Murat Tolga Şen
Türk sinemasında “fantastik” olgusu erken dönemlerden beri Orhan Elçin ya da Zafer Par gibi sinemacılar tarafından, deli bir hevesle denenen, genellikle gişede iki seksen yatan ve bu sebeple çok az sayıda örneğe sahip, hem eleştirmenler hem de seyirci tarafından aşağılanmış ve alay edilmiş bir geçmişe sahiptir.
Ciddi sinemacılarımız, Metin Erksan’ın “Şeytan” filminde yaşadığı hezimetin bir benzerini yaşamamak için halkın bu türdeki ecnebi filmlerine gösterdiği ilgiye rağmen yerli örnekler vermekten ısrarla kaçındılar. Kaldı ki, Erksan dahi, “Şeytan” filmiyle maruz kaldığı hırsız yönetmen imajını temize çıkarabilmek için serbest bir Hamlet uyarlaması olan ve yarı fantastik, sayılabilecek “İntikam Meleği/Kadın Hamlet” adlı filmi çekmiş, sıra dışı anlatıma sahip bu filmle, kalıplaşmış bir konunun, yönetmenin yeteneği ve tarzı ile ne kadar farklılaşabileceğini dosta düşmana göstermiştir. Fakat bu denemenin de hüsranla sonuçlanması ile bir daha bu türe asla bulaşmamıştır.
Bazı ciddi yönetmenlerinse fantastik sinemaya hep yakın durdukları, hatta bu konuda “tür” tanımlamasına girmeyecek kadar silikleşmiş, fakat tamamen “fantastik” duygusundan beslenen filmler çektikleri de görülmüştür. İşte bu sinemacıların başında, rahmetli Usta Atıf Yılmaz gelir. Bu yazı biraz da onun bu türde verdiği eserlere genel bir bakış ve ustanın zahmeti için bir saygı duruşu amacı taşımaktadır.
Atıf Yılmaz, ticari başarı kazanmış pek çok işe imza atmış, fakat aynı zamanda çoğu eleştirmen ya da sinefilin kolaylıkla “en iyi 10 Türk filmi” listesine girebilecek “Selvi Boylum Al Yazmalım” “Ah Güzel İstanbul”, “Değirmen” gibi sıra dışı eserlerin yaratıcısı olmuştur.
80’lerin ortasında Atıf Yılmaz, biraz da sıkıyönetim hükümetinin edebi ve görsel sanatlar üzerinde kurduğu baskıyı aşabilmek ve farklı bir dille de olsa, toplumsal sorunlara parmak basmak amacıyla olsa gerek, içinde mizah ve bolca metafizik öğeler barındıran birkaç filmi peş peşe çekmiştir. Aynı dönemde toplumsal sorunlara değinen diyalogu az, kasveti çok pek çok yapım türemiştir. Ticari sinema geleneğinden gelen Yılmaz’ın, fantastik öğelerden beslenen filmler yapması, bu kasveti aşma çabası olarak da görülebilir. Kendi uydurduğu bir tür olan “Sosyal içerikli Fantastik film” alanında verdiği ilk eser 1985 yılında çektiği ve gelecek filmlerin de habercisi olan aynı zamanda eleştirmenler bazında da (biraz da o dönemin sosyal içerikli filmlerinin favori başrol oyuncusu Müjde Ar sebebiyle) çok önemsenen “Adı Vasfiye”dir.
Usta Adı Vasfiye’nin gördüğü ilgi ve aldığı ödüller üzerine peşpeşe, “Dul bir Kadın”, “Asiye nasıl kurtulur” ve “Değirmen” filmlerini çekecek, fakat özellikle Değirmen’in, Şener Şen’e rağmen eleştirilere maruz kalıp ilgisizlikle karşılanması üzerine bir kez daha yine Müjde Ar’ı başrolünde oynatacağı bir fantastiğe imza atacaktır; “Ahh Belinda”
Hemen ardından, Duygu Asena’nın çok satan romanından uyarlanan “Kadının Adı Yok”u çeken yönetmen, bir roman uyarlamasının oluşturduğu yüksek beklenti sebebiyle isteneni veremeyecek ve şiddetli eleştirilerle karşılaşacak bunun üzerine bir kez daha ticari açıdan da fayda sağlayan, fantastik duygusu sağlam iki filmi arka arkaya çekecektir. İlki Türk sinemasının sultanı ve bu rol için biçilmiş kaftan olan Türkan Şoray’ı oynattığı “Hayallerim Aşkım ve Sen” , diğeri ise dönemin en popüler müzik grubu MFÖ elemanlarından, Mazhar Alanson’un ününden faydalanacağı ve ustanın bu alanda verdiği son eser olan “Arkadaşım Şeytan”dır. Mazhar Alanson bu filmde beklenmedik bir oyunculuk düzeyi tutturmuş ve sinema kariyerini başlatmıştır.
