Serdar akbıyık

Bu ayın önemli filmlerinden biri de Memleket Meselesi. Ahmet Uğurlu’nun başrolünde oynadığı filmin yardımcı kadrosu da birbirinden önemli isimlerden oluşuyor. Mesela Hokkabaz filmindeki harika performansıyla hatırlayacağımız Tuna Orhan, sinemamızın emektar oyuncusu Füsun Demirel ve ilerisi için ümit veren genç oyuncu Bora Akkaş. Anadolu’da idealist bir öğretmenin hayatından yola çıkarak toplumumuzun dejenerasyonunu ele alan, trajikomik yapısıyla izleyiciyi en içten duygularında yakalayacak bir film Memleket Meselesi. Bizde beklenenin aksine filmin bütün erkek kadrosunu aldık ve sıkı bir röportaj yaptık. İşte Ahmet Uğurlu, Tuna Orhan ve genç oyuncu Bora Akkaş’ın sohbeti…

Proje size nasıl geldi?

Ahmet Uğurlu: İsa bir senaryo yazdığını ve benimle çalışmak istediğini söyledi. Ben de onun üzerine herkese olduğu gibi, çünkü İsa’yı da önceden tanımıyordum, önce senaryoyu yollamasını okuduktan sonra görüşebileceğimiz söyledim. Senaryo geldi okudum, okuduktan sonrada randevulaştık genel hatlarını konuştuk, sonra ikinci toplantımızda tekrar genel hatlarını konuştuk. Daha sonrada çekimler için Gazipaşa’ya gittik.

Tuna Orhan: Senaryoyu çok beğendim ben. Son zamanlarda bana gelen senaryolar içinde en iyisiydi. Zaten ben İsa’nın yüzünü senaryoyu okuduktan sonra gördüm. Bu bir hatır işi değildi. Dediğim gibi senaryoyu çok beğendim ve bir şekilde de oldu.

Bora Akkaş: İsa abi aradı beni. Bilmiyorum kendisi beni düşündü herhalde, beni bildiği için. Aynı zamanda iki sinema projesi daha vardı konuştuğum, ama İsa abinin hikayesi çok içten, çok naif geldi. Bana daha yakın olan bir senaryoydu. Aynı zamanda çok değerli bir şey vardı, Ahmet Uğurlu’yla, Tuna Orhan’la, Füsun Demirel’le çalışacak olmakta çok önemliydi benim için. birde ben hissediyorum genç bir oyuncuyum kimle çalışırsam oyunculuğum bu yönde değişiyor. Bana bir şeyler katacak insanlarla çalışıyor olmak çok önemli. Buda doğru bir kadroydu benim için bu zamanda. Filmin bütünü de çok güzeldi hikâyesi de kabul ettim bende doğal olarak bu kadar pozitif şey varken.

Size gelen projelerde seçkinci davrandığınızı biliyoruz, bu filmi tercih etmenizin sebebi nedir?

Ahmet Uğurlu: Bana birçok senaryo geliyor. Ama ilkesel birçok nedenlerden dolayı olmuyor. Onun nedeni ise, özgün ve samimi olması yani manevi nedenler. İkincisi ise maddi nedenler. Bir takım prensiplerim var, ölçütlerimin üçte ikisi tuttuğunda o projede oluyorum. Ama baskın gelenler manevi nedenlerim oluyor. Elbette yaşamımı bu işle kazanıyorum, hayatımı bu işle idame ettiriyorum. Hem kendime hem aileme olan sorumluluklarımdan dolayı maddi koşulların örtüşmesi lazım. Onlarda örtüştüğü zaman zaten hayata geçiyor proje.

Bora Akkaş: Yani genel bu durumdan bahsedersek bu camiada sanatın olduğu kadar ticarette işin içinde olduğu için büyük ihtimalle bu ticaretin gücü konuları belirliyor. Bu filmi tercih etmemde tabiî ki bu söylediklerinizin payı var. Ama hepsi bu değil oyuncular, yönetmen, filmin kendisi, olaya bakış açısı hepsi.

Rollerinizle ilgili kısaca bilgi alabilir miyim?

