Murat Tolga Şen
“İspanyol Korku Sinemasından yetkin bir örnek”
Julia, altı aydır haber alamadığı ikiz kardeşini merak etmektedir. İkisi de aynı göz hastalığından muzdariptir. Sara kör olmuş uygun donörü beklemektedir. Julia’nın ise çok az bir zamanı kalmıştır kardeşi ile aynı kaderi paylaşmak için. Fakat her şey kardeşinin intiharı sebebiyle değişecektir. Julia’ya göre kardeşi kendine kıyacak bir kadın değildir. Araştırmaya karar verir. Ve karşısına bir hayalet çıkar. Kimsenin görmediği yalnızca gözleri olmayanların hissettiği bir hayalet…
Bu adam olmasa modern İspanyol korku sinemasının hali nice olurmuş kimbilir. Lanetli Miras’tan hemen sonra karşımızda yine bir “Guillermo del Toro Sunar” filmi var. Şimdilik karşımıza çıkan örnekler ilginç seyirlikler olsa da umarım geçmişte acıklı örneklerine katlanmak zorunda kaldığımız Luc Besson’un yapımcılık anlayışına uygun içi boş filmlerle karşılaşmayız.
Julia’nın gözleri 2010 yapımı 112 dakikalık bir gerilim filmi. Aynı zamanda yönetmeni olan Guillem Morales’in ikinci uzun metraj yapımı. Yönetmenin ilk filmi olan 2004 yapımı El habitante incierto’da korku filmi meraklılarını hayli heyecanlandıran bir iş olarak hafızalarımızda yer etmişti.
Guillermo del Toro’nun yapımcılıktan ötesine uzanan, kendi imzası fantastik anlayış dağınık olsa da filmin geneline yayılmış ve hissedilebilir boyutta. Daha başından rahatça itiraf etmeliyim ki Julia’nın Gözleri uzun süredir gördüğümüz en iyi gerilim filmlerinden biri. Oyuncu koltuğunda ise başarılı performansları ile Belén Rueda, Lluís Homar ve Pablo Dorqui’yi görüyoruz. İspanyol sinemasındaki abartıdan uzak ama bir yandan da şiirsel olabilen oyunculukları özellikle beğenirim ama Belén Rueda gerilimi de duyguyu da aktarmakta son derece başarılı bir aktris olarak çok sevdiğim El Orfanato’dakine yakın bir düzeyi tutturmayı başararak öne çıkıyor.
Her güzelin kusuru olur elbet; özellikle ilk yarıda gerilimin dozunu arttırmak konusunda sıkıntı çekmeyen yapım ikinci yarıda biraz tökezler gibi oluyor ve çareyi geçmiş zaman olur da alırız elimize mutfak bıçağını nostaljisine kaptırıyor. Halloween’den bu yana epey sömürülen “aslında melek gibi çocuktu ne olduysa ailesi yüzünden oldu” psikolojik çözümlemesine girişmek filmi klişelerden medet umar bir hale soksa da ortada iyi uygulanmış klişeler olduğunda buna hiç itirazım yok! Avrupa sinemasının her şeyden önce hikayeye odaklanma ve seyircinin filmi ciddiye almak için muhtaç olduğu fantastik atmosferi oluşturabilme kabiliyeti sebebiyle, Hollywood üretimlerinin asla beceremediği kadar duygusal ve gergin anlarla etkiyi güçlendirerek, en bildik numaralardan bile keyif almamızı sağlıyor. Sonuçta, kaçan, kovalanan, gören, göremeyen tüm karakterleriyle beraber başarılı bir yapım var karşımızda. Julia’nın görmeye çalışıp da göremediği yüzler size de görünmüyor ve bu durum seyri daha da keyifli hale getiriyor.
Julia’ya inanmakla inanmamak arasında gidip gelmeniz yetmiyormuş gibi bir de görünmeyen bu adamın nefes alan bizlerden biri mi yoksa gerçek bir hayalet mi olduğu sorusu takılıyor aklınıza. Yönetmen istediği noktaya sizi getirip bıraktığında her şeyden ve herkesten şüphelenirken buluyorsunuz kendinizi. Velhasılı kelam; Julia’nın Gözleri aşırı sentetik Amerikan korkularından sonra bünyeye çok iyi gelen bir seyirlik oldu. Yeni İspanyol sinemacıları bu işi biliyor diyor ve mutlaka görmenizi öneriyorum.