Atıf Yılmaz 1985–1988 yılları arasında Fantastik olarak niteleyebileceğimiz 4 film yapmasına rağmen “Arkadaşım Şeytan”dan sonra uzun bir dönem bu alanda eser vermemiştir. 1997 yılında “Nihavend Mucize” ile “Arkadaşım Şeytan” filmindeki formülü (usta bir oyuncu ve popüler bir ikonu başrolde oynatmak) tekrar denemiş ve Türkan Şoray ve Beyaz (Beyazıt Öztürk) birlikteliği ile tekrar fantastik sulara yelken açmıştır.
Fakat “Nihavend Mucize”, Arkadaşım Şeytan’ın aksine genel bir ilgisizlik ve memnuniyetsizlikle karşılandığı için artık iyice yaşlanmış / yorulmuş ustanın çektiği son “fantastik” film oldu. Atıf Yılmaz dikkatlice bakıldığında görüleceği üzere geçmişten gelen ciddi ve ticari anlamda da başarılı bir sinemacı olması sebebiyle ‘Fantastik Sinema’ heveslisi pek çok yönetmenden daha fazla bu alanda eser verebilmiş bir yönetmendir. Bir manada Türk 70’li yılların copy-paste avantürleri ve abuk sabuk çizgi roman uyarlamalarını saymazsak Türk sinemasının bu alanda en fazla film çekmiş yönetmeni olarak da addedilebilir. (Elbette bu konuda rekor üretim Yılmaz Atadeniz’e aittir. Fakat bu filmler ya seriyal uyarlamalar ya da özgünlükten uzak batı orijinli kahramanlar olduğu için genel manada özgün bir üretimden bahsedilemez)
Atıf Yılmaz’a ait fantastik filmlerin ortak özelliği, Fantazya duygusunun ve mistik öğelerin sıradan yaşam içinde yaşayan karakterlerin hayatına yerleşik temalarla ortaya çıkması ve onların sıradan yaşamasal yada duygusal sıkıntılarından beslenmesidir.. Bu sebeple filmler tamamen fantastik olarak addedilemezler. Ayrıca tüm filmlere buruk bir mizah duygusu başarıyla yerleştirilmiştir. (bu konuda en başarılı eser absürtlük sınırına yakın seyreden Arkadaşım Şeytan’dır) bu mizah duygusunu korumak amacıyla da olabilir, Yılmaz’a ait tüm fantastik denemeler korku ve gerilim duygusundan uzak durmuş, rastlantısal bazı anlar dışında Fransız sinemacılarında benimsediği gibi hem komik hem de olağanüstü olmaya çalışmışlardır. Yine “Arkadaşım Şeytan” ve “Nihavend Mucize” dışında, Yılmaz’ın filmlerinde doğaüstü olaylar yaşanmasına rağmen güçlü doğaüstü karakterler oluşmamıştır ve filmlerin fantastik olarak nitelendirilebilmesi oldukça güçleşmiştir. Ustanın bu alanda en çok beğendiğim işi olan, hem fantastik hem de toplumsal bir taşlama olmayı başarabilmiş filmi “Arkadaşım Şeytan” ise Şeytan ve Manken kız karakterleri ile Fantastik duygusunu güçlendirmiş ve Yılmaz sinemasının bu türde verdiği en akılda kalan örnek olmuştur. Yine “Arkadaşım Şeytan”daki müzikal gayret filmin neredeyse tüm türleri (Fantastik, aşk, toplumsal, müzikal, komedi) kapsamasına yol açmış ve ortaya menemen karışıklığında ama lezzetinde hayli ilginç bir iş çıkmasına yol açmıştır.
Tüm bu çabaya rağmen Atıf Yılmaz’a ait filmlerin günümüzün korku, gerilim ya da bilim kurgu çeken genç sinemacıları etkilediğini söylemek güç… Daha ilk filminde “Bir… Filmi” diye caka satan yeni yetme genç yönetmenlerin, ustaya ait filmleri dikkatlice incelemeleri mutlak yararlarına olacaktır (özellikle öykü anlatımı bazında). Fakat ciddi bir sinemacının formüllerini incelemek ve feyz almak yerine Batılı Video klip kültürünün işlerini sekans sekans kopya etmek yada son yıllarda popülerleşmiş ve tüm dünya tarafından keşfedilmiş Uzakdoğu korkularını İslami referanslarla donatarak yeniden çekmek bu sinemacı takımının daha fazla ilgisini çekmekte ve sırf bu sebeple Türk Fantastik Sineması her on yılda bir yeniden icat edilmek zorunda kalmaktadır.
Atıf Yılmaz, her alanda önemli eserler vermiş, fakat mütevazı bir duruşla “Fantastik filmlerin unutulmaz yönetmeni” unvanını haklı bir biçimde hak etmişken, bu konuda bir ilgi beklememiş ve övünç yapmamıştır. Bize anlattığı öyküler için kendisine minnet duyuyor ve sinema yapmayı seven ve bilen bu ustayı ayakta alkışlıyoruz.