‘Kağıt’ filmiyle yine gündeme damgasını vuran Sinan Çetin sisteme karşı eleştirilerini sıraladı. Bu eleştirilerden bürokrasi, devlet olgusu, kanunlar hepsi payını aldı…

Sinan Çetin sinemamızın ayrıksı yönetmenidir. Her daim muhalif duruşunu sergilemeye devam eder. Bu yönüyle de sivri bir kişiliği olduğunu söyleyebiliriz. Aslında geçen haftalarda vizyona giren Kağıt filmi Sinan Çetin’in en sert mesajları gönderdiği filmlerinden. Bürokrasi ve devletin insan hayatını kısıtlayan yapısı üzerine eleştirilerini sıralayan Çetin, Kağıt filmini kendi yaşadıklarından etkilenerek çekmiş. Filmin yapısı öyle ki, bu filmle ilgili yapılan röportaj hayat üzerine bir tartışmaya döndü. Bence iyi de oldu. İşte bir yönetmenin sisteme karşı duruşu…

Proje nasıl ortaya çıktı?

1977 yılında başımızdan geçen, buna benzer bir bireyin devlet karşısındaki güçsüzlüğü ve yalnızlığını anlatan bir durumla karşılaştık. O günden beri, 30-35 senedir bu acının, sıkıntının filmini yapmak istemiştim. Önce bir komedi filmi olarak ele almak istedim sonra çekerken, çektiğimiz acının, sıkıntının gülünecek bir yanı olmadığını düşündüm. Bunu biraz da oyuncumuzun yüzünden etkilenip hissettim. Öner’in (Erkan) yüzündeki trajik ifade bende filmin çok acı bir yanı olduğu duygusunu uyandırdı ve son derece sert bir film yaptım.

Eleştirilerinizin odağında siyasi partiler var mı?

Biraz önce dediniz ki dünyadaki tüm problemlerin kaynağı kapitalizm… Aslında sosyalist ya da kapitalist fark etmez, devlet sistemleridir asıl problem. Bir yerde ne kadar devlet varsa o kadar çok problem vardır. Bir yerde aksayan bir şey varsa devlet olduğundan, gereksiz kural olduğundan, hayat sıkışmıştır. Devlet bürokrasi ve lüzumsuz kanunların süratle uzaması ileride insanların yaşayacak alanlarının kalmamasına sebep olacağına düşünüyorum. Ve kanunlar her zaman insanları korumak için yapılır, bütün kanunlar iyi niyetle yapılır. Başörtüsü yasağı ve Kürtçe, Türkiye’de çok ciddi sorunlara yol açmıştır. Biri Türkiye’de başörtü olmasın, modern bir ülke olalım gibi iyi niyetli bir fikirden çıkmış, diğeri ülkemizde Kürtçe konuşulmasın, vatanımız bölünmesin gibi iyi niyetten çıkmış fakat bu niyetler yeryüzünde bütün katiller, bütün şeytanlar bir araya gelse onların veremeyeceği kadar büyük bir zarar vermiştir ülkemize. Mesela Türkiye’de parayı koruma kanunu vardı. Türk parasını koruma kanununu kaldırdığımız için uluslararası açılım var, havayolları da globalleşmiş durumda, dünyayla aynı nefesi alıyoruz. Türk parasını korumaya kalkanlar kötü niyetli miydi, adı üstünde Türk parasını korumak için bu kanunu çıkarmışlardı. Türk parasını korumaya gerek mi vardı? Yoktu.

Cast’ı nasıl ayarladınız? Öner Erkan’ın performansını çok beğendim.

Teşekkür ederim, evet çok iyi oynadı. Bütün oyunculardan memnunum açıkçası… Bir oyunculuk problemimiz yok, hepsi mükemmeldiler.

Sizin çektiğiniz filmler çok aralıklı geliyor 2001-2007 ve 2011…

Şunu söyleyebilirim, vizyona soktuğum kadar sokmadığım filmler de benim gurur duyduğum işler. Ben 3000 saate yakın televizyon kaseti yollamış yapımcıyım, 50 taneye yakın, uzun metrajı sinemaya sokmuş yapımcıyım, arada 2 tane filmi saklamışım kime ne? Neyi ilgilendirir? Bizim bitirmiş olduğumuz yayına soktuğumuz 25-50 tane film var. Yönetmen olarak 10 tane filmim var. Kimin 10 tane filmi var?

Türkiye’de yönetmenlerin özgür olduğunu düşünüyor musunuz? Kendi kendilerini kategorize ettikleri, sınırlandırdıkları doğru mudur?

Türk Sineması’nın sorununun özgürlük olduğunu sanmıyorum. Türkiye’de herkes istediği filmi yapabilir. Problem insanların oto sansürü. Türkiye’de “Devlet tarafından denetleniliyoruz da film yapamıyoruz” demekten ziyade insanların Türkiye’de yaşadığı mahalle baskıları, kendi oto sansürleri, zihinlerinin içine girdiği hapishane daha büyük bir problem. Yani zihinlerin hapishanesinde dünyanın başka ülkelerinde konu bile olmayacak kadar önemsiz detaylar Türkiye’nin düşünce problemi olabiliyor. Yani bir ulusun konuştuğu dilin ne olması gerektiğini insanlar tartışmıyor bile. Biz burada iki dil mi olsun, üç dil mi olsun, beş dil mi olsun diye kıyametleri koparabiliyoruz. Türkiye’deki zihin hapishanelerinin kırılması lazım. İnsanların başına ne takıp takmadığı, hangi dili konuştuğu, ne yiyip içtiği falan bunların sorun olması tamamen zihinlerin içinde bulunduğu hapishaneden kaynaklanıyor. Yoksa gerçek hayattaki sorunlar bunlar değil.

