Yalnızlaştıran Sosyal Ağ: Facebook
Serdar AKBIYIK sakbiyik@stargazete.com
İnternetin gücünü toplumun her ferdine kabul ettiren Facebook’un kuruluşunu ve sitenin yaratıcısı Mark Zuckerberg’in gerçek yaşam öyküsünden bir kesiti konu edinen The Social Network/ Sosyal Ağ bu haftanın önemli filmlerinden. 1980’lerle 1990’ların en önemli devrimi internettir. Belki de bir keşfin insan hayatında bu kadar etkili olduğu zor görünür. 2000’ler ise internet devriminin güncel hayatımıza sıkı sıkıya işlemesiyle geçti. Müzik piyasasını, sinema endüstrisini birbirine kattı internetin ulaşılabilirliği. İlk başlarda bilgiye ulaşma, canlı chat, müzik dinleme ve film seyretmeyle sınırlıydı bu sanal dünya. Daha sonra insan ilişkilerini sanallaştırdı. Facebook, Google, Yahoo gibi büyük şirketler internetin kullanımını değiştirdi. Gerçek hayatın yaşanırlığını sanal dürtülere esir etti de diyebiliriz. Özellikle Facebook işleyiş açısından toplumsal ilişkilerin yalnızlaştığı dönemde sanal bir yaşamsal düzlem yarattı. Bu hafta vizyona giren Sosyal Ağ Facebook’un bu gücü nereden aldığı ve yaratıcısı Mark Zuckerberg’in kişiliğinden yola çıkarak hangi yönlerden bizi kendine tutsak ettiğini anlatan bir film. Öncelikle yönetmen David Fincher’den yola çıkmak gerekiyor. Seven, Fight Club, Panic Room gibi çok başarılı filmlerle gündeme oturan Fincher, Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi ile kariyerinin şimdilik zirvesine ulaştı. Film üç Oscar aldı. Böyle bir yönetmenin elinden Facebook’un kuruluş hikayesini seyretmek gerçekten önemli ve iştah açıcı bir durum. Üstelik filmin sinemasal tadına bakınca yönetmenin bakış açısının bütün hikayeye damgasını vurduğunu görüyoruz. Bazı filmler vardır oyuncuların ismi ve performansıyla büyür bazıları ise tamamen yönetmenin kontrolündedir. Sosyal Ağ tamamıyla David Fincher’in sorumluluğunda bir film. Böyle söyleyerek oyunculara haksızlık etmek istemiyorum. Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’i canlandıran Jesse Eisenberg, Napster’ın kurucusu Sean Parker’ı canlandıran Justin Timberlake ve Zuckerberg’in ortağını canlandıran Andrew Garfield performanslarıyla parmak ısırtıyorlar. Ama yine de filmde beğendiğimiz ve beğenmediğimiz her şeyden Fincher sorumlu. Öncelikle gerçek hikayede yaşananlara baktığımızda Zuckerberg’in yanına yaklaşan herkesi kullandığını, hayata karşı büyük bir egoizm ile yaklaştığını ve keskin bir yalnızlığın kurbanı olduğunu görüyoruz. Her ne kadar yönetmen Zuckerberg’i aklayan duygusal sahneler de yerleştirse filme kapitalizmin ruhunu kaybetmiş insanlarından birini karşımızda görüyoruz. Üstelik aynı vurdumduymazlığı Napster’ın (Müzik sitesi) kurucusu Sean Parker’da da hissediyoruz. Sanki seksenlerin iyi giyinen taşkalpli beyaz yakalıların yerini toplumdan dışlanmış, insani duygularını törpülemiş bu internet dahileri almış. Yalnızlaşan insanın bir ekran ve kablolar arkasına saklanıp birbirlerine ulaşma çabası biraz da Facebook. Belki çok sert eleştiriyorum ama şu an internet hayatımızda daha çok bu yönüyle yer alıyor. Ya kaybolan hafızamız yerini alıyor ya da geride bıraktığımız gençlik umutlarının yalan muhabbeti oluyor. Belki meyve bıçağı hikayesine benziyor. Bıçağı elinize aldığınızda meyve de soyabilirsiniz, öfkeyle birisine de saplayabilirsiniz. Nasıl kullanacağınız size kalmış. Bunda bıçağın suçu yoktur. İnternet de böyle bir şey. Bu hafta vizyona giren Sosyal Ağ bu gerçekleri bize anlatmakta başarılı bir yapım. Kaçırmayın…