayacak bence. Bu kişisel bir sorun değil. Her şeye kişisel olarak baktığımız için olmuyor çoğu zaman.

Ç.V: Kesinlikle duygusal bir aşk filmi değil. Daha farklı bir söylemi var.

Banu Bozdemir
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Sinema yazarlığına Klaket sinema dergisinde başladı. Dört yıl Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet gazetesinde sinema yazarı, kültür sanat muhabiri ve şef yardımcısı olarak çalıştı. İki yıl Skytürk Televizyonunda sinema, sanat ve ‘Sevgilim İstanbul’ programlarında yapımcı, yönetmen ve sunucu olarak görev aldı. Antrakt Sinema Gazetesi’nde iki sene editör olarak çalıştı. Tarihi Rejans Rus Lokantasına hazırlanan ‘Rejans Tarihi’ ve ‘Rejans Yemekleri’ kitabının editörlüğünü yaptı. Rejans Rus lokantası başta olmak üzere birçok şirketin basın danışmanlığı görevini üstlendi. Film + sinema dergisine Türk sineması röportajları yaptı. Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, 'Çevremi Seviyorum' adı altında on iki tane ‘çevreci’, dört tane fantastik çevre temalı yirminin üzerinde çocuk kitabı bulunuyor. Sosyal medyada yolunu kaybeden bir genç kızın maceralarını anlattığı ‘Leylalı Haller’ yazarın ilk romanı. Kaşif Karınca ise beyaz yakalılara çocuk kafasıyla yazdığı ufak bir yaşam manifestosu özelliği taşıyor. TRT’ye çektiği ‘Bakış’ adlı bir kısa filmi bulunuyor. Halen aylık sinema dergisi cinedergi.com'un editörü, beyazperde.com ve öteki sinema yazarı. Kişisel yazılarını paylaştığı banubozdemir.com sitesi de bulunan yazar filmlerde ve festivallerde jüri üyesi olarak görev alıyor, filmlere basın danışmanlığı yapıyor, sinema ve kısa film atölyelerinde ders veriyor. Çocuklarla sinema ve çevre atölyeleri düzenliyor.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.