Dergide, geçen ay Banu Bozdemir’in kaleminden çıkma “Türk sinemasının çocuk oyuncuları” dosyasını kıskanmadım desem yalan söylemiş olurum. “Yeminle benim aklıma gelmişti…” diye mızıkçılık yapmaktansa, bir şekilde bu “çocuk oyuncu” popülaritesinden nasıl nemalanırım diye düşünürken, kafamın üzerinde enerji tasarruflu ama yüksek lümenli bir ampul yanıverdi! Yeşilçam, söz konusu çocuk oyuncular olduğunda bitmek bilmeyen bir madendi ve 80’lerde annemin çekiştirerek götürdüğü, kısır yenip, göbek atıldıktan sonra videoda acıklı filmler izlenen ‘gün’lerde kaktırılan Arabesk furyası filmleri neredeyse kreş açılacak kadar çok küçük şarkıcı/oyuncu içeriyordu. Yazacağım dosya temasını bulmuştum, haliyle çok mutluydum.
Murat Tolga Şen / twitter: murattolga
80’ler çok acayip zamanlar… 12 Eylül darbesi sebebiyle memleketin kültür hayatı korkunç bir erozyona uğrarken, yağmur sonrası birden yetişen mantarlar gibi ortaya çıkan duygu sömürücüsü arabesk şarkıcılarına yapılan filmler, video denen yeni ve muhteşem! bir medya aygıtı sayesinde evimizin rahatlığında izlenebiliyordu. “Ev sineması” nedir bilmiyorduk ama evde sinema izlemekten dolayı şaşkınca mutluyduk. Ne de olsa çocuklardık, parlak yeşil yıldızlardık o zaman…
Video denen çılgın aletle memleket sıkıyönetim günlerinde tanışmıştı. Erken 80’lerde, devlet televizyonunun yayınladığı naftalin kokulu filmlerden ve dizilerden gına gelmiş, halk da doğal olarak bu inanılmaz eğlence vaadine kanıp, neredeyse 3-4 maaş toplamına sahip olunabilen video cihazlarını yine üstünde dantel olması şartı ile TV’lerinin altına yerleştirivermişti. Bu kadar pahalı olmasına rağmen böyle rağbet görmesinin en önemli sebebi de, ilan edilmemesine rağmen neredeyse Demirperde ülkelerinden bile daha despot bir anlayışla yönetilen memlekette eğlence namına hiçbir şey kalmamış olmasıydı. Ayrıca bu teknoloji harikası cihazlar tam bir statü sembolü idi. Tıpkı televizyonların ilk görüldüğü zamanlardaki gibi, videosu olan ailelerin itibarı artıyor, misafirleri eksik olmuyor, dolayısıyla havalarından da geçilmiyordu. Videosu olanlar da kendi arasında ikiye ayrılmıştı; kaydedicili videosu olanlar ve sadece oynatıcı sahibi olanlar… O raptiye rap rap’lı yıllarda hiçbir özgürlüğü olmayan ama videosu olan insanlar için durum bu kadar vahimdi anlayacağınız.
Videolar evlere girdikçe her sokakta kiralamacılar açılıyor, yetişmediği yerde bakkallar bile film kiralıyordu. Yasaklar yüzünden sona eren seks furyasından sonra zaten iyice dara düşen sinema salonu işletmecileri endişeyle yeni gelen bu büyük dalgayı izliyorlardı ve yapacak tek bir şey vardı. 70’lerde iyi iş yapmış Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur’lu ‘şarkıcı filmlerinin’ benzerlerini bu yeni arabeskçi tayfasıyla ama çok daha ucuza kotararak çekmek ve göstermek. Bütçesizlik yüzünden iyice berbat görünen bu filmlerin seyirci çekmesinin ise tek bir yolu vardı; sömürünün suyunu çıkarmak… Öyle de oldu. Birbirinden insafsız öyküler peşisıra çekilip yeni bir alt tür yaratıldı. Bu sömürünün en güçlü ikonları ise sahip oldukları masumiyetle perdede göründükleri anda bile herkesi ağlatan ‘Küçük’ler oldu. İrili ufaklı video yapımcıları da çok geçmeden bu çocukların üzerine oynadılar ve ortalık bir anda, tiz çığırılmış türkülerle/şarkılarla doldu.
