Serdar akbıyık

  1. Koğuş’un Meryem’i Songül Öden filmde canlandırdığı karakterin yaşadıklarından yola çıkarak erkek dünyasının kadını cinsel anlamda sömürdüğünü söylüyor.

Orhan Kemal’in 72. Koğuş filmi Kerem Alışık ve Yavuz Bingöl tarafından sinemaya uyarlandı. Hülya Avşar ile Songül Öden’in performansları çok konuşuldu. Zor bir çekim sürecinden geçen Songül Öden’e teybimizi uzattık. Kadınlar koğuşundaki idamlık mahkum Meryem’i canlandırırken en çok neden etkilendiğini sorduk. İntihar sahnesinden çok etkilendiğini söyleyen Songül Öden Hülya Avşar’ın tecavüz sahnesinde senaryo gereği diğer kadınların tecavüze yardım etmesini unutamadığını söyledi. İdam, suç ve ceza sistemi, ünlü olmanın oyuncu üstünde yarattığı baskı, hadım kanunu ve daha bir çok konu üzerinde konuştuk Öden ile. İşte ilginç bir röportaj daha…

 

Proje size nasıl geldi?

 

Yavuz Bingöl, Kerem zaten arkadaşımdı, bu projeyi yapacaklarını biliyordum. Daha sonra beni çağırdılar ve Meryem karakteri olduğumu söylediler, okumamı istediler. Uyarlama yapmak istediklerini söylediler. Ben daha önce Ayfer Tunç’un uyarlamasında çalışmıştım. Onu önerdim ve onlar da birbirlerini çok sevdiler. Hikaye böyle geldi ve ben de çok sevdim.

 

Rolünüze hazırlanırken özel bir çalışmanız oldu mu?

 

Bu mesleki bir şey, bir işe başladığınız, konsantre olduğunuz zaman bazı şeyleri algılamaya başlıyorsunuz. Hikayedeki öyküye benzer insanlara bakıyorsunuz. Öyle insanlar sizin dikkatinizi çekiyor. Bugüne kadar getirdiğiniz birikimlerinizde de benzer kişileri hatırlıyorsunuz. Beni bir fotoğraf çok etkiledi. Her işime böyle bir fotoğrafla başlamıyorum fakat canlandırdığım karakterin hamile olması ve çocuğu doğurur doğurmaz idam edilecek olması beni çok etkiledi. Yardım kampanyalarının birinde bir resim gördüm. Bir kız çocuğu ve saçı usturaya vurulmuş. Belli ki bitlenmiş çocuk, sinekler geziniyor etrafında ve biri ona yemek yedirmeye çalışıyor. O resim beni o kadar çok etkiledi ki kesip senaryoma yapıştırdım. Hamile olduğunun ilk söylendiği ve intihar edeceği sayfaya yapıştırdım o resmi. O benim için rehber oldu. Senaryonun duygusuna başka bir boyut getirdi. Böyle bir projeye başladığınızda bütün argümanlarınız değişiyor. Öyküyle ilgili veya ona benzer hikâyeleri okumaya başlıyorsunuz. Öyle insanlar tanımaya başlıyorsunuz.

 

Romanı okudunuz mu veya daha önceki filmi izlediniz mi?

 

Evet, ikisini de daha önce okudum ve izledim. Bu süreçten sonra ikisine de tekrar baktım.

 

Türk sinemasında ve edebiyatında önemli bir yeri olan böyle bir projeyi hayata geçirmek çok büyük bir sorumluluk gerektiriyor herhalde.

 

Proje fikri Kerem Alışık’tan çıktı; hatta Yavuz ve çevredeki insanlar daha muhalefetle baktılar. “Daha önce yapıldı bu iş, oyunu da oynandı ve başarılı oldu acaba başka bir iş yapsak mı” fikri vardı. Kerem o kadar inandı ki projeye herkesi ikna etti. Senaryo sürecinden sonra rolümle karşılaştığımda bunu kesinlikle iştahla oynamalıyım diye düşündüm.

 

Roman uyarlaması bir oyuncu için avantaj mıdır dezavantaj mıdır?

 

Bence avantajdır. Çünkü her canlandırdığınız karakter için sağlam deliller bulamıyorsunuz. Gelen senaryolarda ayakları yere basmama problemi oluyor. Ama edebi uyarlamada daha gerçek, daha ayakları yere basan, nerden geldiği, neden yaptığı, gerekçeleri sözler üzerinden değil de durum üzerinden anlatılan karakterler ve hikaye var. Bence çok büyük avantaj diye düşünüyorum.

 

Filmin çekimlerinde sizi üzen ya da sıkan sahneler oldu mu?

