Serdar akbıyık
- İstanbul Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Nazan Kesal, Saç filminin hissettirdiklerini ve ödülün ne anlama geldiğini anlattı.
Tayfun Pirselimoğlu Türk sinemasında minimalist sinemanın en sadık uygulayıcılarından. Pirselimoğlu’nun filmleri izleyici açısından hep zor olmuştur. Onun için “gişesi az, tüketilmesi zor filmlerin büyük yönetmeni” diyebiliriz. Filmlerinin oyuncuları da bunların farkında ve üretimlerini farklı gözle değerlendirirler. Pirselimoğlu’nun son filmi Saç’ın başrol oyuncusu Nazan Kesal, İstanbul Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu” seçilince bu ödülün ne anlama geldiğini sormak gerekti. Çünkü Nazan Kesal, bu piyasada ne yaptığını bilen, sanat ile toplum arasındaki bağlantıyı değerlendirebilen bir isim. Ne gişe filmlerini aşağılıyor, ne de sanat filmlerini olmadığı bir yere koyuyor. Yorumlarını çok değerli bulduğum bu sanatçının röportajı sinemamız için de önemli bence. Size iyi okumalar…
- İstanbul Film Festivali’nde Saç filmiyle En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldınız, öncelikle bu ödülü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabii ki ödülü çok önemsiyorum. Her şeyden önce böyle bir jüriden ödül almak çok sevindirici. Reha Erdem benim çok beğendiğim ve Türk sinemasına büyük katkıları olan bir yönetmen. Onun başkanlığını yaptığı bir jüriden bu ödülü almak benim için bambaşka anlamlara geliyor. Fatih Özgüven’in de yazılarını ve eleştirilerini çok beğenirim. Yani tüm üyeleriyle önemli bir jüri topluluğuydu. Tayfun Pirselimoğlu gibi sinemanın sanat yönünü ortaya çıkaran ve gişe endişesi taşımadan bunu yapan yönetmenler için bu ödüller çok önemli. Sadece Tayfun Pirselimoğlu özelinde de değil bu durum, Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Semih Kaplanoğlu gibi yönetmenler için de dediğim geçerli.
İstanbul Film Festivali şu an Türkiye’deki en önemli festival. Her şeyden önce yurtdışı ayağı en sağlam festival. Böyle bir ödülün nasıl yorumlanması gerekir.
Hem biz sinemacılar, hem medya, bu tür üretimlerin üzerinde durmalı. Çünkü bizim yaklaşımımız sinemamızın geleceği için önemli. “Ben seyirciye yaklaşmamalıyım, seyirci bana yaklaşmalı.” Bence bu söz çok doğru. Çünkü bu tür filmler kolay tüketilen filmler değil. Seyirci 2,5 saat, zor bir, filmi seyrediyor. Sanatın kolay tüketilen tarafına kaçmak basit bir tercih. Bizim sinemacılarımız ve sanatçılarımız misyonu olan bir yelpazede durmalı.
Filmle ilgili olarak projeye nasıl dahil oldunuz?
Tayfun yıllardır çalışmak istediğim bir yönetmendi. Bir gün sanat yönetmeni Natali Yeres aradı, “Tayfun’un yeni bir film projesi var ve seninle görüşmek istiyor” dedi, buluştuk, senaryoyu verdi ve gidip okuduğumda çarpıldım. Üç kişilik bir film Saç, biliyorsunuz. Meryem karakterini masaya yatırdım ve bu kadına nasıl hayat verebilirim, bu kadın kim gibi sorular sormaya başladım. Bir kadın oyuncu olarak senaryoyu çok sevdim.
Rolü beğenmenizde, böyle dolu dolu bir kadın rolü olmasının da payı var mı?
Evet, aslında bir erkek hikayesi gibi duruyor ama, Meryem’e olan tutkuyu anlattığı için, senaryoda kadını daha iyi anlamak adına kadının filmdeki konumu da giderek güçleniyor. Bu da benim role bağlılığımı artırdı.