Yavuz Turgul’un “Muhsin Bey” filminin ünlü çatı sahnesinde, eski zaman beyefendisi Muhsin ile Urfa’dan henüz gelmiş hevesli türkücü Ali Nazik çatıda düşmemek için birbirlerine sarılırlar ve Muhsin Bey’in ağzından o ünlü replik gelir; “korkma…tutun bana! şimdi sen bir adım ileri atacaksın, ben bir adım geri… böyle kurtulacağız buradan“. Gerçekten de, 80’lerde geçmişe ait güzel, özel ne varsa bir adım geri atarken köyden kente göç etmiş nufusun beslemesiyle yağmacı bir ruh bir adım ileri atmaktaydı… her yerde Arabeskçiler, küçük Emrahlar, Ceylanlar, Haliller, Ayşeler, Fatmalar… Dizboyu bayağılık ve basitlik ve işte o furyanın çocukları…
Furyanın en akılda kalan oyuncuları, büyük halleriyle de karşımıza çıkıp durmakta olan küçük Emrah ve küçük Ceylan’dır. Küçük Emrah olarak hafızamıza kazınan oyuncu/şarkıcının asıl ismi Emrah İpek’dir. Kaşlarını aşağı indirerek takındığı Acme karakteri Elmor yüz ifadesiyle “acıların çocuğu” tiplemesinin en iyi uygulayıcısı olan Emrah, 1984’de ilk filmi olan “Zavallılar”ı çektiğinde 13 yaşındaydı. Çocuktan ziyade ergen sayılabilecek bir yaşta, yine de en acıdığımız arabeskçi çocuk olmayı başardı ve 15 tanesi 80’lerde olmak üzere tam 21 filmde oynadı. Gözümüzün önünde büyüdü kerata da denebilir bu duruma… “Acıların Çocuğu” “Boynu Bükükler” “Öksüzler” “Sefiller” “Vurmayın” gibi film isimlerine baktığımızda Emrah’ın verem olup ölmemesi ve şimdilerde iyice poplaşmış görüntüsüyle ortalarda dolanması şaşırtıcıdır. Emrah filmlerinin ortak yanı ise her filmde annesinin bir şekilde, ne yapıp edip kötü yola düşmesidir. Favori repliği “3 gündür bir şey yemedim ağabeyy”dir.
Küçük Ceylan olarak bilinen 1974 doğumlu Ceylan Avcı ise ilk albümü “Yaktı Beni”yi 1984 yılında çıkarmış ve 1985 yılında “Garibim Ceylan” filmiyle sinema salonlarında bolca mendil ıslattırmıştır. 6 yıllık sinema kariyerinde tam 15 filmde rol almıştır. Emrah’dan sonra en çok filmde oynayan Arabesk çocuğudur. Acıklı olmanın para etmediği 90’larda ise “yaptığına şantaj denirr, böyle aşka montaj denirr” gibi anlamlı şarkılar söyleyen Ceylan da, Emrah gibi giderek poplaşan bir karakterdir. O da günümüzde hala karşımıza çıkmakta, kolundaki kocaman “Ceylan” dövmesine yapıştırdığı swarovski taşlarla dikkat çekmeye çalışmaktadır. Ağlamaklı bir şekilde söylediği “Neden böyle yapıyorsun amca…” repliği kafama kazınmış bir plak gibidir, durmadan çalmaktadır.
80’lerin bir diğer oyuncu/şarkıcı küçüğü ise küçük Halil olarak bilinen 1973 doğumlu Halil Taşkın’dır. Kimilerine göre, dünyanın en sevimsiz çocuk yıldızıdır. 7 yaşında babasının bağlamasını tıngırdatarak başladığı müzik hayatında 10 albüm ve 7 filmi vardır. Bunlardan sadece biri, 1986 yılında Cüneyt Arkın ile birlikte çektiği “Babasının Oğlu” sinema filmi, Kalan 6’sı ise video için çekilmiş oldukça özensiz filmlerdir. Gerçi bu filmde de sinir bozucu karate hareketleri ve çıkardığı Bruce Lee taklidi seslerle beni benden almıştı küçük Halil… Son olarak “Salıncak” adlı 2009 yapımı bir kısa filmde oynayan Halil’in oldukça tiz bir sesi ve değişik bir oyunculuğu vardır. Sevimliliği ameliyatla alınmış Emrah’a benzetirdim kendisini ve “bu çocuk, bu sinirle, büyüyünce bütün mahalleyi gaz döküp yakacak…” diye düşünürdüm.
