Hepimizin üye olduğu kulüp: Kaybedenler Kulübü
Serdar akbıyık
Türk sinemasının en büyük derdi güncel yaşama bir pencere arkasından bakması. Hele söz konusu şehirli insanlar olunca. Entelektüel dertlerin toplumdan kopmak olarak algılandığı bir entelektüel sınıfımız var. Yani kendilerine ihanet eden bir sınıf. Ürettikleri anda kendilerine yabancılaşıyorlar. Bu gerçeği yıkan filmlerimiz de yok değil. Mesela Ümit Ünal’ın Ara filmi bu anlamda önemli bir yapımdı. Bu hafta vizyona giren Kaybedenler Kulübü ise hedefi on ikiden vuran bir film. 90’larda birçok hayranı olan Kaybedenler Kulübü adlı radyo programının ve yaratıcılarının hikayesini anlatıyor. Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk bu programın yapımcıları ve sunucuları. Filmde Kaan Çaydamlı’yı Nejat İşler, Mete Avunduk’u Yiğit Özşener canlandırıyor. Radyo programını kabaca tasvir etsek ‘geyik muhabbeti’nin önde gideni diyebiliriz. Peki o program nasıl kült oldu? Çünkü bütün o geyik muhabbetinin altında hayatın saçmalığına dair bir isyan vardı. Bu isyanı toplumdaki iletişimsizlik ile birleştirdiğinizde programın sırrı ortaya çıkıyor.
Yalnız olan binlerce ruhun kendini kaybeden olarak tanımlaması anlaşılmayacak bir şey değil. İşte filmde Nejat İşler ve Yiğit Özşener bu duyguyu mükemmel içselleştirmişler. Mimikleri ile abartısız ve sinemanın yüzünü ağartan performanslar var karşımızda. Ahu Türkpençe ise mükemmel bir fiziğe sahip. Filmin gerçekliğini bozabilecek kadar sivri bir güzellik değil onunkisi… Ama Nejat İşler’in canlandırdığı Kaan karakterinin o kadar kız içinde ona aşık olmasını sağlayacak kadar da ilgi çekici. Yani mükemmel bir cast çalışması. Böyle bütün oyunculuklar iyi olunca yönetmene bakarım ben. Tolga Örnek gerçekten bu filmin asıl başarılı ismi. Hem filmin senaryosunda emeği var, hem yönetmiş bir de yapımcılığı üstüne koyun, film Örnek’in başyapıtı sayılabilir. Kaybedenler Kulübü radyo yayını yapan iki adamın karşılıklı diyaloglarıyla giden bir film. Aslında bu bir risk. Ama yönetmen öyle yerlerde dokunuyor ki filme her iki karakteri de insansı zayıflıklarıyla, yaşam alanlarının tümüyle bize gösterebiliyor. Bu filmdeki diyaloglar genç izleyicileri çok etkileyecek. Kadıköy yine moda olacak, film ise fenomen. Müzik çalışması için ayrı bir sayfa açmak lazım. Ferdi Özbeğen’den, Moody Blues’a Mazhar Fuat Özkan’dan, Asu Maralman ve Otis Redding’e uzanan müzikler izleyiciyi film boyunca koltuğuna çiviliyor. Filmin bütün oyuncularının yanında baskın bir karakteri daha var. Kadıköy bütün felsefesiyle senaryonun içinde ağırlıklı bir yer buluyor. Moda’nın ara sokaklarındaki muhteşem çekimler Kadife sokaktaki barlar, Kadıköy’ün bütün genç enerjisini filme aktarıyor. Kaybedenler Kulübü’nün gerçek yaratıcıları da bu coğrafyanın üretimi. Belki benim de Kadıköylü olmamdan kaynaklanan nostaljik bir bakışım var filme. Ama inanın Anadolu tarafının ortak duygusu budur. Hep martılar, Moda’da çay, çarşı içinde tabelalarda duran pırıl pırıl balıklar. Son olarak filmin çıplak sahneleri üzerine koparılan tartışmalara da değinmek istiyorum. Sinema hayattan kopuk bir şey değildir. Cinsellik de hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. Bir senaryonun ruhunu izleyiciye tam anlamıyla geçirmek için filmde cinsellik içeren sahneler varsa bu gereklidir. Eğer medya ve izleyici olarak bu olgunluğa erişemezsek sinemayı sakatlarız. Seyrettiğiniz karakterleri olumlamak veya reddetmek sizin elinizde, sizin şahsi yargınız. Bir filme giderken bunu asla unutmayalım.