Rol aldığınız filmlere baktığımızda tarzı olan yönetmenlerin tercihi olduğunuzu görüyoruz. Bu sizin mi, yoksa onların tercihi mi?
Doğru cevap onlardan gelir ama ben kendi adıma işini iyi yapan insanların peşindeyim. Oturup rol beklerseniz olmuyor. İş bulmak için de sektörün içinde olmanız gerekiyor. Ben içimden bunu çok diliyorum, mesela Nuri Bilge Ceylan ile çalışmayı çok dilemiştim, Tayfun’la da öyle. İnsanın taşıdığı bir aura vardır, istediği şeyler vardır. Ve insanı belirleyen bu seçtikleridir. Biraz çağırdım diyeyim onları ve onlar da beni duydu. Şimdi seslendiğim birkaç yönetmen daha var.
Biri Reha Erdem galiba…
Evet, onunla çalışmayı çok isterim, o da çok önemsediğim, Türkiye’deki sinemanın en önemli isimlerinden biri.
Zeki Demirkubuz ve Yavuz Turgul’la da çalıştınız…
Yavuz ağabey ile çok gençtim o zaman, Gölge Oyunu’nda Sezen diye bir karakteri canlandırmıştım. Dediğim gibi, işini iyi yapan insanlarla olmak istiyorum hep. Buna popüler sinema da dahil. Öyle sanat filmleri oyuncusu gibi bir ayrım yapmak istemem, bu algı hoşuma gitse de. Kendimi başka türlerdeki, filmlerde de ifade etmek isterim. Ama benim bildiğim bu belki de.
Saç’ta diyalog az, oyunculuk bağlamında da oyuncuya çok bağlı kalan ve oyuncuyu bağlayan roller…
Bu tarz minimalist sinema yönetmenin seçimi ve onun oyuncusu olmak da daha zor. Çünkü az şey söyleyerek çok şey anlatmak gerçekten zahmetlidir. Ben seviyorum ama… Damıtılmış ifadeler, damıtılmış beden dili… Amaç öykü anlatmaksa, o öyküyü daha süzerek anlatıyorsunuz, yani bir şeyler bağırmıyor, her şey ölçülü, yönetmenin üslubu, sinematografisi, senaryonun ağırlığı, oyuncunun kattıkları, kamera vs.. .
Peki bu tür filmlerin tüketilmesiyle ilgili problem hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu tür filmlerin gişe yapmaması bir oyuncu olarak size nasıl yansıyor?
Çok üzücü tabii. Sinema sadece eğlenceyi anlatan, sadece iyi vakit geçirten bir sanat değil. Üzülüyorum, çünkü bu tarz filmlerin bir insana verdiği haz doyumsuzdur, böyle filmler seyretmenin hazzını taşıyamayan insanların azınlıkta kalması beni üzüyor.Böyle filmlerde seyirciye çok iş düşüyor, algılaması zor, üzerine kafa yormak gereken filmler, o bağlantıları kuracak seyircilerin artmasını istiyorum. Bugün sanat sineması adına en iyi iş yapan filmlerden 3 Maymun’un seyircisi 150 bin sanırım. Bu sayılar ne kadar çok artarsa Türkiye’deki iyi sinemanın sayısı da, gücü de, o oranda artacak.
Popüler sinema da olabilir dediniz. Kiminle çalışmak isterdiniz?
Çağan Irmak iyi yapıyor bu işi.
Küçük de olsa Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri’nden bu yana farklı ve zor rollerde yer aldınız. Bu filmlerle pişmek size neler kattı?