Son dönemlere baktığımız zaman dönem filmlerinin çoğunlukta olduğunu görmeye başladık. Bunların yeterliliklerini nasıl yorumlarsınız?

Burada problem ne biliyor musunuz? Problem şu; sinema seyircisi para verir, sinema yapımcısı da yapar. Seyirciden para gelir yapımcıya, yapımcı da aldığı parayla gider ona layık olur, olmaya çalışır. En iyi prodüksiyonu yapar, seyirci de ödüllendirir. Kötüyse zaten seyirci cezalandırır. Sinema seyircisine, yönetmenin sorumluluk duyması gerekir. Yapımcı veya yönetmen seyirciden aldığı ödülle yeni filmini yapmalıdır. Bu döngünün içine dışarıdan yabancı madde girdiği anda yapı bozulur. Nedir o yabancı madde? Yok devlet yardım ediyor, yok fonlar yardım ediyor, sinema düşmüş topal bir sanat mı ki gidiyorlar yardım ediyorlar? Dilencimi sinemacılar? Sinemanın seyircisinden başka bir yerden para almaya ihtiyacı yoktur. Bir film yapma yeteneği varsa, 1000 dolara artık Iphone-4’le çekip bir yapımcıya “Bakın benim çektiğim kareler ve planlar, beğendiysen bana para ver. Ben de filmimi yapayım” diyor. Ben de yapımcı olarak para veriyorum. Yani film yapmak için yapımcıdan başka bir şeye ihtiyaç yok. İlk filmi yapanların elinde kolunda eskiden güç yoktu şimdi teknoloji var. 1000 dolara film yapıyorlar. Devletin ilk filmini yapan adama yardım etmesine gerek yok. Devlet buradan çekilirse, yani bütün bu fonlar ve yardım kuruluşları ellerini sinemadan çekerse ortadaki büyük kirlilikte temizlenecektir. Son derece gerzek, son derece aptal filmlerin yapılması da ortadan kalkacaktır. “Nasıl olsa ben paramı aldım, seyirci gelmese de olur” diyor ve son derece kötü filmler yapıyorlar, bir de seyirciyi sinemadan soğutuyorlar. Devlet sinemaya para vermesin, parada kesmesin, yüzde 18 para kesiyor. O yüzde 18 kestiği para yapımcıda kalabilir. Yapımcı bu parayı kullanır. Yapımcının zengin olmasında bir problem yok. Çünkü elindeki parayi genç yönetmenlere verip yeni filmler yaptırmak isteyecektir. Bu kadar net.

Son olarak filmle ilgili izleyicilere söylemek istediğinizi bir şey var mı?

Bence Kağıt bu sene yapılmış filmlerin en iyilerinden bir tanesi. Çok önemli meseleden bahsediyor. Bir derdi olan film.

Devletin hayatımızdaki yeri azalmalı

Filminiz bürokrasi karşıtı bir film ama bürokrasi de devletin işleme sistemi olduğuna göre biraz da devlet karşıtı bir film olarak algılanabilir mi?

Katılıyorum… Bürokrasiye karşı bir filmden ziyade devletin hayatımızdaki yerinin azalmasıyla ilgili bir film. Çünkü devlet hayat organizasyonunda devamlı çatışan bir kurumdur, sistemdir bence… Sizin sözünü ettiğiniz sistem, devlet sistemidir. Dünyanın her yerinde ne kadar çok kanun o kadar az hayat demektir. İnsanların hayatına ne kadar az müdahale ederseniz, insanların mutluluğu arama hakkı için yol açması daha kolay olur. O yüzden ne kadar az devlet o kadar çok hayat demek istiyor film.

Hikaye ne kadar kişisel?

Yok yok baya kişisel. Benim ilk filmim yıllarca sansür mücadelesinden sonra bir kısmı kesildi, vizyona çıktı. O dönem bizim maddi durumumuz baya kötü oldu. Bürokrasiyi geçemediğimiz için filmi vizyona sokamadık yani…

Türk sinemasının içinde bulunduğu yeni yapılanmayı doğru buluyor musunuz?

Yapılanma mı var? Ben onu anlamadım.. Nasıl bir yapılanma var, ben bilmiyorum.

Mesela 2010’da ödül alan filmler var yurt dışında. Bu filmlere baktığımız zaman yurt dışında Türk sinemasının dili minimalist bir dil fakat yurt içinde bu böyle değil. Burada çok daha fazla gişeye oynayan filmler var ya da farklı dilde filmler var ve bunlar gişenin çoğunu alıyorlar. Bu anlamda bir karmaşa söz konusu mu?

Değil valla bence bütün bunlar kendi suyunda gidiyor, gişeye oynamakla sanat filmi yapmak, sanata oynamak gibi şeyler benim aşağı yukarı anlamadığım şeyler. Bence iyi film veya kötü film vardır başka da birşey yoktur. Bu tür ayrımların tümünü saçma, yersiz, lüzumsuz buluyorum. Herkes bence iyi film yapmanın peşinde ticari olarak yapanların illa kötü film yapacağım gibi bir amaçları yok ki… Sanat filmi yapanların da kimse gelmesin benim filmime diye düşündüklerini sanmıyorum.

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.