Ahmet Uğurlu: Rolden önce şunu söyleyeyim röportajlarımda bana öncelikle sorulan soru sizin sorduğunuz soru. Az işte varsınız, ilkecisiniz, bu demin söylediklerim bana ait ve herkesi ilgilendiren şeyler değil. Bunlar zaman zaman bizim yanlış anlaşılmamıza neden olabilir. Yani bu ilkesellik sanatsal konumlarda çok matematiksel olarak doğruyu gösteren şeyler değil. Herkesin sanatsal bir yapısı var bir de kendi içinde doğuları vardır bunların. Kimileri ben bunlardan hoşlanırım ilke haline getirmiştir bunları, başkaları da komedi oynamak ister bazıları yabancı tutmuş bir filmden hoşlanır. Yani bunlar çok fazla beni ilgilendiren şeyler. Herkesin kendine göre ilkeleri vardır yani o bundan daha fazla ilkeli gibi bir durum yok, benim kendime göre seçtiğim bir yol var. Ama o yoldan zaman zaman bende sapıyorum bilmediğim yollara, oradan ara yola nasıl çıkılır diye biz de onun mücadelesini veriyoruz. Şu ana kadar 35 yıllık sanat yaşamımda her şeyi ilkeciliğimle meydana getirmedim. Ama kendime göre seçtiğim bu yolda benimde sapmalarım olmuştur. Önemli olan anayoldan fazla uzaklaşmadan tekrar anayola girmektir. İlkesizlik artık o kadar çok var ki neyin güzel neyin çirkin olduğu anlaşılmıyor. Kavramlar artık günlük dile pelesenk oldu. Oysaki sanat herkes tarafından konuşulacak bir mevzu değildir. Bu işi ciddiye aldığınız zaman herkes bunun üzerine fazla konuşamaz. Bazı meslekler üzerine konuşulmaz. Mesela hukukun da üstüne konuşulmaz. Kanun üzerine fazla konuşamazsınız çünkü kanuncular vardır. Ama genel anlamda yazılı olmayan kurallardan, geleneklerden, göreneklerden konuşabilirsiniz. Ama kanun yapıcı olmadığımız için kanunlar üzerine ahkâm kesmenin bir anlamı yok. Biz de her şey iç içe girmiş durumda. Neyin ilkeli olduğu, neyin ilkesiz olduğu, neyin sanat olup neyin olmadığı belirgin hale dönüştürülmediği için maalesef her kolda buna bir hücum var. Hem medya konusunda hem kendi kurumumuz içerisinde bu yanlış anlaşıma devam edecek bizim işimiz meslek haline dönüştürülmediği için. Onun için bu ilkeli hareket edenlere de biraz şey gözüyle bakılıyor hem gıpta ediliyor ama onun yanında kötü bir şey var. Biz ilkesiz miyiz bir tek sen mi ilkelisin gibi bir yakıştırma oluyor. Rolüme gelince, ben bir sınıf öğretmenini canlandırıyorum. Emekliliğine az kalmış, uzun yıllar Anadolu’nun birçok yerinde sınıf öğretmenliği yapmış, en sonunda bir kasabaya gelmiş bir sınıf öğretmeninin haysiyet mücadelesi. Onun etrafında evet bu ana tema üzerinden giriyor ama yalnız onunla değil paralel kurguları olan ve bu kurgularla birlikte bizim Anadolu topraklarında haysiyet, onur, iyilik, sevgi bu tür kaybolan kavramları yeniden ortaya çıkması gibi ifade edebilirim yani.

Tuna Orhan: Bende Adil hocanın öğretmenliğini yaptığı okulun hademesini oynuyorum. Aynı zamanda akrabası benim oynadığım karakter Adil hocanın. Benim oynadığım karakter kötü denemeyecek saflıkta kendi kendine kurnazlık yapmaya çalışan ama hayali ve ideali çok büyük şeyler değil. Küçük hınzırlıkları var ama aşırı bir kötülük yapmıyor. Benim onun için dediğim bir şey var “dövmeye değmez”. Yani yapar gözünüze baka baka ama kızamazsınız öyle bir sevimliliği de vardır.