 

Canlandırdığım Meryem karakterinin film içindeki her durumu sertti. Bir uçurumun kenarında duran kişisel hikayesi var. Doğum sahnesi, intihar sahnesi, Fatma’nın tecavüze gitme sahnesi öyle. Yani hayatında tutunabileceği tek bir kişi geliyor ona da zarar veriliyor. Zaten hayatta karşılaştığı şeyler çok sertti. Düşünecek olursak bütün sahneler çok zordu aslında. İntihar sahnesi benim için çok farklı bir tecrübeydi diyebilirim.

 

Çekimlerden sonra eve döndüğünüzde ne hissettiniz?

 

Eve döndüğünüzde tabii o olmuyorsunuz. İşin profesyonelliği bu herhalde. Mesela doktor da hastasını kaybettiğinde etkilenir tabii ki ama çok patolojik bir durum olmaz. Bir şey sizi etkileyebilir ama bunun bir dengesi olmalı. Bir galaya gidip çok güzel bir kıyafetle yürüdüğümü düşünün ama evimde o kıyafetle gezemem. Aynı şey.

 

O zaman oyuncuların duygusal kontrolünün normal insanlardan daha farklı olduğunu söyleyebilir miyiz?

 

Çok iddialı bir cümle, emin değilim bundan. Hayatımız başka ama o bir meslek. Ben gerçek hayatta duygularını daha çok belli eden, saklayamayan bir insanım. Songül olarak bir disiplinim yok, yaradılış olarak böyleyim. Zamanla da ikisini ayrıştırabilme durumunuz oluyor. Ağzınızda buruk bir tat kalıyor ama Songül noktasından bakıyorsunuz işe.

 

  1. Koğuş’ta apayrı bir kadın dünyası var ve bu Türk sinemasında gerçekten azdır. Kadın rollerinden bahseder misiniz? Gerçekten kadın dünyasına dair bir mesaj veriyor mu?

 

Aslında bu film insanlığa evrensel mesajlar veriyor. Bir nefis yoklaması bu film aslında. En zor koşullar altında insan insani özelliklerini kaybedebilir mi? Hayvanla eşit seviyeye gelebilir mi; aslında onu soruyor. Suç ve ceza sistemini yargılıyor. Tabi ki kadın da bundan nasibini alıyor. Cinsiyete dönük şiddet var tabiî ki içerde ama erkeğe de var bir şiddet. Erkek de dövülüyor. Kadın cinsel istismara uğruyor dünyanın her yerinde olduğu gibi. Kadının en zayıf cinselliği olarak düşünülüyor ve her zaman sömürülmeye açık. Bana burada en trajik gelen kadınların kadınları tecavüze götürmesinde faillerden biri olması. Hastalıklı erkek dünyası bunu zaten böyle algılıyor, kadın cinsel zevki giderecek bir nesne. Ama burada iki tane kadının da bu saldırıya yardım etmesi senaryoyu okuduğumda tüylerimi diken diken etti. Bu kadar mı insanlık yitirilir, bu kadar mı insan insanın kurdu olabilir? Bir de burada bence önemli olan suç ve ceza sistemi var. Ceza sistemi mahkûmları ehlileştirici bir şekilde mi, rehabilite edebilen bir şekilde mi? Hayır. Orada da cinsel istismar yapılıyor. Üstelik kadınlar tarafından, hırsızlık düzeni, kandırılma, itilip kakılma var. Dolayısıyla hayatın içinde tecrit ediyorsunuz bunları yanlış şeyler yaptı diye. Ama hayatın içindeki her şeyin prototipini hapishanede yapıyorsunuz. Aç bırakılarak, cinsel istismar yapılarak hiçbir canlı terbiye edilemez, aksine vahşileşir.

 

İdama karşı çok güçlü bir mesaj da var. Bunu da biraz yorumlar mısınız?

 

Kişisel olarak hiçbir suçun cezasının ölüm olacağına inanmıyorum. Suç ve ceza sisteminin de gerçekten düzenlenmesi gereken bir yara, bir veba olduğunu düşünüyorum. Başarısız olunuyor. Çünkü af çıkıyor ve bu aftan yararlananlar tekrar aynı suçu işliyorsa bir sorun var burada. O zaman sen onu ıslah edememişsin. Ben insanların sanatla edebiyatla iyilikle ıslah edilebileceğini düşünüyorum. Şiddet şiddeti doğurur. Şiddet kin duygusunu besleyebilir ancak. Bir cana karşı bir can almanın da dünyada kesinlikle kaldırılması gereken bir sistem olduğunu düşünüyorum.

 

Hadım yasası hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Bir hastalık boyutundaysa eğer yapılması bence adil. O bir silahla eşdeğer. Yükselen, nükseden, gözünü döndüren bir şey varsa bu tedavi edilmeli. Amaç o duyguları, o hormonları azaltmaksa neden olmasın? Yakın zamanda öyle spekülatif şeyler yapıldı ki… Kadın eğer açık giyinirse o cürümün yarısı kadına ait oluyor denildi, böyle bir şey olabilir mi? O zaman ben bir fırıncıyım ve çok güzel ekmekler yapıyorum, çok güzel kokuyor. O zaman gelip çalsınlar ekmekleri. Veya ekmekler o kadar güzel kokmasa mıydı? Kadına yaklaşım o kadar tuhaf ve adaletsiz ki…

 

80’lerde feminizmin ayak sesleri duyulurken 2000 sonrasında bu anlamda bir geri dönüş olduğunu düşünüyorum. Buna katılıyor musunuz?