80’lerin ‘küçük’ şarkıcı/oyuncularından bir diğeri de “Ağla Anam Ağla” ve “Ezilenler” filmlerinde oynamış Dündar Yeşiltoprak’tır. Diğerleri gibi o da oyunculuk açısından fazlasıyla yeteneksizdir. Filmleri kötüdür, ama hangisininki iyidir ki zaten…?
Bu türden çocuk şarkıcı filmlerinde hiçbir oyunculuk eğitimi ve yeteneği olmayan şöhretlere genelde emektar Yeşilçam oyuncuları eşlik ediyordu. 80’ler, Fransız yeni dalgasından etkilenen sanat düşkünü yönetmenlerin Yeşilçam geleneğini tamamen reddederek yeni ve minimal bir tarif yakalamaya çalıştığı zamanlardı ve 70’lerde gözbebeği olan çoğu oyuncunun fazlaca jest ve mimik içeren abartılı oyunculuklarla bu arayışta yeri yoktu. 80’ler Türkiye sineması kendi yıldızlarını parlatıp gökyüzüne yerleştirirken, eski Yeşilçam emektarlarının sığınacağı son kale, Arabesk furyası filmleri oldu. Kah bir tavernacının, kah bir küçük şarkıcının yanında oynadılar…
1987 yılında çekilmiş, Yılmaz Köksal ve Pembe Mutlu ile oynadığı “Acı Çekenler” ise bir başka küçük oyuncumuz olan ve soyadını bir türlü öğrenemediğim küçük Demet’in tek filmidir. Açıkca bir Ceylan klonu olan küçük Demet’in sokakları arşınlayarak acıklı şarkılar çığırdığı/oynadığı bu filmde de bolca kan, gözyaşı aşk ve ille de tecavüz var… Demet’in 1989 yılında video için çektiği “Sokak Kızı” adında bir filmi daha varmış ama görmüş değilim.
Bu furyadan yakaladğımız bir başka ‘küçük’ ise o tarihte bile pek bir küçük tarafı kalmamış şarkıcı Meral Çelik… Meral Çelik’in Münir Özkul usta ile birlikte oynadığı 1987 yılında yapılmış “Kadersiz Kullar” ve “Yaşamaya Mecburum” adında iki filmi var.
Ortada bir de “Yetim Emrah” filmiyle bilinen, aslına bakarsanız bilinemeden anılara gömülen Hikmet Öztekin vakası vardır. İşbilir yönetmen Çetin İnanç, 1984’de “Ağam Ağam” adlı albümü çıkararak epey sükse yapan küçük Emrah’ın popülaritesinden daha kimselerin aklına gelmezken faydalanma isteğiyle olsa gerek, içinde Emrah olmayan bir “Emrah” filmi çekmiştir. Sokaklarda boyacılık yapan bir çocuğun acıklı hikayesinin anlatıldığı film, Türk sineması veritabanlarında bile anılmayan, tamamen unutulmuş bir yapımdır.
Çok para kazandıracak diye umutlar bağlanmış ama tek filmden öteye geçememiş bir iki küçük oyuncumuz/şarkıcımız daha vardır furyadan… 1985’de “Türkiye’mizin pırlanta sesli yıldızı” olarak lanse edilen “küçük Mustafa” Mustafa Açıkses, Mahmut Cevher ve Leyla Somer ile “Hayat Sokaklarında” filminde oynamış… Şanlı Urfa’mızın bülbül sesli prensi diyerek ittirilen Yusuf İnci’nin de tek bir filmi var; Özlem Onursal ve Yaman Okay’ın da oynadığı “Bir Ana bir Oğul”… ‘Küçük’lüğü yüzümüze çarpılmayan Tarık ve Yeşim İnanç kardeşlerin de “Yetimlerin Türküsü” adında bir filmleri var. Yine bir başka ‘kardeş’ durumu da Serpil ve Alper Beyaz’ın Salih Kırmızı ve Pembe Mutlu ile oynadığı “Kalbim Ağlıyordu”da yaşanıyor… “Müzik dünyamızın en yeni küçük yıldızı” etiketiyle ortaya çıkan Gülten Gül’ün de “Sahipsizler” adında bir filmi var. Bir de şarkıcı/türkücü olmadığı halde Uğur Esen’le 1988 yılında “Izdırap Çocukları” filminde oynamış “Ezel” dizisinin Azad’ı Burçin Terzioğlu var ki bu gerçekten ilginç bir durum… Film, Anne ve babalarını bir trafik kazası sonucu yitiren iki çocukla, onları şarkıcı yapan zengin bir gazino sahibi kadının öyküsünü anlatıyor.