Bora Akkaş: Genelde yaşımdan dolayı bir ailede çocuğu oynuyorum ve Deniz babasının idealist bir öğretmen olmasından dolayı sosyal hayatı daha baskı altında daha çekingen bir çocuk. Filmde yaşadığı bir aşk var, ailesine verdiği bir değer var. Deniz’i ben biraz İsa abiye benzetiyorum. Daha öncede bahsetmiştim buna ondan. Deniz çok fazla konuşmayan, sosyal ilişkilerinde zayıf olan bir çocuk. Aynı zamanda çok duygusal. Gerektiği zaman doğru düşünen ve filmin akışı için önemli bir karakter filmin hikâyesinde.

Film için trajikomik diyebilir miyiz? Yoksa dramatik yapısı daha mı ağır?

Tuna Orhan: Komediler daha hafif şeyler için kullanılır. Bizim filmimiz trajikomik bir film. Suya sabuna da dokunan bir mizahı içinde barındıran bir film. Trajikomik şeyler var filmde ama komiklik olsun diye yapılmış şeyler değil. O durumun kendi komiğinden ortaya çıkan şeyler. Orada söylenen bir lafın reaksiyon alması komik söylediğinden değildir. O zaten inanarak yapılmış ve söylenmiş şeylerdir. Yoksa ben bu filme trajikomik bile demem aslında bir trajedidir. Hocanın onur mücadelesi verdiği bir hikâye konusunda etrafta gelişen bazı komik olaylar. Komiklik olsun diye o karakterlere yaptırmıyoruz yani bizlere komik geliyor.

Bora Akkaş: Ne ağır bir dram ne de komik diyebiliriz. Filmde, bir olay var ve bunun etrafında doğallığın verdiği bir komiklik var ama bu bir komedi filmi değil kesinlikle. Gerçek hayatta komik olan şeyler ön plandadır her zaman. Onlar bunu hayattaki durumlarına göre yorumlayabilirler. Bazen çok komik şeyler vardır ama siz onu komik görecek durumda değilsinizdir. Hayat böyle komikliklerle doludur, filmde bunları doğal bir şekilde içinde barındırıyor. Bir öğretmene yapılan haksızlık ve onun hakkının araması var. Yani ikisinin arasında güzel bir hikâyesi var filmin o yüzden bir kategoriye koymuyorum. Ne trajikomik diyebilirim ne komik diyebilirim.

Türk komedisinin eh kendine has rengi trajikomik filmler.

Tuna Orhan: Ben bazı kelimeleri kullanırken korkuyorum. Bırakın bir oyuncu olmayı bu ülkede yaşayan bir insan olarak bazı kelimeleri kullanmaktan korkuyorum. Çünkü yanlış anlaşılır diye. Komedi filmi dediğiniz zaman bizim ülkemizde akla gelen çok gülmek. Yani insanlar gidiyor gittik ama abi hiç gülmedik diyorlar. Özgün diyorsunuz karşılığı başka bir yere yansıyor. Şimdi ben komedi filmi desem bu filme, evet komiktir aslında ya da trajiktir ikisi eşdeğer gider. Ama komik dedin hiç komik değil gibisinden bir şeyler olabileceğinden buna korkumdan bir şey demem.

Ahmet Uğurlu: Önemli olan ne anlatmak istediğiniz ve onu nasıl anlatacağınız. Önce anlatmak istediğiniz bir şey olmalı, türünü sizin onun içinde yakalamanız gerekiyor. Bizde çok az film çekiliyor. Az film çekilen bir toplumda türlerin zenginliğiyle çok ilgilenilmiyor. O zaman ya trajedi oluyor ya komedi oluyor ya da trajikomik oluyor. Ya da o yıl dünyada ne tuttuysa ona apart şeyler yapılıyor. Yani 2-3 tür üstünden gidiliyor. O zamanda konuşmalar çok sığılaşmış oluyor. Ama bizde hiçbir masal çekilmez, çocuk filmi çekilmez mesela. Macera ya da cinayet filmi çekilmez. Çünkü bu toplumun içine kapanıklığından da kaynaklanan bir şey. O da neden, eğer bir cinayet işlenecekse sokağın ortasında tabancayı çekip vurur ya da eline balta gelmişse adamın kafasına sallar. Yani bir önceden kurma, planlama yoktur. Onun için zaten biz de ne romanı yazılır bunun ne de filmi çekilir. Oysaki sinema ne kadar çok yapılırsa türlerde o kadar zenginleşir. Bütün bunların var olması lazım, komiklik, trajikomiklik bizde sadece bunlar konuşuluyor başka türler yokmuş gibi. Hayatın kendisi bu anlamda zengin olmadığı için bu işte biz de zengin değil.

