Banu Bozdemir
Küçükken doğanın sihrine inanırdım, her şeyin bir sihir sonucu gerçekleştiğine… Hala da sihirli olduğuna inanıyorum ya! Yeryüzünü kaplayan sisin içinden hep kocaman insanların çıkıp gelmesini beklerdim. Depremin ise canı sıkılan taşların yer değiştirme oyunu olduğunu düşünürdüm. Şimşek çaktığında gökyüzünde şiddetli bir kavga olduğunu, karların gökyüzünden bizimle oyun oynamaya inen küçük melekler olduğunu… Büyüyünce aslında bunları hepsinin bir doğa olayını öğrendim. İnsanların canını yakan bir doğa olayı… Ya da doğanın intikamı da diyebiliriz, her geçen gün biraz daha bozulan dengesiyle… Onun da tutunma noktaları, sınırları var, kendince kurduğu dengeleri… Bu yazının konusu insanoğluyla doğa arasındaki itişme kakışma, yakınlaşma hali… Ya da öyle gözüken, doğanın insanoğluyla pek bir içli dışlı olduğu halleri, filmleri…
Bu ay vizyona giren Danny Boyle imzalı 127 Saat’le açılış yapmak sanırım isabetli olacak. Gerçek bir olaydan uyarlanan, Aron Ralston’un beş gün süren hayatta kalma savaşı… Sonrasında bir bacağını doğaya adayarak kurtulması, doğayla insan arasındaki o sürtüşme hali görülmeye değer… Martin Campbell imzalı Dikey Limit insan ve doğanın çatışması, her an bir diğerinin öne geçmesiyle hareketlenen bir yapım. Kız kardeşi ve ekip arkadaşlarını kurtarmak için soğuğa ve zirveye doğru yapılan tehlikeli bir yolculuk… Gerilim Hattı / Vertige de tam insan ve doğanın sınırlarını zorlayan filmlerden. Doğa izin vermezse geçemezsin durumu var filmde! Doğanın gizemi ve barındırdığı şeyler de cabası! Ama doğanın insandan öç alması temalı filmlere eşlik eden en güçlü film bence Hitchcock imzalı Kuşlar. Zira ekolojik dengelerin bozulup, hayvanların bunun öcünü alacağını öngören filme 1960’lı yıllarda rastlamak bir hayli ütopik ve aynı zamanda gerçekçi… The Snowwalker da doğanın içinde bir yaşam mücadelesi… Kuzey kutbunda tundraya saplanan uçak, hasta kadını hastaneye yetiştirmeye bir adam. Araya fildişleri ve çıkarlar girer ama doğayla mücadele tam gaz devam eder. Bkz: Şerif Gören’in Yol filmi. Adam Green imzalı Frozen ise doğa ve insan çatışmasının kış hali… 80’ler havasıyla donatılmış filmde doğanın sessizliği ve soğuğuyla insanın içine saldığı korku yeter! Doğanın acımasızlığı ormanlık ve ıssız alanlarda, bir de karla kaplanmış sonsuz boşlukta daha da fazla açığa çıkıyor. Doğanın kendisi etkili olmasa bile insanları ittiği noktalarda arıza çıkabiliyor. Örneğin: Cold Prey / Şeytanın Oteli’nde olduğu gibi. snowboard yapan gençlerden birinin kayıp bacağını kırmasıyla bütün planları alt üst olan gençler terk edilmiş bit otele sığınır ve olanlar olur! Stanley Kubrick imzalı Shining de bu kapsama alınabilir. Soğuğun mekanlara ve yalnızlığa ittiği insanların psikolojileri de bozulur! Şerif Gören imzalı Derman da kar ve soğuğun bir arada tuttuğu, kıpırdatmadığı ve alt üst ettiği duygular üzerine kurulu bir film. 120 filminde de kara kışın esir aldığı, 120 çocuğun ölümü anlatılır. Soğuğa daha fazla dayanamayan, kıyafetleri de dondurucu soğuğa uygun olmayan 120 çocuk 1914 yılında Sarıkamış’ta hayatını kaybeder. Film gerçek bir olaydan uyarlandığı için ayrıca acı vericidir. Daha vizyona girmeyen Sabahatin Ali’nin Ayran isimli öyküsünden uyarlanan Karbeyaz’da da doğanın kış hali ve onun zorlukları var ve ona direnmeye çalışan küçük bir çocuğun öyküsü…Belma Baş’ın vizyon yüzü görmeyen Zefir’i de doğanın insanın içine saldığı, yarattığı atmosferiyle insanı etkilediği filmlerden. Doğa her şeyi saklar!