 

Kadın meselesinin oyunculukta çok bahtsız olduğunu düşünüyorum dünyada. Edebiyatta da erkek karakterler daha baskın. Hele Türk sinemasında kadınlar yan karakter mutlaka. Kendini, durumunu anlatabilecek ne zaman veriliyor, ne şans. Kadın o kadar kısıtlı ki bence senaryolara da yansıyor. Kadın daha geride, erkek karakterlerin hikâyeleri daha baskın. Shakespeare’e de baktığınızda öyle. Kadın karakter, kadın hikayeleri konusunda daha almamız gereken çok yol olduğunu düşünüyorum.

 

Dizilerdeki başarınız ortada ve dizilerinizin yurtdışına satılması söz konusu. Türkiye’nin yurtdışına açılması için çok önemli bir yolculuk, oyuncular açısından da öyle. Bunu nasıl yorumlarsınız

 

Televizyon çok güçlü bir araç. Ne kadar snob bakarsak bakalım bu realiteyi değiştiremiyoruz. Evet çok hızlı yapıldığı için çok fazla emek ve kalite kaybı oluyor ama çok çabuk ulaşıyor insanlara. İnsanlar evlerine kapandılar. Dolayısıyla da bir şeyleri anlatmak için güçlü bir alan aslında. Bu Gümüş dizisiyle başlayan bir süreç oldu ama devamı da geldi ve çok başarılı oldu. Ben bu işten dolayı birçok Ortadoğu ülkesini ve Balkanlar’ı gezdim. Bulgaristan’da şöyle bir soru geldi “Siz ülkenizde başınızı kapatıyor musunuz?” Ben de “Bizim ülkemiz çok renkli ve başörtüsü takma ve takmama özgürlüğü olan bir ülke” dedim ve çok şaşırdım aslında. Bulgaristan ülkemize çok yakın bir yer. Aslında Bulgarların yaptığını da biz Arap ülkelerine yapıyoruz. Arap deyince bir Arap figürü geliyor aklımıza. Sanki insanlar hala develerin üstünde gidiyor. O kadar gelişmiş ki aslında o coğrafya da. Çeşitlilik ve farklılık var. Fakat bir benzerlik de var. Coğrafi açıdan da aslında birbirimize çok uzak olmadığımızı, o kadar zararlı olmadığımızı ve televizyonun, sanatın insanları birbirine yakınlaştıran çok güçlü bir silah olduğunu keşfettim. Bunun da oyunculuk sektörüne çok katkısı olduğunu düşünüyorum. Yurtdışında tanınıyoruz ve insanların da bizi fark ettiğini düşünüyorum. Sinema sektörü de bence bu ilgiyi kullanmalı. En zoru uluslararası PR yapmak değil mi? Bence en zoru bu ve bunun değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

Ünlü olmak bazen dezavantaj oluyor mu?

 

Aslında ünlü olma durumunu unutuyorum. Ben utangaç biriyimdir, daha geri planda durmayı tercih ederim. Ünlü olmak bu işin sadece gerçekliği. Oyunculuk benim hayatım değil, benim mesleğim. Böyle düşünürseniz bir hastalık olur ve kirlenilir. Tanınmak bu mesleğin getirdiği bir şey. Bu size tanrının verdiği bir fazlalık değil. Bu işi yaparsanız sonucu bu olur. Yarışma programına katılanlar da ünlü oluyor ama beni onlardan ayıran yaptığım iş. Ünlü olmak o kadar da mühim değil bence bir araç sadece. Hak eden ve istikrarlı olan biri için iyi.

 

Sinemaya bakış açısınız nedir? Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?

 

İyi hikâyelerin, inandırıcı, ayakları yere basan kompozisyonların içinde olmak istiyorum.

 

Sinema aynı zamanda gişe işidir. Proje geldiği zaman bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Ben tabiî ki gişe filmi, sanat filmi olarak ayırmıyorum. Ama ahlaki olarak da bir sınırı var bence. Bu Arap işleri olduktan sonra aslında bize o kadar çok proje geldi ki. Ama yeni bir şey yoktu. Hepsi taklit ve devamdı. Çok iyi paralar vardı ama bu işin de o kadar paraya dayandığını düşünmüyorum. Gişe benim için o kadar da öncelikli değil. Burada yanlış anlaşılmasın gişe tabiî ki önemli. Ama filmine göre de değişir. İnce bir dengesi var.

 

Yeni bir projeniz var mı?

 

Evet yeni bir senaryo geldi okuyorum şu an ama bakalım. İyi olacağını düşünüyorum.

 

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.