Filminizde bir baba-oğul ilişkisi var. Son dönemlerde de bu ilişki filmlerin odağında yatıyor. Bu biraz iktidar halk çatışmasıyla da ilişkilendirilebilir mi? Sizin filmdeki baba-oğul ilişkisini nasıl yorumlarsınız?

Tuna Orhan: Çok iletişim yok aslında aralarında. Aynı evde yaşıyorlar ama çok fazla altında psikolojik bir derinlik örgülerinin olmadığı geleneksel baba-oğul ilişkisi var. Anne üzerinden babayla oğlun arasında olan bir ilişki söz konusu. Babada gelenekten kaynaklanan bir baskınlık var. Ama zorbalıktan, baskıcılıktan değil. Hele ki bizdeki taşrada yaşayan bir öğretmen. Reel hayattakine daha yakın bir ilişkileri var. Çok konuşmayan iletişime daha kapalı.

Ahmet Uğurlu: Genel baba-oğul ilişkisinden farklı bir ilişki yok filmimizde. Genelde babalar daima çocuklarından geridir. Ne kadar ileri düşünürse düşünsün. Ben babamdan daima ileriyim ama çocuğumdan geriyim. Onunla kendimi ne kadar özdeş tutsam da mutlaka bir geri tarafım var. Benim gençlik yıllarımdaki atılganlığıma babam kızardı, ben şimdi çocuğumun atılganlığına karışmaya çalışıyorum. Bu korumacılıktan gelen bir şey belki de bunu da çocuğu olan anlayabilir. Çocuk internetle uğraşırken sadece internetin kendisi vakıf olmadığı için internette sanki kötü şeyler yapıldığını düşünüyor ne kadar öğretmen olursa olsun. İnternette sadece iyi şeyin olmadığını kötü şeylerin olduğunu sanıyor. Ama ne zamanki kendi konumunda internet kullanıldığında önemini o zaman anlıyor. İyi niyetle kullanılacak bir şey aslında internet. Mesela ben konservatuara gidecektim ki benim babam okuyan bir adamdı. Memur olmasına rağmen günlük gazetesini kitabını okurdu. Ben tiyatrocu olacağım dediğim zaman onun kafasında sadece şu vardı. “Tiyatro para getiren bir şey değildir” bu aslında benim yaşamımı korumak adına yapılan bir eylem. O sadece öğretmen olayım, memur olayım ki maaşımı biliyim isterdi. Beni korumaktı derdi. Ama ne zamanki ben devlet tiyatrosuna girdim, o zaman bir oh çekti. Korumacılıktan kaynaklanan ilerilik ve gerilik durumu var. Filmdeki baba-oğul ilişkisi de aynen bu şekilde. Müthiş bir kuşak çalışması gibi bir durum yok. Film bir öğretmenin onur haysiyet mücadelesi derken, ana temada birleşirken, inanılmaz şeyler anlatıyor aslında. İnanılmaz paralel kurguları olan bir film. Her filmde paralel kurgular vardır ama bu filmdeki kurguların güzelliği ana temaya hizmet etmesi. Görüyorsunuz ki müthiş bir bütünsellik arz ediyor. Birisi kalk gidelim öte ki bok yeme otur değil.

Bora Akkaş: Bu kötü bir baskı değil doğal olan bir baskı bence. Bunu tam nasıl ifade ederim bilmiyorum ama daha çok bir ailenin içinde o ortamda babanın bizim izlediğimiz hikaye boyunca başına gelen olaydan dolayı gördüğümüz ve genel olarak çocuğun kendini daha az dile getirmesi söz konusu sadece. Tam olarak bir baskı da değil bu. Ama öyle oluveriyor işte geleneksel baba-oğul ilişkisi. Baba da oğlunu oğul da babasını çok seviyor. Ve film içerisinde bazı noktalarda seyircide bunu görüyor zaten. Aralarında bir mesafe var ama o geleneksel tam olarak. Onu bazen yıktıklarını, hayatta yaşadıkları şeylerden dolayı o aile kavramını da görüyoruz, hissediyoruz.