Birazda yıkım senaryolarını anlatan, kıyamet alameti filmlere bakalım. 2012 bu anlamda başı çekenlerden. İnsanlığın sonunun 2012’de olacağını öngören Maya uygarlığının tezini büyük bir Hollywood yapımına dönüştüren Emmerich, doğanın insana nasıl üstün geldiğini anlatıyor, dağılmış doğa insanları yutuyor. Yarından Sonra’da aynı derde dikkat çekiyor büyük bir yapım olarak. Sera gazlarını ortaya salan insanlar sonrasında doğanın gazabıyla karşı karşıya gelir. Bu konuyu kısa geçiyorum çünkü kıyamet alameti filmleri ayrı bir dosya olarak ele almıştık geçen sayılarımızda.
İnsan ve doğa çatışmasına en güzel örneklerden birisi de Miyazaki imzalı Monokoe Hime / Ormanın Prensesi filmidir. İnsanın amacı doğayı yok etmek üzerine kuruluyken hayvanların ki onu yaşatmak üzerine. Zaten animelerin mesaj kaygılı halleri, fantastik ve güzel görüntülerle birleşince ortaya muazzam filmler çıkıyor. Kurtlar tarafından büyütülen Prenses Mononoke ve hayvanlar kötü insanlara karşı birleşiyor, doğa için bir savaş başlıyor. Yönetmenin bir başka filmi Rüzgarlı Vadi’de aynı dertten muzdarip yapımlardan. Film kıyamet sonrası bir dünyada geçiyor ve insanların hala doğayı ve birbirlerini mahvettikleri bir atmosfere odaklanıyor!
İnsanoğlunun hırslarından beslenen filmlerden biri de Anaconda. Doğanın düzenini bozarsan o da gelir bir gün senin boynuna dolanır hesabı filmlerden. Anaconda’nın her serisinde genetiği bozulmuş ve kocaman olmuş bir yılan insanların peşine düşer mecburen ve yer!
Timsah: Nehrin Dişleri filmi de benim için aynı etkilere sahip. Doğa madem canlılar için yaşam alanlarına ayrılmış… İnsanlar her yere burunlarını sokarlarsa sonuçlarına da katlanmak zorundalar durumu, timsahlar sinsi ve zeki hayvanlar sonuçta! Open Water / Açık Deniz her ne kadar bu yazının konusu gibi durmasa da, insanoğlunun doğaya karşı dayanma gücünü sınayan filmlerden. Doğaya bu kadar zarar verip, ona bu kadar temkinsiz yaklaşmamamız gerektiğini hatırlatan filmlerden! Grizzly Man / Ayı Adam Werner Herzog imzalı bir belgesel. Burada Timothy Treadwell adlı boz ayı uzmanı ve vahşi doğa eylemcisinin trajik ölümü anlatılıyor. Zira Treadwell izlemekte olduğu ayı tarafından öldürülüyor, belgeselde doğa ve insan arasındaki o hassas ilişki sorgulanıyor. Ayı Adam demişken Ayı, Bir Sevgi Filmi’ne değinmeden olmaz. İnsanların keyif için ayı avına çıktığı bir belgesel, belgeselden çok his filmi. Küçük ve büyük ayının kaçışı, büyük ayının insanlara saldırması… Doğaya uzanan, onun huzurunda çekilen bir film. Al Gore’un dünyanın dengesini nasıl bozduğumuzu gösteren Uygunsuz Gerçek’i bu kapsama alınmalı. Önce dünyaya ne yaptığımızı görelim ki, onun bize yapacaklarına diyecek sözümüz kalmasın!
A Civil Action / Dava filmi de doğanın dengesini bozanlar ve ona karşı mücadele edenlerle ilgili… Büyük şirketlerin içme suyuna karışan atıkları, sekiz çocuğun ölmesi ve bir avukatın sekiz acılı ailenin davasını üstlenmesi. Erin Brockovich de doğayı kirletenlere karşı açılan bir gerçek yaşamı anlatıyor. Yine kirletilen sular, hastalanan insanlar ve kendini bir mücadelenin içinde bulan Erin Brockovich…
Doğayla farklı iletişimler kuran filmlerden biri de Sean Penn imzalı In to The Wild. Doğanın intikam alma gibi bir duygusu yok ama yalnızlığa adanmış bir yaşamı da geri çevirmiyor ve insanlığa yönelmiş tüm hırsını o yalnız bünyeden çıkarıyor… Özcan Alper imzalı Sonbahar’da doğanın insanın üzerinde kurduğu psikolojik baskıya yer veriyor bir yanıyla. Hayat sonlanırken, doğadan fışkıran yaşama sevinci bir çekişme hali sunuyor. Antichrist doğayı psikolojik kökenli bir mekan olarak gösteriyor ve insanın kendisiyle olan sorunlarına çok güzel zemin teşkil ettiriyor. İnsandan olan intikamını yine insansı yollarla alıyor… Vizyon yolu gözüken The Tree / Ağaç filminde kesilmek istenen ağacın gazabı bütün insanları etkiliyor. Ruhani bir anlamla insanların en büyük dostu olan ağaç, doğanın her halini bünyesinde barındırıyor adeta! Avatar da bu anlamda insanın doğaya yaptığı zulüm ve karşılığında gördüğü ceza olarak algılanabilir!