Başladığım noktadan bugüne çok değerli yönetmenlerle çalıştım ve hepsinden birçok şey öğrendim. . Bugünden bakınca oyunculuk becerisi anlamında kendimi hala toy buluyorum ama, galiba neyin olmaması gerektiğini, neyin yanlış olduğunu biliyorum mesleğim adına. Doğruya ulaşmak daha çabuk yol aldırıyor bana. Her öyküdeki karakter zaten kendini söylüyor. Size oyuncu olarak kalan şey, ona vücut, kan, can vermek. Ben artistik patinajlardan hoşlanmıyorum. Bu çok egosantrik bir iş, sürekli alkışlanıyoruz, okşanıyoruz reytinglerle, dizilerle, bu çok da tehlikeli aynı zamanda. Ben oyuncu olduğumu unutarak yaşıyorum. Çünkü bunu yukarı çıkarıp egomu tırmandırırsam, ego benim karakterimin önüne geçer. Ben bu tarz oyunculuk ediminden hoşlanmıyorum, ben kaybolmayı seviyorum. Rol çıksın ortaya. Gerçek yaşamda kendi rolünü iyi oynayamayan insanlar başka rolleri oynayamazlar. İddialı bir cümle ama doğru. Kendi kimliğinizi iyi oturtamadığınız zaman hata yapmaya başlıyorsunuz ve o hatalar işe de yansıyor. Yakışmamış, sahici değil diyoruz ya izlediğimizde, bunun altında yatan bu işte, unutmak gerekliliği.
Filme dönersek öfkesini yemek yiyerek dindiriyor, donuk, duygularını göstermeyen bir kadın Meryem…
Odadaki evlilik fotoğrafına baktığınız zaman 17-18 yaşında hayaller kurarak evlenmiş bir kadın görüyorsunuz. O fotoğraftan bugüne geldiğiniz zaman yaşadıklarının getirdiklerini, sınıfsal olarak açlığı, iletişimsizliği, sevgisizliği, şiddet görmesini… Böyle olunca da duygulaınır rafa kaldırıyor, kimseyle konuşmuyor. Biz de mutsuz olduğumuzda aynı şeyi yapmaz mıyız, saçımızı değiştiririz, sürekli yeriz…
Kadını odağa alan bir film, son dönem pek rastladığımız bir film değil, oysa 80’lerde feminist dönem ağırlıklıydı, bu günümüzde sizce ne durumda, eğer bir gerileme varsa sizce bunun nedenleri ne?
Sinema tamamıyla hayattan etkilenen bir sanat, toplum nereye gidiyorsa sinema da oraya eviriliyor. 80’lerdeki sosyal durum, 12 Eylül, darbenin yarattığı ruh hali, bacı kavramının parçalanmaya başladığı bir dönemde kadın filmleri çoğaldı, bir anlamda toplumun bilinçaltını ortaya çıkardı. Bugün ise kadından çok erkek ve para ön planda…
Ama erkek ne kadar öne çıkarsa kadın o kadar ezilmiş oluyor, sanatçının derdiyse ezilenden yana olmaktır, o zaman üretimin artması gerekmez mi?
Kesinlikle. Sinema sektöründeki insanların toplumu algılayıp, psikolojik çözümlemesini yapıp, senaryo haline getirmedeki yetersizliği beni de üzüyor. Böyle olduğu için kadın rolleri açığa çıkmıyor. Bugün gücün, paranın, erkin, iktidarın kol gezdiği, kadını da bu anlamda ötekileştirdiği bir yapıya doğru gidilmekte.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey?
Saç filmi, insan olarak, birey olarak bize ayna tutan bir film aslında. En ideal şey insan olmayı becerebilmektir, hepimiz para hırsı tuzağına düşürüldük bu sistemin içinde. Bize sadece bir yol gösteriliyor; para kazan, güçlü ol, ayakta dur. Erdemlerimiz, insani değerlerimiz nerede? Dayanışma duygumuzu, acıma duygumuzu, dokunmayı unuttuk. Bu film de unutulmuşluğun bir metnidir.
Bu filmde en çok aklımda kalan şey, az önce konuştuk ya, insan olduğumuzu unuttuk diye, biz küçücük bir ekiptik ve insan olduğumuzu birbirimize hep hatırlattık. Sevgiyle, az bütçeye rağmen o birliktelikten bir sinerji doğurduk. Eğer filmde başarı varsa o başarı, bu azınlığı bir araya getirdiği için Tayfun’undur.O’na çok teşekkür ediyorum.