Son zamanda Türk sinemasında siyasi eleştiriyi hayata yedirerek yapan film az. Tam tersi dizilerde belki çok karikatürize edilerek bu yapılıyor ve beklide izleyicinin gazını alıyor. Sinemamıza bu anlamda dizilerin bir zararı olduğunu düşünebilir miyiz?

Tuna Orhan: Ben bir sinemaya gidip film izlediğimde Türk filmlerinde sanki bütün olaylar yazın geçiyor. Sebebi bütün oyuncuların dizilerde oynuyor olması ya da senaristlerin. Kardeşim hiç mi kar altında bir film çekilmez son 10- 15 yıldır. Zarar buradan başlıyor zaten. İnsanlar kendilerini ayakta tutmak için dizlerde oynamak zorundalar. Keşke sinema sektöründen istenilenler elde edilse de oyuncular dizilere rağbet etmese, izleyiciler de o zaman daha çok sinema salonlarına gidecek. Ama siyasi eleştiriler dediğiniz zaman evet bazı filmlerde bu eleştiriyi görüyorum. Kendilerince haklı olabilirler ama benim sevmediğim ve tasvip etmediğim bir durum var. Memleket Meselesi filminin en başında beni cezbeden şeyde buydu zaten. Derdini sloganlaştırmıyor. Herhangi bir sloganı olan bir cümle yok filmde ama çok güzel anlatıyor mevzuyu. Çok samimi içten anlatan biz yazımı olduğu için ben çok sevdim filmi zaten. Sadece oynadığım karakter yüzünden atlamadım ben bu filme.

Ahmet Uğurlu: Bu bir meyvenin içindeki vitamin kadar gizli bir şey. O meyveyi yeriz, vitamin vardır ama vitamini görmeyiz.

Filmin çekimleri bittikten sonra önceki halinle şimdi arasında bir fark görebiliyor musun?

Bora Akkaş: Tabiî ki. Bir kere benim için çok önemli akademik tercih yapacağım bir yılın ortasında çektik bu filmi. Yani yaptığım her şeyden izlediğim filmden sonra bile eski ben olmuyorum. O sürekli değişen bir şey bu filmde benim için büyük bir değişiklikti. Kendimi ifade etmemde, oyunculuğumda fark edilir bu. Sonuç olarak bir senedir Geniş Aile’de Zekai rolünü oynuyorum. Zekai ile Deniz’i yan yana koyarsanız yaşları dışında çok fazla bir ortak yan bulmazsınız. O yüzden beni iyi yönde değiştiren bir tecrübe oldu.

 

Serdar Akbıyık
1967 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Antropoloji Bölümü'nü bitirdi. Erol Simavi Vakfı Gazetecilik Bursu'nu kazanıp iki yıllık eğitimden sonra Hürriyet Gazetesi'nde istihbarat muhabiri olarak mesleğe başladı. 1992 yılında Hürriyet Yazıişleri'ne geçti. 1993'te Spor Gazetesi'ni kuran grupta yer aldı. 1996'da Hürriyet Yazıişleri'ne döndü. 1999'da Star Gazetesi kuruluşunda bulunmak için Hürriyet'ten ayrıldı. 2000-2001 yıllarında Almanya'da Star Gazetesi'ni çıkaran grupta Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. 2002'de Türkiye'ye dönüp Star Grubu'na bağlı olan ve yeniden yayımlanan Hayat Dergisi'nde görev aldı. Hayat Dergisi'nde ve Star Gazetesi'nde sinema eleştirmenliği yaptı. 2004 yılında Star Gazetesi Yazıişleri Koordinatörlüğü görevine getirildi. Halen Star Gazetesi İnternet Yayın Müdürlüğü ve sinema eleştirmenliğini sürdürmektedir. Star Gazetesi, Kral Müzik Dergisi ve internette çıkardığı Cinedergi'de sinema yazıları yayımlanmaktadır. 2007 yılında "Türk Sineması'nı Yönetenler" adlı yönetmenlerle yaptığı röportajları kapsayan bir kitap çıkardı.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.