Aslına bakarsanız, çocuk şarkıcı/oyuncu filmlerinin konuları neredeyse aynıdır. Ölen ya da hapse giren babalar, kardeşlerinin yokluğunda yengesine göz diken amcalar, namus cinayeti işleyip hapse giren kardeşler, kaderin sillesini yeyip, çocuklarına kol kanat geremeden kötü yola düşen anneler, havalı partilerde uyuşturucu ya da kadın tüccarlarının adamlarının kucağına ve tuzağına düşen ablalar… Tüm filmler bu karakterlerin bir torbadan rastgele seçilmesiyle oluşturulmuştur. İnsan, o yıllarda biri “Random Arabesk Movie Generator” falan mı icat etti acaba diye düşünmeden edemiyor.
Son bir isimden daha bahsetmek gerekirse, 1969 doğumlu olması sebebiyle 1987’de çevirdiği “Sarışınım/Yaşamak haram Oldu” filminde küçükten ziyade ergen olan Mahsun Kırmızıgül olabilir bu kişi… Ergen Mahsun demekte komik kaçacağından ve şimdilerde epey hatırı sayılır bir gişe filmi yönetmeni olmasından dolayı iyisi mi biz sadece Mahsun diyelim. Mahsun “Sarışınım”dan sonra kendi çekeceği “Beyaz Melek”e kadar başka film yapmış değil… Youtube üzerinden izlendiğinde farkına varılabileceği üzere pek karizmatik bir hali yokmuş o zamanlar… Varlık film’in çektiği yapımda acıklılık derecesi artsın diye “Mahzun” Kırmızıgül olarak oynatılan Mahsun’a rahmetli Yılmaz Zafer, Hüseyin Peyda ve Engin Koç eşlik ediyor. Konu beylik; Mahzun’un babası feci hastadır, o da babasını tedavi ettirebilmek için İstanbul’a getirir. Babasının hastalığıyla uğraşırken bir yandan çalışır, çalışırken de bir kızı sever ama işler ters gider ve bir sürü acıklı türkü söyledikten sonra Mahzun köyüne geri döner… Ama gerçek hayatta Mahsun Kırmızıgül köyüne dönmek yerine önce kurduğu Prestij müzikle plakçılar kralı olur sonra da Türk Blockbuster’larının unutulmaz yönetmeni… şarkıcı Mahzun’dan yönetmen Mahsun Kırmızıgül’e gelene kadar neredeyse bir metamorfoz geçirmiştir ve bunu çekirdek çitlercesine izlemek çok eğlencelidir.
Ucuzcu sinemacı takımı, 90’lar geldiğinde, Arabesk nağmeler dolmuşculardan başkasının ilgisini çekmediğinde, sinemalar çoktan otopark olduğunda ve video çılgınlığı özel TV’ler tarafından anılara gömüldüğünde bu türden filmleri yapmayı bıraktı. Bir anda gelen hayasızca akının bitiminden sonra şarkıcı/oyuncu çocukları pek arayan soran olmadı. Aralarından şanslı ve akıllı oynayan birkaç tanesi hala ortalarda dolanıyor ama insanları artık “talihsizlerrr, itilmişlerrr” diye kandırmak mümkün olmadığından onlar da tüm metroseksüel halleriyle eğlencenin tam ortasındalar. Biraz acımasız bir yorum olacak ama hepsi de o filmlerde nefret ettikleri, eleştirdikleri şeylere dönüştüler…
Yine de, samimiyetsiz bir anlayışın ürünü olan, her tarafı dökülen, hiçbir sanatsal değeri ya da sinemasal önemi olmayan sefil Arabesk filmlerinin, Yeşilçam oyuncularının zorlu 80’ler şartlarını atlatmaları için verdiği kuvvetli bir destek vardır. Sırf bunun hatırına bile şarkıcı/türkücü çocuk filmlerini minnetle anabilirim. Bu da Arabesk furya filmlerini yapanların ya da oynayanların Türkiye’nin sinemasına tek katkısıdır herhalde… 80’lerimiz bu kadar talihsiz zamanlar olmasaydı, yılların kel Mahmut’u o çığırtkan çocukları tek ayak üstüne dikip cezaya bırakırdı elbette.